• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: DÎVÂNIN DİNÎ-TASAVVUFÎ KELİME, TÂBİR VE KAVRAMLAR BAKIMINDAN TAHLİLİ KAVRAMLAR BAKIMINDAN TAHLİLİ

2.1.1. İnanç ile İlgili Kavramlar 1. Allah

2.1.1.3. Kur’ân-ı Kerîm ve Diğer İlâhî Kitaplar

2.1.1.5.3. Cennet ve Cehennem

Cennet “örtmek, gizlemek” anlamındaki “cenn” kökünden isim olup “bitki ve ağaçları ile toprağı örten bahçe” mânâsına gelir. Âhiret hayatında müminlerin ebedî saâdet yurdu olan yerin bu şekilde adlandırılmasının sebebi, genel görünümüyle dünya bahçelerine benzemesi veya eşsiz nimetlerini insan idrâkinden gizlemiş olması şeklinde açıklanmıştır (Şahin, 1993:374). Cennet, ölümden sonra insanlara Allah tarafından mükâfat olarak verilecek ve insanlar orada ebediyyen yaşayacaklardır. Cennet meşalesi, gönülleri aydınlatmaktadır:

“Yâ Rab bu şem‘-i cân-fezâ misbâh-ı Cennet mi ‘aceb Kim kalbe virür rûşenâ” (13/1, s.72)

Ey Allah’ım! Acaba, cânı açan mum, cennet meşalesi midir? Çünkü kalbe aydınlık verir.

120

Hakîkî, Allah’ı isteyenlere, O’na yönelmelerini öğütlemektedir. O’na yönelip doğru yolda olanlar, cennet ile şereflendirilecektir:

“Gel bu riyâz-ı Cennet’e eyle teveccüh hazrete İy tâlib-i sâdık bugün” (13/13, s.73)

Ey doğruluğu talep eden! Bugün, (bundan sonra) Allah’a yönel, cennet bahçesine gel.

Şâir, doğruluk yolunda sadece aşk ile yürüdüğünü belirtmektedir. Aşk hârici olan her şey fânidir. Kendisinin zâhid olmadığına da gönderme yapan Hakîkî, Allah aşkı ile yürümekte, zâhid gibi sadece cennet için çalışmamaktadır:

“Biz ne cennet bilürüz ne hod sevâb

‘Işkı bilürüz hemân râh-ı savâb” (46/1, s.121)

Biz ne cenneti ne de kendi hayırlı işimizi biliriz; (biz) doğru yolda sadece aşkı biliriz.

Hakîkî, cennet nimetlerine meyletmemiştir. Şâir için dünya da bir zindan gibidir. Masîvâdan el çeken şâir için tek gerçek Allah’tır:

“Cennet na‘îmini göze göstermezüz bize

Dünyâ serâyın anma ki zindânı n’eylerüz” (198/8, s.342)

Cennet nimetleri gözümüzde değildir, bize dünya sarayı da zindan gibidir.

Gül, çemeni cennet misali bir şekle dönüştürmüştür. Cennette bulunan güzel çiçekler ve bahçeler, canlılığı temsil etmektedir. Sonsuzluk âlemi oradadır:

“Gül çemen sahnın bugün gör eylemiş cennet-misâl Hullesin agaçlarun dîbâ-yı hadrâ eylemiş” (233/13, s.385)

Gül, çemenin meydanını bugün cennet gibi eylemiş, gör; elbisesini (ise) ağaçların yeşil kumaşından eylemiş.

Din yolunda yiğitlik ile yürünmelidir. Vakti geldiğinde tıpkı Hz. Âdem ile Havvâ’nın cennetteki yasak meyveden yiyip cennetten çıkarıldığı gibi sâlikler de bir acı kelek ile Allah’ın yolundan geri kalabilirler. Bu yolda istikamet üzere yürünmelidir:

“Bâg-ı cennet olmaya merdâna bâg

Sini yoldan koya bir acı kelek” (322/9, s.511)

121

Cehennem, günah işleyenlerin öldükten sonra âhirette cezâlarını çekecekleri yerdir (Harman, 1993:225-226). Kur’ân-ı Kerîm’de cehennem için yedi isim kullanılmıştır: Cehennem (derin kuyu), nâr (ateş)72, cahîm (alevleri kat kat yükselen ateş), hâviye (düşenlerin bir daha geri dönemediği uçurum, yer), saîr (çılgın ateş), lezâ (dumansız ve katıksız alev), sakar (ateş), hutame (obur ve kızgın ateş). Bunlardan Kur’ân’da en çok geçen cehennem kavramıdır (Dini Kavramlar Sözlüğü, 2006:87).

