• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: DÎVÂNIN DİNÎ-TASAVVUFÎ KELİME, TÂBİR VE KAVRAMLAR BAKIMINDAN TAHLİLİ KAVRAMLAR BAKIMINDAN TAHLİLİ

2.1.1. İnanç ile İlgili Kavramlar 1. Allah

2.1.1.3. Kur’ân-ı Kerîm ve Diğer İlâhî Kitaplar

2.1.1.3.2. Tevrat, Zebûr

Tevrat, Allah’tan gelen dört büyük kitaptan ilkidir. İbranice “Tura” kelimesinin Arapçalaşmış biçimi olan Tevrat; kanun, ittifak, birlik, anlaşma, sözleşme, adlaşma gibi anlamları dile getirir. İslâm geleneğinde Hz. Musa’ya nâzil olan kutsal kitaptır. Yahudi

37 “Bütün benliğinle O’na yönel” (Müzzemmil 73/8).

38 “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyân edenlerden oluruz” (Arâf 7/23).

39 “O’na andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir” (Kâf 50/22).

40 De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (Zümer 39/53).

95

geleneğinde ise bugün Ahd-i Atik (Eski Ahit) denilen kitaplar toplamının adı olarak bilinmektedir (Baki, 2012:40-45). Zebûr ise Hz. Davûd’a indirilmiştir. Bu kutsal kitap hem Hıristiyanlar hem de Yahudiler arasında revaç bulmuştur (Gürkan, 2013:171-173). Şâir, bir şiirinde Tevrat ve Zebûr’a göndermede bulunmuş, Allah’ın inâyetine sığınmıştır:

“Tesbîh-i tuyûr-içün İlâhî Tevrît ü Zebûr-içün Îlâhî Mûsî hakı Tûr-içün Îlâhî

Üftâdelerüz ‘inâyet eyle” (3/18, s.45)

Ey Allah’ım! Kuşların zikri, Tevrat ve Zebûr, Hz. Musa ve Tûr Dağı’nın hakkı için, inâyet eyle, biz düşkünlerdeniz.

Zebûr, kitap mânâsına gelen Süryanice bir kelimedir (Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 2006:1250). Zebûr, aşkın kitabı olarak bilinir. Zebûr’un indirildiği Hz. Davûd, karşılıklı konuşma bakımından insanların en kibarı, ahlâk yönüyle de en güzelidir. Bu durumdan dolayı şâir, gönül okşayan sözlerin toplandığı kitabı Zebûr olarak vasıflandırmıştır:

“Bu zebûr-ı ‘ışkı ezber idip eylegil muhayyer

Dil ü cânı iy birâzer yine söz idip nevâdan” (438/10, s.664)

Ey dost! Aşkın Zebûr’unu ezberleyip ona hayranlık eyle ki onun nağmesi, yeniden gönlü ve canı okşasın.

2.1.1.4. Peygamberler

Peygamber, İslâm dinine göre Allah tarafından özel olarak görevlendirilen, insanlara Allah’ın buyruklarını bildiren, onları Allah yoluna, dolayısıyla dine çağıran kimsedir (Yavuz, 2007:257-262). Yûsuf Hakîkî Baba Dîvânı’nda isimleri geçen peygamberler, beyit ve bentlerde öne çıkan özellikleri ile ele alınmıştır:

96

Semavî kitaplara göre ilk insan ve ilk peygamberdir. İslâmî kaynaklarda insanlığın atası olması sebebiyle ebu’l-beşer, Kur’ân-ı Kerîm’de42 Allah’ın seçkin kıldığı kişiler arasında sayılmış olduğundan “safiyyullah” unvanlarıyla da anılmaktadır (Bolay, 1988:358).

Yeryüzündeki ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’e göndermede bulunan şâir, onun, Allah’ın kudret sıfatıyla yaratıldığına değinmiştir:

“Sen dîni kılan millet-ile ‘âleme şu’le

Sen tîni iden kudret-ile Âdem ü Havvâ” (4/9, s.50)

Ey Allah’ım! Sen dini, âleme ve yaratılanlara ışık olarak kıldın; balçığı, kudretinle Hz. Âdem ve Havvâ eyledin.

