• Sonuç bulunamadı

Kadın Edebiyatının Oluş(ama)ması

2. TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMINDAN EDEBİYATA BAKMAK

2.2. TÜRK EDEBİYATININ CİNSİYET KURGULARI / TÜRK EDEBİYATINDA

2.2.1. Kadın Edebiyatının Oluş(ama)ması

Osmanlı kadın edebiyatından yeni Türkiye’nin kadın edebiyatına geçişte tespit edilen “bağlantısızlık” devlet ideolojisinin gerektirdiği bir sonuç olarak nitelendirilmiştir.5 Zira edebiyat tarihçilerinin adetâ bir yok sayma uygulamasıyla

Osmanlı’da hareket haline gelen feminist edebiyat geleneğinin sonraki kuşağa aktarılamamasının tek bir sebebi olabilir o da bir toplumsal olayın, edebiyatın tarihin yazımında orijin noktası kabul edilen mevcut ideolojinin “bazı unsurları ayıklayıp” aktarmasıdır. Bu bağlamda Berktay’ın Tarihin Cinsiyeti adlı çalışması bu bağlamda bir fikir vermesiyle önem arz etmektedir.6 Tarihin kimin tarafından, hangi, ideolojiyle yazıldığı önemli olduğu kadar hangi cinsiyetli bireyin yazdığı, karşıt cinsiyeti/farklılıkları doğru ele alıp almama noktasında önemlidir. Dolayısıyla benzer husus edebiyat tarihçiliğinde de görülmektedir, görülebilmektedir.

Türkçe edebiyat tarihçiliği, Osmanlı’daki kadın hareketini, kadın yazınını aktarma noktasında “kendi erkiyle çatıştığı oranda” kısıtlamış, yalnızlaştırmıştır. Bilinçli yapılan bu uygulama, yaptırım nihayetinde yeni Türkiye’nin kadın kuşağının öncekilerden bağını koparmış, geleneğin aktarımının ve dahi birikimli- kümülatif ilerlemenin önüne geçilmiştir. Dolayısıyla geleneği aktarılamayan bir edebiyatta bilinçli bir görmezden gelme söz konusu olduğu için Cumhuriyet kanonun erkek eli yeni rejimin kadın yazarlarlarının geleneğini, bağlılığını kısıtlamıştır. Toplumun bütün kurumlarında görülen tarihle, geçmişle bağın koparılmaya çalışılması edebiyat tarihinde bilhassa kadın edebiyatı tarihinde de gözlenen bir durum olmuştur. Dolayısıyla mevcut modernleşme projesi kanalıyla kadın edebiyatı geleneği bağları koparılmış, bütün köprüleri yıkılmış, soluk, temelsiz ve bağlantısızlıklarla çevrelenmiş bir kadın edebiyatı kurgulanmıştır. Sözü edilen projenin bir parçası olarak siyasal erkin, ideolojinin öncelikli olarak yapmak istediği kendileriyle çelişmeyen, uyumlu kadınları kanonun süzgecinden geçirip diledikleri “kadınlıkları” ve “erkeklikleri” kurgulamaktı. Zira en nihayetinde “kadınlık” ve “erkeklik” uluslar vesilesiyle kurgulanır ve yeni bir çehre kazanırlar.

Kadınlığın ve erkeliğin “insan eli”yle kurgulanmasının kanondaki yerini Timuroğlu şöyle aktaracaktır:

6 Tarihin cinsiyetlendirmesi, tarihyazımında cinsiyetler için bkz. Fatmagül Berktay, Tarihin

Cinsiyeti, “Giriş: Cinsiyetlendirilmiş Bir Tarihin ve Teorinin Peşinde” ve “Tarihyazımında Farklı Bir Perspektif”, İstanbul, Metis Yayınları.

“Kemalist babanın kendilerine açtığı yolda Türkçenin erkek eleştirmenleri öznellik, nesnellik ve toplumcu gerçekçi eleştiri yöntemleri etrafında edebiyat alanında babadan oğula geçecek hanedanlıklarını kurarlar; başarılarını epik bir dille gelecek nesillere aktaracak kalemler tarihe alırlar.” (Timuroğlu,2019:64).

Baba metaforuyla anlatılan Kemalizmin kadınları ikincil konumda gördüğü ve erkeklerin de başarılarını olağanca “güç ve kahramanlık”la birleştirdiği alıntılanan bu bölümde aktarılmıştır. Timuroğlu’nun tespit ettiği gibi Cumhuriyet kanonu gereğince Osmanlı-Türk aydınları kadınların elindeki özgürlüğü, bireyleşme çabalarını ve yazma edimini almıştır. Bunu da içlerinde kalan korku mekanizmasından yapmış olacaklar ki kadın yazarları tarihten silmeyi amaçlamışlardır. Ki söz konusu kanon, kadınları tarihten silme çalışmalarını edebiyat tarihçiliği vesilesi ile başarmışlardır. Böylece kadın edebiyatı geleneği kırılmış, edebiyatta feminist bir estetik ve entelektüel birikimin yolu tıkanmıştır (a.e.:67).