Şâir, Allah’ın yolundan ayrılmadığı sürece, meşalesinin Allah’ın nûruyla aydınlanacağını, cehennem karanlığından korkmayacağını ifade etmektedir:

“Ne korhu ya cehennem zulmetinden

Bana çün meş‘alem ol mâh olursa” (31/6, s.97)

O, Allah’ın cemâli benim meşalem olursa cehennemin zulmetinden korkmam.

İslâm inancına göre puta tapan kişilerin yeri cehennemdir. Nefsin arzularını terk etmeyen sâlikin yeri de cehennem olabilir:

“Terk it hevâ-yı nefsi tâ olmaya yirün hâviye

Kim büt-perest olan kişi olur cehennemde hatab” (43/13, s.115)

Nefsin hevâsına uyma, yerin cehennem olmasın; çünkü puta tapan kişi cehennemde odun olur.

Âşıkların canı sürekli yanmaktadır. Gönlü Allah’ı zikreden âşıkların sergileyebileceği olumsuz davranışlar, onların Allah’ın tecellîsine ulaşmasına engel olacaktır. Bu engel, tıpkı cehennem ateşi gibidir:

“ ‘Âşıkun nârı cehennemden eşed

Cânına oldı ‘azâbı ihticâb” (45/17, s.120)

Âşığın cânına, cehennemin yakıcı ateşinin azabı örtü oldu.

Fitne ve fesatlık, insanoğlunun en büyük düşmanıdır. Şâir, fitne ve fesatlığı cehennem ateşine benzetmektedir. Hasetlik, tıpkı cehennem ateşi gibi insanoğlunun sonunu hazırlamaktadır:

72 “Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’ân) hakkında şüphede iseniz, haydi onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin). Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o halde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş, kâfirler için hazırlanmıştır” (Bakara 2/23-24).

122

“Dünyede hem cehennem oldı yakar Seni nâr-ı hased dirîg dirîg” (283/9, s.454)

Eyvâh, eyvâh! Dünyada seni hem hasetlik ateşi hem cehennem yakar. 2.1.1.5.4. Dû-âlem

İki âlem demek olan dû-âlem, dünya ve âhiret anlamına gelmektedir (Devellioğlu, 1997:192). İnsanoğlu için her iki dünyanın da bir kerâmeti vardır. Şâir, iki cihânda da saâdet ile yaşamak ve kurtuluşa ermek için zühd ve takvâ sahibi olmak gerektiğini belirtmektedir:

“Kıl itâ‘at evâmir-i şer‘a

Olsun işün hemîşe zühd ü salâh” (110/10, s.203) “Dü-cihânda ki bulmag istersen

Sermedî sen sa‘âdet-ile felâh” (110/11, s.203)

Eğer iki cihânda da sonsuzluğa ve kurtuluşa ulaşmak istiyorsan, dinî hükümlere itâat et; işin dâima takvâ ve doğruluk üzere olsun.

Şâir, iki dünyayı da bir yudum meye tercih ettiğini ifade etmektedir. Mâsivâdan vazgeçen Hakîkî, Melâmilik yolunda kendisini gizlemiş ve vahdet şarabına yönelmiştir:

“Zerkumuza bakma mey-perestüz

Rüsvâ vü melâmetî vü bed-nâm” (430/4, s.655) “Bir cur‘aya satmışuz dü-kevni

Olmaz bize ‘akl-ı pîri ibrâm” (430/5, s.655)

Biz, Allah’ın sırları ile dolu kadehten bir yudumu tercih etmiş, iki dünyayı (masîvâ) da satmışız, bize akıl pîrimizin ısrarı tesir etmez, biz melâmîlik yolundayız, kötü biliniriz. 2.1.1.5.5. Kıyâmet

Kıyâmet kelimesi “kalkmak, dikilip ayakta durmak” mânâsındaki “kıyâm” kökünden isim veya masdar olup “dirilip mezarından kalkma, Allah’ın huzurunda durma” yahut “bu olayın başlangıcını teşkil eden kozmik değişikliğin vuku bulması” anlamına gelir (Topaloğlu, 2002:517). Âlemin sona ermesi demek olan kıyâmet, ölümden sonra ebedî hayata kavuşmak üzere yeniden dirilmektir. Yûsuf Hakîkî, Şeyh Hâmid-i Velî’ye