Şâir, yerde ve gökte her ne varsa Hz. Âdem’den var olduğunu belirtmektedir. Allah’ın ilk insan olarak Âdem’i yaratması, onun bir nişân olması kâinatın varoluşunun başlangıcı olarak ifade edilmiştir:

“Tâ‘atlar-içün ki yirde gökde

Âdem’den olındı tâ-be-hâtem” (385/17, s.600)

Yerde ve gökte ibâdet için (yaratılanlar) tâ sona (kıyâmete) dek (hep) Âdem’den yaratıldı.

Şâir, Hz. Âdem’in cennetten çıkarılmasına ve buna sebep olan şeytân ile tavus kuşuna göndermede bulunmuştur. İblîs ve Tâvûs nefsin tâ kendisidir. Hz. Âdem de nefsine uymuş43 ve yasak elmadan yemiştir:

“Âdem’i cennetden iy cân kim çıkaraydı eger

Olmayaydı reh-beri İblîs-ile Tâvûs-ı mâr” (147/43, s.272)

Ey gönül! Hz. Âdem’in rehberi İblîs ile Tâvûs (ejder) olmasaydı, O’nu cennetten kim çıkarabilirdi?

2.1.1.4.2. Hz. İbrâhim

42 (Âl-i İmrân 3/33).

43 Kur’ân-ı Kerîm’e göre, Âdem ve Havvâ cennete yerleştikten sonra orada Allah’ın nimetlerinden diledikleri gibi faydalanıyorlardı. Allah, onları yasak ağaca yaklaşmamaları hususunda uyardı: “Ey Âdem! Eşin (Havvâ) ile birlikte cennete yerleş; orada çekinmeden istediğiniz her yerde cennet nimetlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın, sonra ikiniz de zalimlerden olursunuz” (Bakara 2/35).

97

Hz. İbrâhim, kendisine sahîfe inen peygamberlerden biridir. Kavmini yıldızlara, putlara tapmaktan kurtarmaya çalışan Hz. İbrâhim44, Bâbil hükümdârı Nemrut’un attığı büyük bir ateşin içinden mucize sonucu kurtulmasıyla bilinmektedir (Harman, 2000:272-273). Edebiyatımızda sıkça işlenen hadîselerden biri olan bu olaya şâir tarafından da telmihte bulunulmuştur.

Şâir, Allah’ın lutfunun Nemrut’un ateşini kırmızı güle çevirdiğini belirtmektedir. Hz. İbrâhim, yıldızlara tapan kavmini Allah’a davet edince Nemrut, onu ateşe attırmıştır. Nemrut’un ateşi Hz. İbrâhim’i yakmamıştır. Allah’ın inayetiyle Hz. İbrâhim bir mucize göstermiş, ateş gülzâra dönüşmüştür (Pala, 2011:224-226). Ayrıca Hz. İbrâhim, putları kıran peygamber olarak da bilinmektedir:

“Ma‘bûdı kamunun melikâ sen keremünden

Nemrûd odın İbrâhim’e iden gül-i hamrâ” (4/10, s.50)

Ey Melik! Sen, her şeyin yaratıcısı ve kereminden Nemrut’un ateşini İbrâhim için kırmızı güle çevirensin.

“Büt-şiken ol diler-isen ola çün İbrâhîm

Âteş-i muhrikı sana ki gülistân olmak” (305/11, s.484)

Yakıcı ateşin sana gülistân olmasını dilersen Hz. İbrâhim gibi put kıran ol.

Hz. İbrâhim, nefsini zorlamış ve Tevrat’a göre Hz. İshâk’ı da kurban etme yoluna girmiştir.45 Allah’ın muhabbetini kazanmak, nefsi horlamak ile mümkündür. Ancak bu şekilde “Halilûllah” sıfatına nâil olunabilir:

44 “İbrâhim babası Âzer’e, “Sen putları İlâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. İşte böylece İbrâhim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizâmı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun. Üzerine gece karanlığı basınca bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da “Ben öyle batanları sevmem” dedi. Ay’ı doğarken görünce de “İşte Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi. Güneşi doğarken görünce de “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim!” Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. “Ben Hakk’a yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” Kavmi onunla tartışmaya girişti. Dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Hem sizin ona ortak koştuklarınızdan ben korkmam; ancak Rabb’imin bir şey dilemiş olması başka. Rabb’imin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?” (En’am 6/75-79).

45 “Tevrat’a göre kurban edilmek istenen Hz. İshâk’tır. Onun bu esnada kaç yaşında olduğu belli değilse de kurban takdimesinde nelerin gerekli olduğunu bildiğine ve yakılan kurban takdimesi için odun taşıyabildiğine göre delikanlılık çağında bulunmalıdır. Yahudi tarihçi Josephus’un dediğine göre Hz. İshâk yirmi beş, Rabbilerin hesabına göre de otuz yedi yaşına geldiğinde Allah, Hz. İbrâhim’i denemek

98

“Kıldı İbrâhîm rûha hullet odı çün eser

Yâra kurbân itdi çalar halk-ı İshâk’ı bugün” (447/8, s.677)

Hz. İbrâhim, gönüle âteşi dost kıldı (âteş gönülde tecellî etti); bu tesirle, Allah için Hz. İshâk’ın boğazına bıçak çalar.

2.1.1.4.3. Hz. Yâkup

Hz. Yâkup, Hz. Yûsuf’un babasıdır. Kaynaklarda Hz. Yâkup; etkili duası, sesinin gür olması, kurtlarla konuşması, çok uzun mesafelerden Yûsuf’un kokusunu duyması, gam ve hüznü ile ele alınmıştır. Hz. Yâkup, ağabeyleri tarafından kuyuya atılan Yûsuf’un vahşi hayvanlar tarafından öldürüldüğünün kendisine söylenmesi ve kanlı gömleğini görüp bu yalanlara inanması ile ağlamaktan kör olmuştur (Harman, 2013:276-277). Şâir, hürmet ile Allah’ın lütfuna ulaşmayı arzulamaktadır. Allah’ın lutfu, yeri ve zamanı geldiğinde ortaya çıkar. Bu durum tıpkı Hz. Yâkup’a, Hz. Yûsuf’un kokusunun ulaşması gibidir:

“Lutfı etegini dut sen ‘izzet-ile yârun

Tâ bûy-ı vaslı kıla Ya‘kûb’ı sırrı bînâ” (11/6, s.70)

Sen sevgilinin lutuf eteğini saygıyla tut; böylece kavuşma kokusu Yâkup’un gözünü açsın.

Hz. Yâkup’un Hz. Yûsuf’un ardından yıllarca gözyaşı dökmesi gibi âşıklar da gözyaşı dökmüştür. Âşıkların çektiği bu gam, Hz. Yâkup’un çektiği gama izafe edilmektedir:

“Nûr-ı basar neden bu Ya‘kûb’a oldı mahsûs

Andan ki Yûsuf-içün ol çekdi hüzn-i tenhâ” (11/8, s.70)

Gözün nûru (aklığı), neden Hz. Yâkup’a has oldu? Çünkü Yâkup, Hz. Yûsuf için yalnızlık hüznü çekti.

için sevdiği biricik oğlu Hz. İshâk’ı Moriya diyarına götürüp bir dağ üzerinde yakılan kurban olarak takdim etmesini emreder. Hz. İbrâhim bu emir üzerine Hz. İshâk ile beraber iki uşağını da yanına alarak Moriya diyarına gider. Yolda Hz. İshâk babasına kurban edilecek kuzuyu sorar. Babası kuzuyu Allah’ın tedarik edeceğini söyler. Belirtilen yere vardıklarında ve Hz. İbrâhim, Hz. İshâk’ı kesmeye teşebbüs ettiğinde Rabb’in meleği müdahale eder, imtihanı başardığını bildirerek Hz. İshâk’ın yerine kurban edilmek üzere bir koç verir. Hz. İbrâhim bu imtihanda başarılı olduğu için mübârek kılınır, zürriyetinin çoğaltılacağı müjdelenir (Tekvîn, 22/1-19)” (Harman, 2000:519-521).

