• Sonuç bulunamadı

İMAJ VE GERÇEK ÜZERİNE: KAVRAMSAL VE TEORİK BİR YAKLAŞIM

2. Uluslararası İlişkilerde İmajın Önemi

Gültekin’in de belirttiği üzere, devletlerin sahip oldukları klasik güç unsurlarının yanında uluslararası alanda iyi bir imaja sahip olmaları, ülkelerin çıkarlarını ulusal/uluslararası anlamda korumaları ve geliştirmeleri için önemli bir faktör olarak kabul edilebilir. Bu sebeple ülkeler, geçmişte onları güçlü yapan unsurların yanında, sahip olunan imajı da stratejik unsurlardan birisi olarak kabul etmek durumundadırlar.22 Uluslararası imaja ilişkin olarak Gültekin tarafından yapılan bir tanıma yer vererek, siyasal gerçeklik ve imaj arasındaki ilişkiyle devam etmek gerekirse;

“Uluslararası İmaj, bir ülkenin dış hedef kitleler tarafından algılanış tarzı, uluslararası platformda oluşturduğu genel izlenim, sahip olduğu saygınlık ve itibar, uluslararası konularda topladığı destek ve oluşturduğu sempatiye dayalı görüntülerin tümüdür.” 23

Siyasal gerçeklik anlayışı çerçevesinde, uluslararası ilişkilerde sıklıkla uygulanan imaj ve gerçeğin yer değiştirilmeye çalışılması, birçok amaca hizmet etmektedir. “Yeni Dünya Düzeni” veya “Tarihin Sonu”nda görüldüğü üzere, bir takım kavramsallaştırmalar üzerinden de kurgulanabilen uluslararası ilişkilerde imaj, Körfez Krizi’ndeki gibi bir kişiyi ve ülkeyi düşman olarak sınıflandırmaya da imkân vermiştir.

Bu düşman imajı, lider pozisyondaki ülkenin politikalarına anlam/haklılık kazandıracağı gibi, müttefiklerin de bir arada tutulmasını sağlayacaktır. Böylece kurgulanan imajın bir sonucu olarak alınan kararlar, bir ülkenin aleyhine olsa dahi kabul edilebilir bir hale

21 Yahya Abdülrahman, “İsrail Gerçekleri Yadsıyan Bir Devlet”, Tanıklar, Makaleler, Belgeler, Mülakatlar ve Şiirlerle Filistin – İsrail Dosyası, (der.) Garbis Altınoğlu, İstanbul, Pozitif Yayınları, 2005, s. 226-229.

22 Bilgehan Gültekin, “Türkiye’nin Uluslararası İmajında Yükselen Değerler ve Eğilimler”, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, C.4, S.1, 2005, s. 127.

23 Aynı yer, s. 128.

16 dönüşmektedir. Bu yönüyle gerçeklere gereken önemin verilmemesi ve salt imaja odaklanılması sorunların çözümünü imkânsızlaştırmaktadır.24

Yukarıda imajı, gerçeğin yerine ikame etme noktasında en fazla tecrübeye sahip olan devletlerden birinin İngiltere/Birleşik Krallık olduğu belirtilmişti. Ancak bazı durumlarda, çizilmeye çalışılan imajın kontrolden çıkabileceği de dikkate alınmalıdır.

2003 yılında Irak’ın işgal edilmesi sürecinde oluşturulan imaj buna verilebilecek örnekler arasındadır. Irak’ın işgal edilmesinden önce Tony Blair’ın başında bulunduğu Birleşik Krallık Hükümeti, tıpkı diğer demokratik devletler gibi girilecek savaşı gerekçelendirerek halk tarafından kabul görmesini sağlama niyetindeydi. Bu bağlamda halkın gözünde oluşturulmaya çalışılan Saddam Hüseyin imajını kuvvetlendirmek için istihbarat dosyaları da halkla paylaşılmıştır. Bu istihbarat dosyalarında ön plana çıkan hususlar arasında, tehlikeli bir şer odağı olarak gösterilmeye çalışılan Saddam Hüseyin’in, Batı’ya karşı kullanılacak kitle imha silahları bulundurduğu ve bu silahları ateşleyebilmek için yalnızca 45 dakika gibi bir süreye ihtiyaç duyduğu bilgisi yer almaktaydı. Irak’ın işgalinden kısa bir süre önce yayınlanan istihbarat raporunun bir bölümünün bir dergi ve doktora tezinden derlendiğinin ortaya çıkmış olması o dönemde Başbakanlık İletişim Müdürü olan Alastair Campbell’ın istifası ile sonuçlanmıştır.