123

yazmış olduğu bir medhiyyesinde kıyâmet günü onunla birlikte Hz. Muhammed’in “Livaü’l-Hamd”73 isimli sancağı altında toplanmayı arzulamaktadır:

“Livâ-yı hamdi altında kopar hem Ahmed’ün Yâ Rab

Kıyâmet kopıcak yarın ki amennâ ve saddaknâ74” (6/48, s.62)

Ey Allah’ım! İnandık ve tasdik ettik ki yarın kıyâmet koptuğunda, bizi Hz. Muhammed’in sancağı altında topla.

Şâir, din büyükleri ile birlikte kıyâmet gününde Hz. Muhammed’in sancağı altında toplanmayı Allah’tan dilemektedir:

“Haşr it bularunla anı der-rûz-ı kıyâmet

Sultân-ı rusülden idüp erzân-ı şefâ’at” (120/50, s.220)

Kıyâmet gününde, resüllerin sultânının şefaatiyle bizi din büyükleri ile birlikte haşr et.

Şâir, dünya malından kıyâmet için yolluk hazırlanmasını ve hazırlık yaparken acele davranmak gerektiğini belirtmekte; tarikata intisap etmenin gereğini vurgulamaktadır. Tarikat yolundayken azık (Allah’ın hükümlerine uyma) hazırlanmalıdır. Ölüm vakti yakındır, gâfil avlanmamak gerekir:

“Bu ribât-ı köhneden râh-ı kıyâmet zâdın al

Cehd kıl tîz ol Hakîkî vakt-i rıhletdür karîb” (55/11, s.133)

Ey Hakîkî! Acele et, göç vakti yakındır; çaba sarf et, bu eski tekkeden kıyamet yolu için azık al.

“Tûşe-i râh-ı kıyâmet hâsıl it

Gâfil oldun hey kanı yol yaragı” (596/9, s.861)

Ey kişi! Kıyâmet yolunun azığını hazırla; yol azığın hani, nerede? Gâfil oldun.

73 “Livaü’l-hamd terkibi Kur’ân-ı Kerîm’de yer almamakla birlikte müteahhir dönem İslâmî eserlerde İsrâ sûresindeki bir âyette geçen (17/79) “makâm-ı mahmûd” terkibiyle bağlantı kurup bazı hadîs rivâyetlerine dayanmak suretiyle bu tabir literatüre mâl edilmiştir. “Gecenin bir kısmında uykudan kalkıp sana mahsus ihtiyarî bir ibâdet olarak namaz kıl! Böylece Rabb’inin seni övgüye lâyık bir makama yükselteceğini umabilirsin” meâlindeki âyette yer alan “makâm-ı mahmûd”un açıklanması sırasında müteahhir döneme kadar tefsir kitaplarında “Livaü’l-hamd” tabirine atıf yapılmamıştır. Taberî, “makâm-ı mahmûd”un Hz. Peygamber’e kıyamet gününde verilecek geniş alanlı şefaat yetkisinden ibâret olduğunu söylemiştir” (Yavuz, 2003:200).

124

Şâir, bazı kimselere kıyâmete ve dirilmeye inanmadıkları için kızmaktadır. O kişiler, her türlü olumsuz davranışları sergilemektedir:

“Ne haşre kâyil olur ne kıyâmete inanur

Ne ki diler-ise işler ne bu‘d eger ne ba‘îd” (127/12, s.234)

Ne dirilmeye ne de kıyamete inanır? Ne uzaklık ne uzak!

Şâir, sevgiliye seslenmekte ve sevgiliden dolayı gönlünde kopan aşktan dem vurmaktadır. Gönlündeki aşkın alâmetini anlatmak hiç de kolay değildir:

“Gönülde şûriş-i ‘ışkun koparur bir kıyâmet ki

Ana bu dilden eydilmez ki ne olur ‘alâmetler” (179/6, s.318)

(Ey sevgili!) Gönülde senin aşkının kargaşasından dolayı kıyâmet kopar; (kopan kıyâmetin) alâmetini bu gönül söyleyemez.

Dünya, sevgili (Allah) olmadan kıyâmet gibidir. Mahşer karanlığı dört bir yanı kaplamıştır:

“Kıyâmetdür cihân sensüz gözüme

Ki olur zulmet-ı mahşerden artuk” (316/84, s.504)

Dünya, sensiz gözüme bir kıyâmet anıdır; bu yüzden artık (gözüm) mahşer karanlığına (bürünmüştür.)