99

Hz. Yâkup’un, Hz. Yûsuf’a olan muhabbeti ona müjdeler ulaştırmış, gözündeki ak mucizevî bir şekilde ortadan kalkmıştır:

“Gehî Ya’kûb’a gönlek kohusından Beşâret dîde-i bînâ getürdi” (545/11, s.795)

Bazen gömleğin kokusundan Hz. Yâkup’un gören (açılan) gözüne müjdeler ulaştı.

Hz. Yâkup, oğlu Hz. Yûsuf’un yokluğunda Bünyâmin de yanından ayrılınca üzüntüden iki gözüne ak düşmüş, oğlu Hz. Yûsuf’un gönderdiği gömleği yüzüne sürerek gözleri açılmıştır.46 Şâir, bu mucizevî olaya telmihte bulunarak zamanın şeyhlerini eleştirmiş ve bu olaydan ders almalarını istemiştir:

“Ger açam pîrehen nûr-ı basîret ola Ya‘kûb’a

İrüşsün ragmına şeyh-i zemânun bu beşâretler” (179/8, s.319)

Hz. Yûsuf’un gömleği açıldığında Hz. Yâkup’un gözüne idrâk nûru ola; bu müjdeler, zamânın şeyhlerine rağmen erişsin.

İbn Abbas’tan gelen bir rivâyete göre kardeşleri Hz. Yûsuf’u kuyuya attıktan sonra kestikleri bir kuzunun kanını gömleğine sürerler, babalarına da kardeşlerini bir kurdun yediğini söylerler. Ancak Hz. Yâkup, “Kurt onu nasıl yemiş olabilir, gömleği bile yırtılmamış” diyerek oğullarına inanmadığını belirtir. Diğer bir rivâyete göre ise oğulları babalarının yanına bir kurt getirerek, “Hz. Yûsuf’u bu kurt yedi” derler, Hz. Yâkup da “Ey kurt! Benim evlâdımı sen mi yedin?” diye sorunca Allah kurdu konuşturur ve kurt, “Ben çocuğunu ne yedim ne de gördüm” cevabını verir (Harman, 2013: 276). Şâir, Hz. Yûsuf’un kuyuya atılma hadisesine telmihte bulunmaktadır:

“Cübb-i Taklîd’e47 bırakdı Yûsuf’ı kardeşleri

Ger getürmezse yola Ya‘kûb ol ‘âkı bugün” (447/7, s.677)

Hz. Yâkup, bugün o itaatsiz olan kardeşleri yola getiremediği için kardeşleri Hz. Yûsuf’u Taklid kuyusuna attılar.

46 “Bu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, gözleri açılsın ve bütün ailenizi bana getirin, dedi” (Yûsuf 12/93).

47 “Cübb, bir vadi ortasında olan kuyulardan biridir. Bu kuyulardan birine Cübb-i Yûsuf (Yûsuf Kuyusu) derler. Bu kuyu aynı zamanda, Dabab diyarındadır. Kahire yakınlarında olan bu kuyu, zamanında Hacıların ve askerlerin konakladığı bir mekândır” vajehyab.com (Farsça Sözlük).

100

Şâir, Hz. Yâkup’un evi olan külbe-i ahzâna göndermede bulunarak o evde Hz. Yâkup gibi garip kaldığını belirtmektedir. Hz. Yûsuf’un ayrılığı, Hz. Yâkup’u hüzne boğmuştur:

“Ya‘kûb-vâr külbe-i ahzânda men garîb

Niçe yanam iy Yûsuf-ı Ken‘ân’um evliyâ” (30/6, s.96)

Ey evliyâ! Hz. Yâkup gibi hüzün ile dolu evde garîbim; Kenânlı Yûsuf’um, nasıl yanmayayım?