Ancak bu istifanın 2003 Ağustosu’nda gelmiş olduğu25 ve Irak’ın işgaline 20 Mart 2003’de başlandığı dikkate alınırsa, siyasal gerçekliğin amacına ulaştığı da belirtilmelidir.

“Donmuş göle” benzettiği imajı bir dayanak noktası olarak kabul eden Canbolat, “koşulların değişmesi/havanın ısınmasıyla” ortaya çıkacak olan gölün daha önce düz bir kara parçası olarak kurgulanan imajın inandırıcılığını ortadan kaldıracağı saptamasını yapmaktadır.26 Bu benzetme yukarıda değinilen istihbarat raporlarıyla yorumlandığında; Saddam Hüseyin’in Batı için oluşturduğu tehdit ile çizilen imaj ilk etapta donmuş bir göle benzetilebilir. Ancak zaman içerisinde bu tehdidin gerçekte var olmadığının görülmesiyle, gölün üzerini kaplayan “buz erimiş” ve “buzla kaplı”

24 İbrahim S. Canbolat, “Yeni Dünya Düzeni”nde Ortadoğu ve Türkiye Gerçeği”, a.g.m., s. 345-356.

25 Alison Theaker, Halkla İlişkiler El Kitabı, (çev. Murat Yaz), İstanbul, MediaCat Kitapları, 2006, s.61-63.

26 İbrahim S. Canbolat, Uluslararası İlişkilerde Türkiye Savaş ve Barış Arasında Dünya, a.g.e., s. 96.

17 gerçeğin zamanla imaj karşısında elde ettiği üstünlükle sonuçlanmıştır. Buradan hareketle Canbolat’ın “donmuş bir göle” benzettiği imaj, tıpkı donmuş bir göl gibi yer yer güvensiz ve kaygan bir zemine sahip olarak da yorumlanabilir. Diğer bir ifadeyle kurgulanan imajın gerçek karşısında temkinli olmasını gerektiren bir durum da bulunmaktadır.

Said’den bir alıntı yapılması, yukarıda imaj ve gerçek temelinde göl ile örneklendirilen görüşü pekiştirmek ve yeniden yorumlamak için faydalı olacaktır:

“…genel olarak Arap dünyası, özel olarak da Filistinli’leri konu alan tartışmalar Batı’da öylesine akıl karıştırıcı ve haksız biçimde saptırılmıştır ki, meselelerin –iyi veya kötü- Araplar ve Filistinli’ler için gerçekten ne olduğunu anlamak için çok büyük gayret göstermek gerekir. Tehlikeli olan, Filistinli – Siyonist çatışmasının karmaşık koşullarını haksızlık etmeden sergilemeye çalışırken, mücadelemizin gerçeğini abluka altına almış olan yalanların, saptırmaların ve kasdi cehaletin devasa yığınağını bertaraf etmek için yeterince bir şey yapamıyor olmamdır. Belki de böyle durumlarda gerçeği su yüzüne çıkarmanın basit bir formülü yok ancak şunu da mutlaka eklemek isterim ki, benim kendimin Filistin davasının tarihi ve ahlaki yeterliliğinin onu yanlış tanıtma gayretlerinden daha uzun yaşatacağına ve onlardan arınacağına olan inancım tamdır…”27

Said’den yapılan bu alıntıdan çıkarılacak iki temel sonuç bulunmaktadır. Bunlardan ilki

“ablukaya alınmış” gerçeğin saptırılmış imajdan ayrılabilmesinin kolay olmadığıdır.

