• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: DÎVÂNIN DİNÎ-TASAVVUFÎ KELİME, TÂBİR VE KAVRAMLAR BAKIMINDAN TAHLİLİ KAVRAMLAR BAKIMINDAN TAHLİLİ

2.1.4. Yaratılış ile İlgili Kavramlar 1. Ahsen-i Takvîm

2.1.5.5. İmân / Küfr

Sözlükte, “birinin söylediği sözleri tasdik etmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, emin kılmak” anlamlarına gelen imân, ıstılahta Hz. Muhammed’in Allah’tan getirdiği hükümleri, haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul ederek inanmak demektir (Dini Kavramlar Sözlüğü, 2006:315).

Küfr ise örtmek mânâsında olup kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene “kâfir” denilmektedir. Kâfirliğin sıfatı, küfürdür. Küfür, dine

152

inanmayıp Allah’a şirk koşma olarak da tarif edilmektedir (Dini Kavramlar Sözlüğü, 2006:390).

Yûsuf Hakîkî, küfr ve imân kavramlarını zıtlık oluşturmak adına birlikte kullanmıştır. Allah yolunda imân ile gitmenin gerekliğinden bahseden şâir, son nefesi verirken bile imân ile gitmeyi yeğlemiştir. Şâir, âciz ve kemter bir kul olduğunu belirtmiş ve Hakk’ın inâyetine sığınmıştır:

“Küfr küfri olmayan îmânı bil îmân degül

Degme cânda sen şu‘â‘-ı dîn ü îmân isteme” (511/6, s.749)

Küfr içinde olmayan imân bil ki imân değil; dinin ve imânın ışığını değme gönülde arama!

“Cânum dahı sensin benüm cânân dahı sensin bana

Dînüm dahı sensin benüm îmân dahı sensin bana” (15/1, s.75)

Ey Allah’ım! Benim canım da cânânım da sensin; dinim de imânım da sensin.

“Gönlümüz yüzini küllî sana dönder Yâ Rab

Bizi son demde sen îmân-ıla gönder Yâ Rab” (60/1, s.138)

Ey Allah’ım! Gönlümüzün yüzünü tamamen sana döndür; bizi son nefeste imân ile gönder.

“Son dem îmân-ıla hatm it bu Hakîkî’yi senün

Ki kulundur hele bir ‘âciz ü kemter Yâ Rab” (60/17, s.140)

Ey Allah’ım! Hakîkî senin âciz ve kemter bir kulundur; son nefesini imân ile sonlandır. 2.1.5.6. Mümin

Sözlükte “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki “emn” kökünün “if‘âl” kalıbından türeyen mümin kelimesi, “inanıp tasdik eden; başkalarının güvenli olmasını sağlayan, vaadine güvenilen” mânâlarına gelir (Topaloğlu, 2006:557). Allah, mümini imânı sayesinde azaptan kurtarır. Mümin dil ile ikrar ve kalp ile tasdik edip yasaklanan şeylerden uzak durursa gerçek mümin seviyesine erişebilir.

Bir insanın mümin olması kelime-i şehâdetin muhtevasına inanmasıyla gerçekleşir. Kişi bununla Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği imân esaslarını da kabul etmiş olur. Kelâm literatüründe imân esasları “Allah’a, Peygamber’e ve âhiret

153

gününe imân” şeklinde önce üç (usûl-i selâse), ardından kelime-i şehâdette belirtildiği gibi Allah’a ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine imân olarak iki ve nihayet Allah’a imân şeklinde (aslü’l-usûl) tek bir esasta özetlenmiştir. Kur’ân’da sâbit olup sahih hadîslerle de açıklanan imân esasları, sadece yaygınlık kazanan altı unsurdan ibâret değildir. Dinden olduğu kesin biçimde kanıtlanan itikâdî, amelî ve ahlâkî bütün hükümlere inanmak, bunların farz, helâl veya haram olduğunu tasdik etmek de mümin olmanın şartıdır” (Sinanoğlu, 2000:214).

Şâire göre mümin, nefsinin arzularına yenilmeyen kişidir. Yücelik, nefiste değildir: “Mü’min ol tapma hevâ-yı nefsüne

‘İzzetini nefsün idinme ‘uzâ” (5/65, s.57)

Nefsinin hevâsına tapma, mümin ol; büyüklüğünü nefis yoluyla edinme.

Dünya, mümin için zindan gibidir. Sıkıntı yeri olan dünyada mümin kişi rahat olamaz: “Bu dâr-ı mihnet içre ne râhat ola kişi

Dünyâ ki mü’min ola zindân yirinedür” (152/22, s.288)

Sıkıntı yerinde kişi nasıl rahat olur? Dünya, mümin olana zindan gibidir.

Gerçek müminin sözü doğru olmalıdır. Doğru söz söyleyen kişinin imânı tam, Allah katında da yeri yücedir:

“Ne gönli yıkılur hak söze eyden

Hakîkat mü’minem îmân menümdür” (175/5, s.313)

Doğru sözü söyleyenin gönlü hiç yıkılır mı? Ben, gerçek müminim, imân benimdir. 2.1.5.7. Münkir / Münâfık

Güç, şiddetli ve muğlak olmak, hoş olmamak, bilmemek ve tanımamak anlamındaki “nekr” kökünden türeyen münkir kavramı sözlükte, bir şeyi bilmeyen, bir hakkı ve gerçeği inkâr eden, bir şeyi hoş ve iyi görmeyen demektir (Dini Kavramlar Sözlüğü, 2006:497).

Şâire göre münkir, şüphe içindedir. Gönlü karanlık ile dolan münkirin aydınlığa ulaşması çok zordur:

154

İşidür-ise münkir yuymaz oldı” (565/4, s.820)

Münkir, şüphenin karanlığını görür ve işitirse, gönülden şüphenin karanlığını yüz ilim ile (bile) çıkaramaz (gönlünü temizleyemez).

Hakîkî, evliyânın yolundan ayrılmamayı öğütlemekte, ancak bu şekilde talihli olunacağını ifade etmektedir:

“İnende evliyâya münkir olma

Hele mukbil degülsen müdbir olma” (34/1, s.100)

Dergâhta evliyâyı inkâr etme; hele tâlihli değilsen de (bu şekilde) tâlihsiz olma.

Kaybolmak, eksilmek, geçmek ve tükenmek anlamındaki “nifak” kökünden türeyen münâfık, dinî ıstılahta kalbi ile inanmadığı hâlde inkârını saklayıp dili ile inandığını söyleyerek mümin görünen kimsedir (Dini Kavramlar Sözlüğü, 2006:496).

Mümin, münkir ve münâfığın utanma ve edebinin olmadığını belirten şâir, Allah yolunda aşk ile yanmayı talep etmektedir:

“Yanayım ne dirse ‘ârum yok disün

Mü’min ü münkir münâfık yanayım” (425/35, s.649)

Mümin, münkir ve münâfık bir şey diyecekse utanmam yok desin, yanayım. 2.1.5.8. Şirk

Sözlükte “bir şeyi ortak yapmak, birden fazla kişiye tahsis etmek, ortak kabul etmek ve ortak saymak” mânâlarına gelen şirk, dinî literatürde Yüce Allah’ın sıfat ve fillerinde ve Rab oluşunda ortağı, benzeri ve eşinin olduğunu kabul etmeyi ifade eder (Sinanoğlu, 2010:193-198). Yapılan ibâdetlerde Allah’tan gayrısını gözetme şirktir (Dini Kavramlar Sözlüğü, 2006:621).