2.1.1.4.4. Hz. Yûsuf

Hz. Yâkup’un oğlu ve İsrâiloğullarına gönderilen bir peygamber olan Hz. Yûsuf (Harman, 2013:1-5) edebiyatımızda; güzelliği48, Zelihâ’nın kendisine olan aşkından dolayı yaşadıkları, zindana atılması, iffetli ve temiz olması yönleriyle ele alınmıştır. Dîvân’da sevgilinin güzelliği, Hz. Yûsuf’un güzelliğine benzetilerek anlatılmıştır. Ünlü ressâm Mânî, Yûsuf’un yüzü gibi bir güzelliği daha önce görmemiş ve idrâk edememiştir:

“Ol ki Ma‘nî Yûsuf-ı hüsni temâşa eylemiş

Anda sûret nakşın ol anlamamış had görmemiş” (249/4, s.406)

Hz. Yûsuf’un güzelliğini temâşa eyleyen Mânî, ondaki sûreti idrâk edememiş, daha önce (öyle bir) yanak görmemiştir.

“Degme cân dil-ber cemâli şevkını görmiş degül

Vaslı kohusında bînâ Yûsuf’un Ya‘kûb ola” (26/10, s.90)

Değme gönül, sevgilinin cemâlinin ışıltısını (Hz. Yûsuf’un yüzünü) görmüş değildir; Hz. Yûsuf’un kavuşma kokusu ile Hz. Yâkup görebilmiştir.

Hz. Yûsuf’un güzelliği, kardeşleri tarafından atılan kuyuyu güneş gibi nûrlandırmış ve kuyuda bulunan suyu tatlı hâle getirmiştir:

“Ol delvden görürem nâ-geh cemâl-i Yûsuf

Hurşîd-veş ki tâbân gösterdi rûy-ı zîbâ” (11/2, s.70)

48 Nitekim Yûsuf Sûresi, Kur’ân’daki en güzel kıssadır. “Sana bu Kur’ân’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin” (Yûsuf 12/3).

101

Ansızın o (kuyunun içindeki) kovadan Hz. Yûsuf’un cemâlini görürüm; (o kova) güzel yüzü, güneş gibi parlak gösterdi.

“Şûr-iken andagı su Yûsuf melâhatından

Tutup halâvet olmış çün şîr ü şehd ü halvâ” (11/4, s.70)

Kovadaki su tuzlu iken, Hz. Yûsuf’un güzelliğinden dolayı süt, bal ve helva gibi tatlı olmuş.

Hz. Yûsuf’un yüceliğinin, kuyuya atılması ile azalmayacağını belirten şâir, onun gömleğinin yırtılması hadisesi49ne de değinerek her türlü engelin onun Mısır’a aziz olmasını önleyemeyeceğini ifade etmektedir:

“Câhı ko tâ olmaya Yûsuf-ı ma‘nîye çâh

Dest-i Zelîhâ’dan ol dâmen-i pîrâheni” (542/27, s.790)

Yüceliği bırak, kuyu ve Zelîhâ’nın tuzağı bile Hz. Yûsuf’u engelleyemedi.

“Züleyha çok yakışıklı olan Hz. Yûsuf’a karşı arzu duyar ve ona beraber olmayı teklif eder. Ancak Hz. Yûsuf evini kendisine emanet eden efendisine ihânet edemeyeceğini, ayrıca Allah’a karşı günah işlemekten korktuğunu söyleyerek bunu kabul etmez. Kadın ısrar ederse de Hz. Yûsuf her defasında onu geri çevirir. Bir gün Züleyha, Hz. Yûsuf’u gömleğinden yakalamak isteyince, Hz. Yûsuf gömleğini çıkarıp dışarıya kaçar. Bunun üzerine kadın, hizmetçilerini çağırarak Hz. Yûsuf’un kendisine saldırdığını ve bağırınca da gömleğini bırakıp kaçtığını söyler. Kocası gelince durumu ona da anlatır, Potifar da Hz. Yûsuf’u zindana attırır” (Harman, 2013:2).