İkincisi ise gerçek her ne kadar “yalanların, saptırmaların ve kasdi cehaletin” altında kalmış olsa da gerçeğin sahip olduğu üstünlüğün, kendisini çevreleyen imajdan kurtulabileceğine ilişkindir. Diğer bir ifadeyle gölün kalın bir biçimde buz tutmuş olması, gölün gerçek yapısının ortaya çıkmasını zorlaştırsa da gölün sahip olduğu durgun su örtüsünün gerçekliği bir gün buza karşı üstünlüğünü sağlayacaktır. Bunların da ötesinde göle ait gerçekliğin ortadan kalkması için gölün kurumasının yeterli olacağı düşünülebilir. Fakat bu durumda bile bölgede geçmişte bir gölün var olduğu gerek göl yatağı, gerekse diğer kalıntılardan görünecektir. Bu bağlamda gölün varlığıyla eşdeğer görebileceğimiz gerçek, gölün kurumasıyla bile ortadan kaldırılamayacaktır. Fakat şu da belirtilmelidir ki, gerçeğin imaj karşısında varlığını kanıtlaması her zaman kolay olmamaktadır.

27 Edward Said, Filistin’in Sorunu, (çev. Alev Alatlı), İstanbul, Pınar Yayınları, 1985, s. 292.

18 Gerçeğin gizlenmesinin kolay olmadığına yönelik olarak Osmanlı’ya ilişkin bir örnek vermek konunun anlaşılması için önemlidir. Çalış, Osmanlı’nın yıkılışından sonra kurulan Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok devletin oluşturmaya çalıştıkları yeni ulusal kimlik inşasında, Osmanlı’yı ötekileştirilerek onu yok saymaya çalıştıklarına değinmiştir. Ancak O’na göre bastırılmaya çalışılan tarihsel Osmanlı gerçeği “kendisini bastırmaya çalışanın bir parçası” olduğu için bastırılan gerçek her fırsatta başkaldırarak kendini görünür kılmaktadır. Bu bağlamda gerçeğin ortadan kaldırılması için gerçeği bastırmaya çalışanın kendini yok etmesi gerekmektedir.28

Uluslararası ilişkilerde bir imajın kurgulanması medyanın yanında resmi eğitim sisteminden yararlanarak da gerçekleştirilmektedir. Yılmaz’ın Kıbrıs örneğinde belirttiği üzere Kuzey ve Güney’in birbirlerine yönelik algıladığı imajın temel sebeplerinden birisi de eğitim sistemine ilişkindir. Çünkü tarafların tarihsel anlaşmazlıklar üzerine inşa ettikleri düşman tanımlamaları, Kıbrıs’ın bütününe yönelik duyulabilecek aidiyetin olanaksızlaştırılmasına da sebebiyet vermektedir. Bu sebeple karşı taraf hakkında çizilen olumsuz düşüncenin (imajın) ardındaki objektif bilgiye ulaşabilmek, eğitimin resmi olarak konuyu yönlendirildiği durumlarda kolay olmamaktadır.29 Devletlerin veya halkların birbirlerine karşı kurguladıkları olumsuz imajlar, sorunların çözümünü daha zor bir hale getirse de indirgemeci bir yapıya sahip olduğu için devletler tarafından daha kolay bir seçenek olarak sıklıkla tercih edilmektedir. Maalouf’un da değindiği üzere, bazı halklar içinde bulundukları felaketlerin sorumluluğunu birbirlerine yüklemektedirler. Diğer bir ifadeyle karşılaşılan sorunların başkalarının hataları yüzünden gerçekleştiğini iddia ederek çözüm yerine bir sorumlu bulunmaktadır.30 Öztürk’ten bir alıntı yapılarak bu konu daha anlaşılır hale getirilebilir.

28 Şaban H. Çalış, Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler Neo-Osmanlılılık, Özal ve Balkanlar, Konya, Çizgi Kitabevi, 2001, s.169.

