• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: DÎVÂNIN DİNÎ-TASAVVUFÎ KELİME, TÂBİR VE KAVRAMLAR BAKIMINDAN TAHLİLİ KAVRAMLAR BAKIMINDAN TAHLİLİ

2.1.4. Yaratılış ile İlgili Kavramlar 1. Ahsen-i Takvîm

2.2.1.1. Vahdet Âlemi

Bütün yaratılışta, kendisinden başka bir varlık bulunmayan Allah’ın varlığının bir ve tek olduğu âlemdir. Vahdet, oransız, nakışsız ve hacimsizdir. Mahlûkat, yaratılmadan önce vahdet âleminde İlâhî zât ile yek-vücût olmuştur (Tatcı, 1990:226).

Vahdet âlemi, batıl inanışların yer almadığı âlemdir. Vahdet âlemi hâricindeki her şeyin gerçekle ilgisi bulunmamaktadır. Doğru ve sahih olmayan şeylerin bu âlemde yeri yoktur:

“ ‘Akla gayrun hayâlidür vahdet

‘Âleminde tasavvur-ı bâtıl” (218/17, s.363)

Vahdet, akla dıştaki her şeyin hayâlidir; vahdet âleminde (ise) bâtıl düşünce (yoktur).

Vahdet âleminde Allah’ın tecellîsi, sâliklerin kimini vahdet kimini ise hayret içinde bırakmıştır. Allah, her şeyden münezzehtir:

157

Cemâli bî-nişân eyler te‘âla’llah zihî sâni‘ ” (266/15, s.424)

Allah öyle bir yücedir ki cemâli ile kimine vahdet mülkünü kimine ise hayret makamını alâmetsiz (bir) şekilde gösterir.

Cüneyd-i Bağdadî’ye göre tasavvufun esasları; gündüz oruç tutmak, gece namaz kılmak, ihlâslı olmak, davranışları sürekli olarak denetim altında tutmak ve Allah’a tevekkül etmektir (Uludağ, 2012:364). Hakîkat ilmi, şeriat ile makbuldür. Hakk’a giden yoldaki dört kapıyı geçip vahdet âlemine ulaşabilmek için şer‘î hükümlere uymalı ve tasavvufun usullerine bağlı kalınmalıdır. Yûsuf Hakîkî’ye göre yeri geldiğinde bu usuller dahi sâlik için yetersiz kalmaktadır:

“ ‘Âlem-i vahdetün beyân itmedi aslını usûl

‘İlm-i hakîkatun ‘ayân ide mi fer‘ını fürû’ ” (271/8, s.433)

(Tasavvufun esasları), vahdet âleminin aslını beyân etmedi; makamlar, hakîkat ilminin kollarını açıklayabilir mi?

Vahdet âleminde ikiliğin yeri yoktur. Gönül, Allah ile beraberdir ve hayret denizine gark olmuştur:

“Sıgmaz ikilik vahdete vasl ola cân ki hazrete

Gark oldı bahr-ı hayrete bî-gâne n’olur bilmezem” (392/5, s.608)

Vahdette ikiliğin yeri olmasın ki can Allah’a ulaşsın; can hayret denizine gark oldu, vahdet dışında olanlar nedir? Bilmiyorum.

Tasavvuf yolunda sâlik, muhabbet ateşiyle yanmaktadır. Muhabbet ile yanan sâlik, başına vahdet külâhını takınmıştır:

“Kisveti nâr-ı mahabbet olanun egninde bil

Başına hem şem‘ gibi nûr-ı vahdetdür külâh” (505/7, s.740)

Bedeninde muhabbet ateşinden elbise olanın, başındaki külâh mum misâli vahdet nûruyla doludur.

Şâir, ebedî ömrün vahdet âleminde istenmesini öğütlemektedir; çünkü bu cihânın sonu vardır:

158

Kılmaz mısın nazar bu cihânun fenâsına” (533/9, s.775)

Ebedî ömrü, vahdet âleminde iste; bu dünyanın yokluğuna nazar kılmaz mısın? 2.2.1.1.1. Benlik

Kişinin her şeyi kendisine bağladığı ve dayandırdığı gerçektir (Uludağ, 2012:122). Benlik, insanın maddî varlığını temsil eden ve onu genellikle maddî isteklere sevkeden yönü demektir. Maddî isteklere yönelen kişi, kendisini herkesten üstün görecek, gurur ve kibre kapılacaktır.

Gönül, özünü iki yüzlülükle süslemiştir. Maddî isteklere yönelen gönül, gurur ve kibir içindedir. Gönül, teşhiş yoluyla benliği ön plana çıkan bir yiğit gibidir:

“Özine zerk-ıla ârâyiş idip

Kaçan benlik satan merdâna benzer” (157/11, s.294)

(Gönül), özünü iki yüzlülük ile süsleyerek benlik satan yiğitlere benzer.

Yûsuf Hakîkî, yokluk yoluna girilmesini istemekte, her türlü şan ve şöhreti unutmak gerektiğini ifade etmektedir. Gönül ehli için benlik, bir set gibidir. Benlik, gerçeğe ulaştıramaz. Benliği bırakıp Allah aşkına yönelmek ve o aşk ile hâllenmek gerekir:

“Benlik sana sedd oldı ‘azîm ehl-i dil-isen

Gir râh-ı fenâya ko unıt nâm u nişânun” (336/4, s.529)

Benlik, senin önüne büyük engel oldu; gönül ehliysen fenâ yoluna gir, şan ve şöhreti bırak, unut!

“Benlikden eser koma fenâda ide gör mahv

‘Işkından anun cânda sen andan eser iste” (510/5, s.747)

Benlikten eser bırakma, varlığını fenâda yok et; sen, Allah’ın aşkından gönlünde alâmet iste.

2.2.1.1.2. Hicâb

Hicâb kavramı kelime olarak perde, örtü ve engel anlamlarına gelmektedir (Cebecioğlu, 2014:215). Tasavvufta, gönülde Hakk’ın tecellîsine ve İlâhî hakîkatleri görmeye engel olan ve insanı Allah’tan uzaklaştıran maddî ve mânevî her şeydir.

159

Tams, sâlikte beşerî sıfatlardan iz ve belirti kalmaması demektir (Cebecioğlu, 2014:473). Allah’ın külli irâdesine teslim olmak için beşerî zaaflardan kurtulmak gerekmektedir. Mânâ âlemini seyretmeye, Allah dışındaki her şey engeldir:

“Tams-ı zât eyle vücûdun mahv kıl

Kim şühûd-ı zâta varlıkdur hicâb” (47/4, s.122)

Zâtını yok eyle, vücûdunu Allah’ın irâdesine teslim et; çünkü varlık, mânâ âlemini seyretmeye engeldir.

Allah dışındaki her şey insanı, Allah’tan uzaklaştırmaktadır. Bu dünya geçicidir, maddî ve mânevî her şey hakîkati görmeye engel teşkil etmektedir (65/1-13).

“Niçe niçe ola sana bu gam-ı dünyâ hicâb

Milk ü mâl u ‘izz ü câh u şöhret ü gavgâ hicâb” (65/1, s.144)

Bu dünya gamı, mülk, mal, yücelik, makam, şöhret ve kavga sana daha ne kadar engel olacak?

2.2.1.1.3. Kesret / Mâsivâ

Çokluk, bolluk, fazlalık ve ziyâdelik demek olan kesret, Allah’ın tecellîsiyle zuhûra gelmiş olan çokluk, mahlûkatın çokluğu anlamına gelmektedir. Varlıkların varlıklarını kendilerinden bilmek, onları müstakil varlıklarla var görmektir (Cebecioğlu, 2014:282). Sâlik için kesret âlemi, belâ ve gam gibidir. Vahdet âleminde tecellî eden insanoğlu, bu dünyaya yalnız gelmiştir. Kendisini kesret içinde bulan sâlikin hâl ve hareketlerini kimse anlayamaz:

“Bize kesret varlıgın tuymak belâ vü gam yiter

Çünki vahdet ‘âleminden ferd ü tenhâ gelmişüz” (187/8, s.326)

Kesretin varlığını hissetmek bize belâ ve gam (olarak) yeter; çünkü biz vahdet âleminden tek ve yalnız gelmişiz.

“Biz ‘âlem-i vahdetden uş çün kesrete düşdük garîb

Bilmez kimesne dilümüz ki anlaya akvâlumuz” (192/3, s.331)

Biz, vahdet âleminden kesrete garip bir şekilde düştük; bizim dilimizi kimse bilmediği için sözlerimizi (de) kimse anlayamaz.

160

Tasavvufta, Allah dışındaki her şey mâsivâdır. Gönülde Allah’tan başka neyin sevgisi varsa onun sevgilisi odur. Bu yüzden kalpten mâsivânın atılması, sevginin Allah üzerinde yoğunlaşması büyük önem arz eder (Cebecioğlu, 2014:320). Vahdet-i vücûd anlayışına hâkim olan Yûsuf Hakîkî, Allah’tan başka varlığın olmadığına, Allah hârici her şeyden kurtulmak gerektiğine inanmaktadır:

“Bilmeyelüm mâsivâyı şöyle kıl hayrân u mest

Ülfet-i bî-gâneden hem âşinâdan vir halâs” (253/3, s.409)

Hayran ve mest bir şekilde olalım, mâsivâyı bilmeyelim; yabancının dostluğundan ve tanıdıktan kurtulalım.

2.2.1.1.4. Varlık / Vücûd

Bulunma, mevcûdiyet, vücûd anlamlarına gelen varlık kavramı tasavvufta, Allah’ın lutfu olan şeyleri kendi malı zannetmekten ileri gelen gurur, kendini var görme ve kibir anlamlarına gelmektedir (Uludağ, 2012:383).

Vahdet iline ulaşabilmek için varlıktan vazgeçip aşk içinde yanmak gerekmektedir. Her türlü vasıfları ve sıfatları bırakarak, aşkın hayretiyle hem-hâl olunmalı ve varlık perdesi ortadan kaldırılmalıdır:

“Rûşen bu ki vahdet iline bulmayısar yol

Varlıgını bu meş‘alede kılmayan ihrâk” (311/5, s.491)

Varlığını bu meşalede yakmayanın vahdet iline yol bulamayacağı açıktır.

“Hakîkî hayret-i ‘ışk içre mahv it

Bu varlıkdan geçüp vasf u sıfâtı” (316/79, s.504)

Ey Hakîkî! Bu varlıktan geçerek vâsıf ve sıfatı aşkın hayret makâmında yok et.

Allah’a yönelen gönüllerde Allah’ın cemâli tecellî etmektedir. Allah, her an başka bir şekilde, başka sıfatlarda kendisini göstermektedir. Varlık, Allah’ın tecellîsi ile yok olmuştur:

“Mahv oldı tecellî-i cemâlünde çü varlık

İdrâki bes iden seni sensin basarumdan” (442/3, s.671)

161