Şâire göre vücûd, Allah’a ortak koşma gibidir. Allah hârici her şeyin varlığı geçicidir. Vücûd, hareketsiz kılınmalı ve Allah’ta yok olunmalıdır. Ancak bu şekilde “fenâfillah” mertebesine ulaşılabilir:

“Şirk oldı vücûdı külli külde

Mahv-ıla bu Lâtı eyle ‘âtıl” (365/27, s.564)

155

2.1.5.9. Şeytân

Din kitaplarında isyankâr cinlerin, kötü ruhların başı olarak nitelendirilen, insanları aldatarak doğru yoldan çıkarmaya, onlara Allah’ı unutturmaya çalışan varlık olarak tanımlanmaktadır (Çelebi, 2010:99-101).

Hakîkî, insan nefsini şeytânla bir görmüş ve Allah’tan onun kendilerine musallat olmamasını dilemiştir. Şâire göre nefis, din kalesini yıkan bir kâfir gibidir. Nefsin şeytâna benzetilmesi, insana musallat olması yönündendir:

“Eyleme nefsi vü şeytânı musallat bize kim

Dinimüz kal’asını yıkmaya kâfir Yâ Rab” (60/9, s.139)

Ey Allah’ım! Nefsi ve şeytânı bize musallat eyleme; dinimizin kalesini kâfir yıkmasın.

Şâire göre şeytân, yol kesen bir haydut gibidir. Darmadağın fikirlerin bırakılmasını ve şeytâna uyulmamasını ifade eden Hakîkî, Allah’ın yoluna baş koyarak vücûdun fedâ edilmesini istemektedir:

“Fikr-i perîşânı ko reh-zen-i şeytânı ko

Hak yolına cânı ko varlıgun eyle fidâ” (9/12, s.68)

Darmadağın fikri ve yol kesen şeytânı bırak; Allah’ın yoluna canını koy ve varlığını fedâ et.

2.2. TASAVVUF 2.2.1. Vahdet-i Vücûd

Allah’tan başka varlık olmadığının idrâk ve şuûruna sahip olmak demek olan vahdet-i vücûd sâlikin, gerçek varlığın bir tane olduğunu bunun da Hakk’ın varlığından ibâret bulunduğunu bilmesi demektir (Uludağ, 2012:371). Allah ve O’nun tecellîlerinden başka hiçbir şeyin hakîkî bir varlığı yoktur. Birçok İslâm mutasavvıfı tarafından belirtilen ve Muhyiddin İbn Arabî tarafından sistemleştirilen vahdet-i vücûd (Demirli, 2012:431-435), Yûsuf Hakîkî tarafından da benimsenmiştir.

Vahdet-i vücûd fikrine göre âlem, bir tek hakîkat ve vücûttan müteşekkildir. Allah, mutlak ve tek varlıktır. Kendi zâtıyla var olan Allah, bütün mahlûkatta zuhûr eylemiştir.

156

Varlığın tek ve bir olduğunu bilen, Allah’ın cemâlini görebilendir. Mutlak zâtın lutfu, âlemleri kaplamıştır:

“Yâ Rab senün kamulara cûdun-durur vücûd

Mevcûd lutfun-ıla olupdur kamu zevât” (60/20, s.147)

Ey Allah’ım! Her şeyin varlığı senin lutfundur; bütün her şey senin lutfunla var olmuştur.

Mutasavvıflar, tevhit makamlarını “isimler tevhidi”, “fiiller tevhidi”, “sıfatlar tevhidi” ve “zât tevhidi” olarak adlandırmaktadırlar (Tatcı, 1990:223; Özler, 2012:18-20). En üst makam olan zât tevhidi, fenâfillâhta yaşanmaktadır. Bu makamda görünen her varlık izâfî olup tek bir varlık bulunmaktadır. O da Allah’tır. Varlığını terk eden kişi Allah ile hem-hâl olmuştur:

“ ‘Âlem-i vahdetde gayrı dost sıgmaz kadri yok

Bu vücûdun egleyiben dinmez anda nîst ü hest” (87/8, s.172)

Vahdet âleminde kadri olmayan başka dost uygun olmaz (değeri de olmaz); bu vücûdunu varlık ve yoklukla oyalama, (fenâ makamına bunlar yakışmaz).