29 Muzaffer Ercan Yılmaz, Toplumlar Arası Çatışmalarda Barışı İnşa Etmek Birleşmiş Milletler Barış Güçleri ve Alternatif Uyuşmazlık Çözümü, Bursa, Dora, 2015, s.183-184.

30 Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, (çev. Aysel Bora), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 26. b., 2008, s.69.

19

“…Hayatta üzerimize saldıran birçok argümanla baş etmek yerine baş edebileceğimiz bir argümanı kendimiz için psikolojik bir kavga simgesi olarak belirleyebiliriz ve böylece çoğul sorunlarımızı ve mutluluklarımızı o tekil sembolle çatışarak ya da kutsayarak üretebiliriz…”31

Konuya yukarıdaki alıntıyla da bağlantı kurabilecek, Ermeni meselesinde de sıklıkla kullanılan önyargıları kuvvetlendirecek Türkiye veya Türk imajıyla devam etmek isabetli olacaktır. Karagöz’ün ifade ettiği üzere, bir ulusun geçmişe ilişkin sahip olduğu birikimleri, imaj oluşumunda kod işlevi görmektedir. Ancak bu kodlar her durumda bir gerçekliği ifade etmeyebilir. Çünkü tarafların birbirlerine yönelik olumlu-olumsuz algıları, bahsi geçen kodun inşa edeceği imajın mahiyetini de değiştirecektir.

Lobi faaliyetlerinin de dâhil olduğu çabalarla, tarihi gerçeklerin ters yüz edilmesi, toplumları yanıltılmakta ve böylece Ermeni meselesinde Türkiye’ye yönelik kurgulanan imajda da görüleceği üzere, Türkiye imaj “mağduru” bir ülke haline getirilmektedir.

Buna ek olarak, Ermeni meselesine ilişkin olarak kurgulanan imaj, konuyla doğrudan ilişkisi olmayan bir takım hususlarla da pekiştirilmektedir. Örneğin Türkiye’de yaşanan askeri darbelerin Batı nezdinde oluşturduğu olumsuz imaj, uluslararası önyargıları arttırdığı için Ermeni meselesinde Türkiye aleyhinde kullanılmaktadır. Son olarak bir devlete ilişkin olarak kurgulanan uluslararası imajın, imkânsız olmamakla birlikte değiştirilmesinin çok zor olduğu dikkate alınması gereken bir husus olarak kabul edilebilir.32

Kurgulanan uluslararası imajın değiştirilmesinin çok zor olduğu saptamasına ilişkin olarak şu da belirtilmelidir ki, bir dine/topluma yönelik imaj algılamasının tarihsel temellerinin çok eski olması, sahip olunan imajın değiştirilmesinin önündeki önemli engellerden birisidir. Örneğin, İslamofobi’nin Batı’da 11 Eylül 2001’de başladığını söylemek mümkün değildir. Batı’daki İslamofobi’nin tarihsel kökenlerini Hıristiyan-Müslüman mücadelesinden veya İslam karşıtlığından ayrı düşünmek doğru olmayacaktır. İslam’ın yayılmasına paralel olarak taraflar arasında yaşanan çatışmalar, olumsuz bir İslam ve Müslüman imajının tarihsel süreç içerisinde oluşmasına sebebiyet vermiştir. Türk ve Müslüman kavramlarının birbirinin yerine kullanılması ve türetilen olumsuz deyimler, sahip olunan bu imajın kuşaktan kuşağa geçmesini sağlamıştır.