Hakîkî, bu olaya telmihte bulunarak kendisinin de zindanda bulunduğunu, türlü zorluklar çekmeden selâmete eremeyeceğini ifade etmektedir. Nitekim Hz. Yûsuf, sonunda Mısır’a aziz olmuştur:

“Men gülem gerçi pürem oldı diken

Yûsuf’am gerçi bu zindândayam” (409/2, s.629)

49 “Yûsuf, “O benden arzusunu elde etmek istedi” dedi. Kadının ailesinden bir şahit de şöyle şahitlik etti: “Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, O (Yûsuf) yalancılardandır.” “Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir. O (Yûsuf) ise, doğru söyleyenlerdendir.” Kadının kocası Yûsuf’un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce dedi ki: “Şüphesiz bu, siz kadınların tuzağıdır. Şüphesiz sizin tuzağınız çok büyüktür.” “Ey Yûsuf! Sen bundan sakın kimseye bahsetme. (Ey Kadın,) sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen günah işleyenlerdensin” (Yûsuf 12/26-29).

102

Ben gülüm ve (gönlüm) diken doludur; Hz. Yûsuf (gibi) zindandayım.

Hz. Yûsuf, takvânın en güzel örneğini vermiştir50. Allah’ın yasakladığı durumlara meyletmeyen Hz. Yûsuf, mucize göstermiş ve babası Hz. Yâkup’a gönderdiği gömlek onun görmesini sağlamıştır. Takvâ sahibi olan kişi, Allah’ın sırlarına ulaşmaya hâizdir:

“Hâsiyyet-i takvâyıdı Yûsuf’daki dindi

El-kûhu ‘alâ vechi ebî ye‘ti basîrâ51” (4/30, s.51)

Takvânın meziyeti, Hz. Yûsuf’taydı; Hz. Yâkup’a gönderdiği gömlek, onun görmesini sağlayacaktır.

2.1.1.4.5. Hz. Eyyûb

İmtihânını başarıyla vermesiyle anılan Hz. Eyyûb, edebiyatımızda sabrıyla52 anılmış ve ideal bir kimliğe bürünmüştür (Harman, 1995:16-17; Albayrak, 1995:17).

Yûsuf Hakîkî’ye göre, tasavvuf yoluna tâlip olan kişinin bir an benliğine uyarak Allah’tan uzak olması, tıpkı Hz. Eyyûb gibi acılar ve sıkıntılar içinde olması gibidir:

“Bir nefes kendülik-ile oldugı Hak’dan ırak

Âşıka yüz zarr u renc-i mihnet-i Eyyûb ola” (26/8, s.89)

Bir an benliğine uyarak Allah’tan uzak olan âşık, tıpkı Hz. Eyyûb gibi acı ve sıkıntıdadır.

Şâire göre, vücûdun bir bölgesini kurt yerse, kurdun yediği yeri sağaltmak için sabırla davranılmalı; şükrün tatlılığını Hz. Eyyûb’un vücûdundaki yaralara sürdüğü gibi merhem etmelidir:

“Kirm-i belâ delerse teni şükr şekkerin

Eyyûb gibi sabr-ıla merhem-bahâ idün” (334/3, s.524)

50 “Yûsuf, “Ey Rabb’im! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve câhillerden olurum” dedi. Rabb’i onun duâsını kabul etti ve kadınların tuzaklarını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz ki O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” (Yûsuf 12/33-34).

51 “Bu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, gözleri açılsın ve bütün ailenizi bana getirin, dedi” (Yûsuf 12/93).

52 “Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyâz etmişti. Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik” (Enbiyâ 17/83-84).

103

Belâ kurdu, bedeni delerse, Hz. Eyyûb gibi şükrün şekeriyle ve sabırla (o yaraya) merhem oluşturun.

Şâir, gam kurdundan dolayı her dem delinen bir yürek sahibinin, Hz. Eyyûb gibi sabredemeyeceğini dile getirmektedir:

“Her dem delinür kirm-i gamundan kanı yürek Eyyûb gibi sabr idebile mi vâyli” (570/7, s.832)

Eyvâhlar olsun! Her dem gam kurdu ile delinen yürek, Hz. Eyyûb gibi sabredebilir mi? 2.1.1.4.6. Mûsâ

