• Sonuç bulunamadı

Varlığını Başkalarına Borçlu Kadınlar

3. OĞUZ ATAY’IN TEHLİKELİ OYUNLAR ADLI ESERİNİN TOPLUMSAL

3.5. ERKEKLİK DOLAYIMINDA KADIN(LIK)LAR

3.5.1. Tehlikeli Oyunlar’da Kadın

3.5.1.1. Varlığını Başkalarına Borçlu Kadınlar

Kadın, biyolojik özelliklerin kendine bir kader oluşturduğu bir bedenin sahibine denilendir. Bu bağlamda Leoff’un “Biyoloji, yazgı demektir.” sözü bedenlere iliştirilen psikososyal denetimlerin altını bir kez daha çizmektedir. Biyolojik farklılıkların getirdiği boyutlar toplumsal tabanlı bir farklılığa dönüşerek “kadınlık” kurgusu öteki merkezli olur, ötekinin özelliklerini alır ve özümser. Zira güç konumunda tutmak üzere geliştirilmiştir (Yuval-Davis, 2003: 97). Ve kadın bu vakitten sonra erkeğe göre şekillenecek ve bireysellikten, kendilikten, öznellikten yoksun bir nesne olacaktır (Eliuz, 2011).

Kadının bireysellikten, kendilikten ve öznelikten yoksun olması ataerkil söylemin desteklediği ve ürettiği bir meta olma hâlinin bir sonucudur. Dolayısıyla kadın, sözünün değerinin yitirildiği, sesinin soluğunun kısıldığı, sesini erkeğin/in onayıyla çıkarabildiği bir konumda, kimliğinin silikleşmesi olağan bir neticedir. Meseleye yaşadığımız toplumun nazarından baktığımızda Türk kadını, toplumsal konumundan, kimin karısı ya da kızı olduğu gerçeğinden, aile yapısı ve cinsiyetinden ötürü, içinde bulunduğu toplumca biçilmiş rolleri benimsemek zorundadır (a.e.:222).

Kadınların ötekinin gözünden nasıl göründüğü, başlıca kendi toplumumuz olmak üzere yeryüzünün bütün toplumlarında çeşitli ölçülerle önemsenmiştir. Ataerkil sistemin kadınları bu denli bir şekillendirmeye gitmesi bir noktada erkekler için erkekliğini güvence altına alma, konforu sağlama-bozmama gibi işleve sahiptir.Zira ‘kadının adı olmaksızın’ kimin, neyi olduğunu bilmek onları legal bir nesneleştirmeye götürmektedir. Çünkü başkalarının karısı/kızı olmak kadına “başkasına ait, sahipli” anlamına gelen söylemleri de beraberinde getirmektedir. Kadının erkeğin/ötekinin varlığıyla var olması ve sahiplenilmesi tümden bir kimlik yitimine sebebiyet vermektedir.

Tehlikeli Oyunlar anlatısında eril iktidarın gözünden kadınları mercek altına aldığımızda kadınların var olma şekilleri çalışmamız açısından önemlidir. Romanın adeta karnavalesk unsurlar taşıyan “Son Yemek” adlı bölümünde Hikmet Benol’un bütün çevresini yemeğe davettiğini görmekteyiz. Bu yemeğe Hüsamettin Tambay, Nurhayat Hanım, Kirkor, Sevgi, Bakkal Rıza Bey ve Bakkal Rıza Bey’in karısı da katılmaktadır. Bu sahnedeki konuşmalar, söylemler, adlandırmalar/ adlandırılamamalar–kadının bir türlü adının koyulamaması- kadının öteki/eşi yoluyla tanındığını örneklemektedir:

“Bir din adamının böyle uzun bir masada, bir takım sakallılarla birlikte yemek yediğini görmüştüm,,” diye bilgiçlik tasladı Bakkal Rıza’nın karısı. Rıza Bey karısını payladı: “Aptal, o son yemek. Allah göstermesin.” Kadın kızardı, yeni yaktığı Pall Mall sigarasından bir nefes çekerek başını çevirdi” (Atay, 2018:432). Anlatının devamında Bakkal Rıza’nın karısına ait şu ifadeler, kadının kimliksizleşmeye giden yolda nasıl bir görünüme büründüğünü göstermektedir:

“Rıza Beyin karısı Hasibe Hanım, Hikmet’in son yemek konusundaki açıklamalarını dikkatle dinliyordu. Hikmet de kadının adını yeni öğrenmişti; demek ki o güne kadar Rıza Beyin karısı olmaktan öteye geçemeyen bu kadın, kalabalığın içinde kişiliğini bulmuş ve Hasibe Hanım olmayı başarmıştı.” (a.e.:434).

Hikmet Benol’un da o âna kadar sadece Bakkal Rıza’nın karısı olması sebebiyle bildiği/tanıdığı Hasibe Hanım’ın adı ilk kez bu sayfada geçmektedir.

Dramatik bir ifadeyle Rıza Beyin karısı olmaktan öteye geçemeyen bu kadının adı duyulduğunda -tıpkı Benol’un söylediği gibi- kalabalıklar içinde artık25 kişiliğini bulacaktır.

Romanda “Siyahlı dul kadın” şeklinde tanıdığımız Nursel Hanım da başkalarının varlığıyla varlık bulmuş kadın kahramandır. Öncelikli olarak söylemek gerekir ki “dul” ifadesinin kullanılması, kadının eşi üzerinden yapılmış bir değerlendirmedir. Öte yandan kadının dul olduğunu bilmek, söylemek anlatıcıya önemli görünmüş olup romanda eril gözün/anlatıcının, kadın kahramanların öteki üzerinden kurgulandığının bir göstergesidir. Bu noktada siyahlı dul kadına ait özelliklerin yine başkaları tarafından karar verilmesi dikkate değerdir:

“Dul kadının ayrıca, iyi sesi olduğuna da karar verilmişti. “Sonra, iyi resim yaptığıma da karar verdiler.” Hep başkalarının yargılarıydı bunlar. Seramik yapabileceğine de, başkaları karar vermişti” (a.e.:222).

Tehlikeli Oyunlar’da kadın kahramanın kocası üzerinden bir değerlendirmesi yapılan Nurhayat Hanım’ın anlatıya dâhil olduğunu ilk ânlardan itibaren “dul” olduğunu öğreniriz. Bu, Nurhayat Hanım örneğinde olduğu gibi romanın diğer kadın kahramanlarında da görebilecek “eril merkezli” bir var oluş şeklidir. Eril iktidarın söylemindeki her ifade kadını çepeçevre saran, kısıtlayan, olması gerekenleri dikte eden dille sunulmaktadır. Biz buna romandaki iki dul kadının tanıtılması, anlatıya dâhil olması noktasında şahit olmaktayız zira söz konusu iki kadın kahramanın isimlerini “dul” olma hâllerinden sonra öğrenmekteyiz.

Tehlikeli Oyunlar’da bilhassa söylem üzerinden örneklerini okuduğumuz bu durum, kocanın merkeze alındığı bir ataerkil sistemin gündelik dile yansımış hâlidir. Ayrıca kadın kahramanların isimlerinin anlatıda sonradan öğrenilmesi, isimlerinden önce medeni durumlarıyla ilgili “dul” ifadesine yer verilmesi esasında cinsiyetçi

25 “Artık” ifadesini bilhassa kullanmaktayız zira Hasibe Hanım, kamuda adı bilinmeyen pek çok

kadının kurgudaki bir yansımasıdır. Kadının adının eşiyle/ötekiyle kurduğu bağ ile oluştuğu bir toplumsallıkta … Bey/… Hanım olabilmek yine bir başkasının/ötekinin gözüyle mümkün kılınmıştır.

kültürel kodların şahıslar üzerinde söz söyleme hakkını taşımasındandır. Neticede bir edebi eserde örneğini gördüğümüz bu durum, toplumda eril değerler üzerinden kurgulanan bir söylem dilidir.