31 Ali Öztürk, İmajoloji Bir Disiplin Denemesi, Ankara, Elis Yayınları, 2013, s.112.

32 Betül Karagöz, “Uluslararası İlişkilerde İmaj Kavramı ve Batı Nostaljisindeki Bir Aksaklık Olarak Türk İmajı,” Karadeniz Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, S.10, 2011, s. 107,

20 Oryantalist ve Avrupa merkezci görüşler de bu olumsuz imajın önemli taşıyıcıları olarak görülebilir. Yoğunluğu farklı olmakla birlikte devam eden İslam karşıtlığı, 1990’lı yıllarda farklı bir evreye girerek İslam’ın düşman haline getirildiği bir süreci başlatmıştır. Böylece komünizm tehlikesi inşa edilen bir başka “tehdit unsuru” ile ikame edilmeye çalışılmıştır. Yine aynı dönemde Huntington tarafından ileri sürülen

“Medeniyetler Çatışması” tezinin de fikri düzeyde İslam karşıtlığını destekleyici bir rol oynadığı söylenebilir.33 2001 sonrasında sıklıkla kullanılan “İslami terör” kavramına ek olarak, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ismi altında varlığını sürdüren terör örgütü de İslamofobi’nin veya İslam hakkında oluşturulmaya çalışılan imajın temel unsuru haline getirilmiştir. Böylece Batı’da tarihsel süreç içerisinde şekillendirilmiş olan İslam imajı, güncel gelişmelerle yeniden inşa edilerek, İslam gerçekliğinin ortaya çıkışı daha da zorlaştırılmaktadır.

Peki, gerçekliğinin ortaya çıkışının birçok meydan okumayla karşı karşıya kaldığı böyle durumlarda ne yapılmalıdır? Türkiye örneği üzerinden açıklamak gerekirse; Batı nezdinde Türkiye üzerinde bulunan negatif imaj algısının ortadan kaldırılabilmesi için tarihsel sürecin dikkatli bir biçimde incelenmesinin önem arz ettiği söylenebilir. Canbolat, bu negatif imajın ortadan kaldırılması için Türklerin Asya’dan Avrupa’ya uzanan varlık siyasetini incelemenin gerekliliğini ön plana çıkarmıştır. Bu bağlamda Orhun Kitâbeleri, Kül Tigin Kitabesi, Kutadgu Bilig, Siyasetname ve Dede Korkut Hikâyeleri’ni işlevsellik temelinde sorgulayan Canbolat, Türklerin uluslararası ilişkiler ve modern siyasete ilişkin birçok çağdaş değere öncüllük ettiğini ispatlamaya çalışmıştır. Kısaca Canbolat, Batı’nın Türkler hakkında sahip olduğu önyargılı ve indirgemeci imajın düzeltilmesinde tarihsel/kültürel anlamda yapılacak çözümlemenin sağlayacağı katkıya inanmaktadır.34 Böyle bir yaklaşımdan çıkarılabilecek temel sonuç;

tarihsel olarak temellendirilen imaj algılamasının içerebileceği yanlışlıkların, salt güncel söylemlerle değiştirilmesinin mümkün olmadığı ve böyle bir değişim için tarihsel ve kültürel anlamda derin/özgün çözümlemelerin yapılmasının zorunlu olduğudur.

33 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Murat Aktaş, “Avrupa’da Yükselen İslamofobi Ve Medeniyetler Çatışması Tezi”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C.13, S.1, 2014, s. 39-49.

34 İbrahim S. Canbolat, “İmaj-Gerçek ve İşlevsellik Bağlamında Eleştirel Bir Uluslararası İlişkiler Çözümlemesi Üzerine”, Gazi Akademik Bakış, C. 1, S. 1, Kış, 2007, s. 1-13.

21 Gerçekliğinin ortaya çıkışını sağlamak adına önemli olduğu söylenebilecek bir diğer yaklaşım, “Konjonktürel Gerçeklik” yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda, konunun/içeriğin ne olduğundan ziyade, nasıl/niçin olduğu ön plana çıkmaktadır. Bu yönüyle “Konjonktürel Gerçeklik” yaklaşımında incelenen konunun anlaşılması için sübjektif değerler dışarıda bırakılarak, mesele kendi gerçekliğinde değerlendirilmeye çalışılır. Sebep-sonuç ilişkisinden yararlanılması da “Konjonktürel Gerçekliği” anlamak için önemlidir. Böylece olay ve olguların kendilerine özgü farklı gerçeklikler temelinde anlaşılarak, çözümleme yapılabilmesi mümkün hale gelmektedir.35