Şâir, zamânın fitne ve fücûrunu kıyâmet alâmeti olarak görmektedir: “Degül mi ‘alâmet-i kıyâmet

Gör fitne vü şûrı bu zamânun” (337/5, s.530)

Bu zamanın fitne ve hasedi, kıyâmet alâmeti değil midir? 2.1.1.5.6. Mahşer

Mahşer75, âhiret hayatında bütün insanların, dünyada yaptıklarının hesabını Allah huzurunda vermek üzere tekrar dirilip toplanacakları yerdir (Toprak, 1997:416).

Yûsuf Hakîkî, mahşer yerinde Hz. Muhammed’in sancağı altında toplanmayı istemekte, Allah’a yalvarmaktadır:

125

“Ahmed’ün hamd-i livâsınun İlâhî tahtında

Haşri kıl cümlemüzi çün ola mahşer Yâ Rab” (60/19, s.140)

Ey Allah’ım! Hz. Muhammed’in “Livaü’l-hamd” isimli tahtı altında cümlemizi haşr eyle ki mahşer olsun.

Dünya hayatında hiç kimse üzerine düşeni yapmamakta, Allah’ın emir ve yasaklarına uymamaktadır. Mahşer günü, herkes uryan bir şekilde diriltilecektir:

“Er erligini bilmeye ‘avrat nisâlıgın

Cümle hufât mahşere cem‘ olıcak ‘urât” (66/14, s.147)

Er, erliğini, kadın, kadınlığını bilmeyecek; bütün giyinmiş olanlar, mahşer gününde çıplak haşr olacak.

Sâlik, aşk yolunda yiğitlik göstermektedir. Tıpkı şâhlara lâyık şekilde aşk yolunda sâbit-kademdir. Mahşer günü dünyanın sonu, âhiretin başlangıcıdır. Mahşer gününde, herkes kabirlerinden çıkarak kendilerini çağırana doğru koşacaklardır:

“San oldı rûz-ı mahşer yitdi ayahda kişver

Kim çekdi ‘ışkı leşker şâhânalıklar eyler” (164/8, s.301)

Sâlik, aşkın derdini çekti, hoşluk eyler; sanki mahşer günü oldu, dünya memleketi kayboldu.

2.1.1.5.7. Sırât

Sözlükte yol mânâsına gelen sırât, cehennem üzerinde bulunan bir yol veya köprüdür. Müminler cennete bu yoldan geçerek ulaşacaklardır (Dinî Kavramlar Sözlüğü, 2006:593).

Cehennem üzerinden cennete ulaşan bu köprüyü geçebilmek için güzel amellerle azık hazırlamak gerekmektedir. Dünyada yapılacak olan iyi ve güzel ameller, bu köprüden yıldırım hızıyla geçebilmeyi sağlayacaktır:

“Bilürsin anda su‘âl u cevâb olınsa gerek

İşitdün âhi sırâtı geçersin eyle yarag” (286/8, s.458)

Ey kardeş! Orada (mahşerde) sorulara cevap verileceğini bilirsin; sıratı geçmek için azık hazırla.

126

İnsanoğlunun dünyadaki iyi ve güzel amelleri, âhirette önüne köprü olarak gelecektir. Şâir, herkesin ümidinin Hz. Muhammed olduğunu ifade eder:

“Yâ Rab ümîzi kamunun ol şefî‘

İt yolumuza sırât olduk da pül” (363/16, s.559)

Ey Allah’ım! Herkesin ümidi Hz. Muhammed’tir; (Sen) yolumuzdaki köprüyü sırat et, (sırat köprüsünden geçmeyi nasip et).

Müminlerin bazıları sırat üzerinden yıldırım misali, bazıları rûzgâr gibi, bazıları ise atlar gibi geçeceklerdir. Münâfıklar ise emekleme hâliyle geçmeye çalışacak ve ateşe düşeceklerdir. Kâfirler ise köprüden geçemeyecek direkt olarak ateşe yuvarlanacaklardır:

“Kılıçdan yiti sırât pülin geç bî-ihtiyât

Gözi dostda olanlar ayagın tayındurmaz” (206/7, s.350)

Kılıcı bırakarak sırat köprüsünden istikamet üzere geç; gözü dostta (Allah’ta) olanların ayakları kaymayacaktır.