Hem Yahudilik ve Hıristiyanlığa hem de İslâm’a göre büyük bir peygamber ve İsrâiloğullarını Firavun’un zulmünden kurtarıp hürriyete kavuşturan bir liderdir (Harman, 2006:207). Kendisine dört büyük kitaptan Tevrat ile risâlet görevi verilmiştir. Edebiyatımızda; Tûr Dağı’nda Allah ile konuşması, Firavun ile mücadelesi, Kızıldeniz’i asasıyla ikiye bölmesi, koynuna soktuğunda elinin beyazlaşması, asâsı ve Hızır ile yaptığı yolculuklarla anılmaktadır (Onay, 1996:364; Pala, 2011:334-335). Tasavvufta Hz. Mûsâ, rûha işarettir.

Yûsuf Hakîkî, gönlüne seslenerek Hz. Mûsâ’nın nûruyla Tûr Dağı’nın parça parça olduğu olaya telmihte bulunmaktadır. Tıpkı Tûr Dağı’nın parça parça olması gibi şâirin gönlü de parçalanmıştır:

“İy gönül Mûsî’si nûrun bu vak‘ârum Tûr’unı

Pâre pâre eyledi ol sâ’kada kaldum zebûn” (445/4, s.674)

Ey gönül Mûsâ’sı! Nûrun vakarımın Tûr’unu parça parça eyledi ve ben o sâkada tâkâtsiz bir hâlde (kala) kaldım.

Hz. Mûsâ, Tûr civarına geldiğinde dağda ateş görür. Yolu soracak birini bulmak veya bir ateş parçası almak için yaklaştığında vadinin sağ yamacından gelen bir sesle kendisine ayakkabılarını çıkarması emredilir ve peygamber olarak seçildiği bildirilir; asâ ve beyaz el (yed-i beyzâ) mûcizeleri verilir. Bu iki mûcize, Firavun53 ve adamlarına

53 “Firâvun’a gidin. Çünkü o azmıştır.” “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” Mûsâ ve Hârûn şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize karşı aşırı davranmasından yahut azmasından korkuyoruz.” Allah şöyle dedi: “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.” “Ona gidin ve şöyle deyin: “Şüphesiz biz Rabb’inin elçileriyiz. İsrailoğullarını (serbest bırak

104

karşı Mûsâ’nın haklı ve yetkili olduğunu göstermek üzere Allah tarafından verilmiş iki delildir (Harman, 2006:211).54 Yûsuf Hakîkî, Allah’ın tecellîsinin gönülde arttığını dile getirmektedir. Gönül, Hz. Mûsâ’nın nûruyla parçalanan Tûr Dağı gibidir:

“Çün nikâb-ı keyfi medde’z-zılli55 ref’ itdi ruhûk

Her yiri şu’len gönüle Tûr-ı Mûsî gösterür” (158/6, s.295)

Şarap (Allah’ın sırrı), gölgenin örtüsünü kaldırdı; senin şûlen gönüle her yeri Mûsâ’nın Tûr’u gösterir.

Allah, Hz. Musa’ya yardımcı olmuş bazen de onun karşısına Firavun’u çıkarmıştır.O, bazen elindeki asâ (vahdet), bazen de yılan (kesret) ile Hz. Musa’yı imtihan etmiştir:

“Ol ki gâhî ‘avn olur Mûsî’ye geh Fir’avn olur

Geh ‘asâ görinür elde gâh ef’î gösterür” (158/7, s.295)

O ki, bazen Mûsâ’ya yardımcı olur bazen de Firavun olur; bazen elde asâ görünür, bazen yılan gösterir.

Allah, Hz. Mûsâ’ya Tûr Dağı’nda peygamberlik tevdi etmiştir. Mûsâ’nın vahdet şarabı ile dolu kadehinden içen (ona inanan) kimselerin gönlü mest ve harap olur:

“Cezbe-i innî ena’llâhu56dan bu câm-ı Mûsî’yi

ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana Rabb’inin katından bir mucîze getirdik. Selâm, doğru yola uyanlara olsun” (Tâhâ 20/43-47).

54 “Mûsâ’nın haberi sana ulaştı mı? Hani bir ateş görmüştü de ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm yahut ateşin başında, yol gösterecek