Bütün bu engellemelerin sebebi Osmanlı-Türk kadın yazarların çağdaşlarıyla birlikte hareket etmesinden, ânı yakalayabilmiş olmasındandır. Dolayısıyla yeni dönem Türkiye’nin örnek alması gereken Osmanlı kadın edebiyatının içinden bir hareket doğmuş, cüretkâr eserler vermişlerdir. Ayrıca Avrupa’daki Birinci Dalga Feminist Hareketle eşdeğer giden Osmanlı kadın edebiyatı “yeni olmayı” ve özgün olmayı başarabildiği için Cumhuriyetçi erkekler kadın yazarların bu etkileyiciliğinden korkmuşlar ve doğrudan bir müdahale ile Osmanlı kadın edebiyatını göz önünden kaldırmaya, yok saymaya ve görünürlülüklerini azaltmaya çalışmışlardır. Bunda hiç kuşkusuz Osmanlı kadın yazarlarının onlara atfedilen bütün kadınlık rollerini sorgulamaları, cesurca karşı duruş sergilemişlemeleri etkili olmuştur ancak Cumhuriyetçi kanonun erkek eli kadın edebiyatına takılmış, onları engellemiştir.

Söz konusu kanonun kadın edebiyatını kısırlaştırma yolundaki bütün çabaları etkili olmuş, kadınlar gerek edebiyat kitaplarında gerek okul ders kitaplarında “her daim onlara revâ görülen roller”de kurgulanıp görünüm kazanmışlardır. Böylelikle edebi eserlerde ve realitede kurgulanan düzende kadınlar kendilerini evde, çocuklarını kanonun beslediği ölçüde millî yetiştirerek vazifelerini

gerçekleştirmeleri beklenmiştir.7 Ancak kanonun istediklerini gerçekleştirmeyen Müslüman Türk kadınları söz konusu dönemde pek çok yayıncılık faaliyetinde bulunmuşlardır. Dolayısıyla engellenmeye çalışılan kadın edebiyatı belli bir ölçüde engellense de öncülük etmesi bağlamında Fatma Aliye, kız kardeşi Emine Semiye, Şair Nigar, Gülistan İsmet, Halide Edip yol gösterici olmuştur. Ancak meseleye başka bir veçheden yaklaşıp gerçekleri çözümlemek için Aksoy’un şu tespiti önem arz etmektedir:

“Türkiye’nin modernleşme sürecinin ilk evrelerinde yetişmiş kadınlar kendi yetişme çağlarının hikâyesini anlatırlarken genellikle seçkin erkeklerden oluşan reformcuların yürüttüğü modernleşme projesine uyan, çok karılılığın getirdiği acıları dile getirmişler, kadının eğitim-öğretim haklarını savunmuşlar, cinsiyetler arası ayrımcı uygulamaların son bulmasını istemişlerdir. Ne var ki, erkeklerin kendileri için çizdiği özgürlük alanının dışına çıkabilmişlerse ne kadar çıkabilmişler, erkek söyleminin dışına çıkıp kendi söylemlerini ne kadar yaratabilmişlerdir? Kitaplarında genellikle pek az yer verdikleri özel hayatlarında neleri ne kadar değiştirebilmişlerdir? Asıl merak edilecek sorun bu olsa gerek.” (Aksoy, 2018:82).

Nazan Aksoy’un ifadelerinden de hareketle kanonun dönemin kadın edebiyatını ne denli kısırlaştırıcı ve etkileyici olduğunu görmemiz için kadın otobiyografilerinin izini sürmek çalışmamız açısından yol gösterici olacaktır.

7 Metindeki vurgu bana aittir. Söz gelimi Kadro dergisinin imtiyaz sahibi Yakup Kadri’ye göre

“Bazı Türk hanımları, -ki sizin de biraz onlardan olduğunuzu görüyorum-mensup bulundukları memleketin, pest ve muzmahil (aşağı ve çökmüş) kaldığını işiterek telaşa düşüyorlar ve bu telaş saikasiledir ki evlerinden dışarıya fırlayıp çirkin bir erkek kalabalığına fırlayıp çirkin bir erkek kalabalığına karışmak, bu kalabalıkla beraber meçhul bir ufka doğru koşmak istiyorlar ve unutuyorlar ki, asıl vazifeleri evde kalmaktır. (Yücel, 2008:140’tan akt. Timuroğlu, 2019:69).

2.2.2. Dayatılan Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Edebiyata Akisleri: