• Sonuç bulunamadı

ÜLKELERİNİN COMMONWEALTH İÇİNDEKİ YERİ

4. II. Dünya Savaşı’nda Commonwealth

Smuts, görüşlerini Commonwealth içerisindeki ilişkileri yukarıda değindiğimiz kazan-kazan siyasetinden ziyade, dominyonlar arasında bir çeşit bağlılığı ve aidiyete yönelik kurgulamıştır. Ancak bu anlayış iki sebepten dolayı sağlam temellere oturmamaktadır:

Birincisi düşüncesinin yalnızca dominyonları kapsaması ve diğer İmparatorluk topraklarına yönelik olarak genişletilmemesidir, ikincisi ise yukarıda da değindiğimiz Dafoe’nin sözlerindeki “bugünün koşulları” ibaresinin ya da ulusal çıkar konusunun yeterince anlaşılamamış olmasındandır.

4. II. Dünya Savaşı’nda Commonwealth

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce İmparatorluk, kendi içinde bir takım siyasi sorunlar yaşarken, ekonomik sorunları da aşmaya çabalamaktaydı. Yaşanan ekonomik sorunların çözümü İmparatorluk içerisindeki ticaretin canlandırılmasında aranmıştır. Bu bağlamda uzun bir süre serbest ticaret ilkesine bağlı kalan İmparatorluk, dışarıdan gelecek ihraç mallarını gümrük vergisi ile sınırlama yoluna gitmiştir. Ekonomik sorunlara ek olarak, Kraliyeti ilgilendiren bir başka sorun daha ortaya çıkmıştır.

1910’dan beri tahtta bulunan V. George’un 1936’da ölmesinin ardından yerine gelen VIII. Edward’ın daha önce başından evlilik geçmiş olan Amerikalı Wallis Warferd Simpson ile evlenme isteği kabul görmemiştir. VIII. Edward, bakanlar, dominyon yönetimleri ve Kilise gibi geniş bir kesimin karşı çıkışlarına rağmen Simpson’dan vazgeçmeyerek tahttan kardeşi George adına feragat etmiştir. Böylece tahta kardeşi

379Jan Christiaan Smuts, “The British Empire and World Peace”, Journal of the Royal Institute of International Affairs, Vol. 9, No. 2, Mar., 1930, p. 148.

139 George, VI. George olarak geçmiş, kendisi ise Windsor Dükü sıfatını almıştır.380 İmparatorluk bir taraftan içte sorunlarla uğraşırken, bir taraftan da dünya politikasındaki gücü ve hâkimiyetini korumaya çabalamaktaydı.

Birinci Dünya Savaşı’nın bitimi ve İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması arasında geçen sürede Britanya’nın dünyada sahip olduğu baskın konum da değişime uğramıştır.

Bu bağlamda askeri ve ekonomik anlamda İmparatorluk açısından olumsuz görünen tablonun dış ilişkilere yansıması şaşırtıcı değildir. I. Dünya Savaşı’ndan önce başlayan ve iki Savaş arası dönemde devam eden güç kaybı, Britanya’yı 19. yüzyılda sahip olduğu konumdan olabildiğince uzağa taşımıştır. Ancak bu yeni durum gerek halk, gerekse bazı devlet adamlarınca yeterince anlaşılamasa da381 Hitler Almanya’sına karşı Yatıştırma Politikası* (Policy of Appeasement) izlenmesi, güçteki azalışın en açık örneği olarak görülebilir. William Burns’ün de belirttiği gibi Yatıştırma Politikası’nın uygulanmasına genel olarak Britanyalılar destek vermektelerdi. Almanya’ya karşı verilen “desteğin” sebebi Hitler’e karşı beslenen sempati değil,** savaştan kaçma ve dış politikaya olan ilgisizliğin bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.382 İngilizlerin Almanya özelinde dış politikaya olan ilgisizliği, I. Dünya Savaşı’yla azalan güçlerini yeniden kazanmak istemelerinin bir neticesi olarak da kabul edilebilir.

Raymond J. Sontag, Chamberlain’e yapılan eleştiri ve suçlamalara karşılık olarak Chamberlain’in vatansever, sosyal reformcu, bilge ve yeniden silahlanmanın gerekliliğine vurgu yapan bir lider olduğunu belirtmiştir.383 Her ne kadar Norman

380 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Brett, a.g.e., p. 468-474.

381 Edward Hallett Carr, Conditions of Peace, a.g.e., p. 166-169.

* Yatıştırma ya da sakinleştirme politikası genel olarak, bir devletin saldırgan davranışları ve/veya tehditlerine karşı, diğer devletlerin izlediği pasif politika olarak tanımlanabilir. Bu Politika’nın amacı, saldırgan davranışlar içerisinde bulunan devletle, barışçıl bir uzlaşıya varmaktır. Ancak II. Dünya Savaşı öncesinde Neville Chamberlain’in uygulamaya çalıştığı Yatıştırma Politikası’nda da görüldüğü üzere, izlenen pasif politika, bazı durumlarda saldırgan devletin cesaretlenmesine sebebiyet verip, savaşla sonuçlanabilmektedir. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Ülke Arıboğan, Gülden Ayman, Beril Dedeoğlu, Tolga Bilener, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, der., Faruk Sönmezoğlu, İstanbul, Der Yayınları, 2005, s. 713; Ahmet Emin Ay, Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü, İstanbul, Ağaç Kitabevi Yayınları, 2009, s. 37.)

** Oral Sander’e göre, Almanya karşısındaki teslimiyetçi politikanın sebeplerinden bir tanesi, Chamberlain’in Muhafazakâr Partisi’nde yer alan toprak sahibi ve işadamlarındaki Alman hayranlığıdır.

Bu hayranlığın oluşmasında, komünizmin etkisi de göz ardı edilmemelidir. (Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 18. b., Ankara, İmge Kitabevi, 2009, s. 61.)

382 Burns, a.g.e., p. 196.

383 Raymond J. Sontag, “Appeasement, 1937”, The Catholic Historical Review, Vol. 38, No. 4, Jan., 1953, p. 385-386.

140 Davis,“Chamberlain’in Hitler ile yaptığı üç görüşme tarihteki en onur kırıcı teslimiyetlerden birisi olarak nitelendirilmelidir” sözleriyle384 Chamberlain’i eleştirse de yatıştırma politikasının gerek içeriye, gerekse dünya politikasına yönelik stratejik amaçlara hizmet eden bir yönü de bulunmaktaydı. Bu açıdan bakıldığında, II. Dünya Savaşı öncesi dönemde klasik İngiliz realist siyasetinden bir kopma görülmemektedir.

Chamberlain ülkesi için rasyonel olanı yapmaya çalışmış ancak bunda başarısız olmuştur.

II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte Commonwealth oluşumu İmparatorluk için bir kez daha önemli hale gelmiştir. Britanya’nın en önemli siyasi figürlerinden birisi olan Lord Halifax’ın, Britanya’nın Commonwealth ve İmparatorluğu olmaksızın ABD, Rusya ve Çin ile eşit partnerlik yapmasının zor olacağı düşüncesine sahip olması bunun göstergesidir.385

Savaş sırasında özellikle Avusturalya’nın İmparatorluğa önemli bir destek sağladığını görmekteyiz. Nüfusu ağırlıklı olarak Britanya Adası’ndan gelen göçmenlerden oluşan Avusturalya, Britanya İmparatorluğu’nun II. Dünya Savaşı’na girmesinin hemen ardından Savaş’a dâhil olmuştur. Bu noktada gerek Kanada’dan, gerekse Güney Afrika’dan farklılaşmaktadır. Ayrıca Avusturalya’nın Savaş’a Parlamento’nun onayıyla değil, Başbakanın deklarasyonu ile dâhil olduğunu belirtmemiz de önemlidir. 1941 ve 1945 yılları arasında Avusturalya Başbakanlığı görevini yürüten John Curtin’in Londra ile ilişkiler ayrıca önem verdiği görülmüştür.

Curtin, 1944 yılında Commonwealth Başbakanlar Toplantısı’na katılmak için Londra’ya geldiğinde, Avusturalya halkını kast ederek, Britanya’ya 7 milyon İngilizi temsil etmek için geldiğini söylemesi, bu ilişkiye ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Curtin, Commonwealth ülkelerinin başbakanlarıyla daha sık istişare edilerek oluşturulacak ortak politikaların yardımıyla Savaş sonrasında Avusturalya’nın bölgesinde etkin bir güç haline gelmesini sağlamak amacındaydı. Yeni Zelanda ile yakın bir işbirliğine girilmesi de bu amacın gerçekleştirmesinde ayrı bir yere sahipti.386

384 Norman Davies, a.g.e., s. 1054.

385 Nicholas Mansergh, The Commonwealth and The Nations, London, Royal Institute of International Affairs, 1948, p. 69.

386 Aynı yer., p. 75-80.

141 Şunu da belirtmek gerekir ki, Britanya İmparatorluğu’nun Avusturalya için önemi soydaşlık veya güvenlik temelinde olduğu kadar, ekonomiktir. II. Dünya Savaşı’nın başlamasının hemen öncesinde Birleşik Krallık, Avusturalya ithalatının yaklaşık %42’sini sağlarken, Avusturalya da ihracatının yaklaşık %64’ünü Birleşik Krallık’a yapmaktaydı. Buna ek olarak, Pasifik’teki İmparatorluk topraklarından olan Hindistan ve güneyindeki Sri Lanka, Avusturalya ithalatının yaklaşık %43’ünü oluştururken, Avusturalya’da toplam ihracatının %24’ünü bu sömürgelere yapmaktaydı.387 Bu noktada Avusturalya örneğinden şu sonucu çıkarabiliriz, dominyonlar için Britanya İmparatorluğu’nun varlığı bir tür bağımlılık yaratmaktadır, ancak II. Dünya Savaşı’nı dikkate aldığımızda, bu bağımlılığın yalnızca dominyonlara ilişkin olmadığını, İmparatorluğun da dominyonlara bağımlı olduğu açık bir biçimde görülmektedir.

Karşılıklı bağımlık üzerine düşünceleriyle tanıdığımız Norman Angell, II.

Dünya Savaşı’nda Britanya İmparatorluğu’nun Almanya karşısında mağlubiyeti kabul etmemesinin temel sebebinin, Commonwealth’in varlığı olduğunu iddia etmektedir.

Commonwealth’in Savaş’a yaptığı katkıda Avusturalya, Yeni Zelanda ve Kanada’nın altını ayrıca çizen Angell, yapılan katkının bir zorunluluk olmayıp -örneğin İrlanda savaş dışı kalmayı tercih etmiştir- ülkelerin kendi kararları olmasının da önemine değinmiştir. Diğer bir deyişle Angell, Commonwealth’in ülkelere gerçek bir serbesti sağlamasına rağmen gerçekleşen işbirliğini önemsemektedir. Angell, Commonwealth içerisindeki serbestliği ortaya koymak için; Dominyonların aldıkları kararların Britanya tarafından veto edilemeyeceğini, dominyonların Britanya’ya vergi ve haraç ödemediklerini, dominyonların savaş sırasında deklare ettikleri tarafsızlık statüsünün Britanya tarafından kabul edileceğini, bir dominyonun “Tacın” ülkesi üzerindeki sembolü ortadan kaldırmak istemesi durumunda Britanya’nın bunu yasaklayamayacağını ve nihai olarak bir dominyonun Commonwealth’den çekilerek tamamen bağımsız olma hakkına sahip olduğunu belirtmiştir. Özetle Angell, özgürlüğe sahip politik bir birlik olarak gördüğü Commonwealth’in II. Dünya Savaşı’nda iyi bir

387 L. C. Key, “Australia in Commonwealth and World Affairs, 1939 to 1944”, International Affairs, Vol.

21, No. 1, Jan., 1945, p.62. pp. 60-73.

142 sınav verdiğini ve bu yapının ABD ve Sovyetler’in Savaş’a dâhil olmalarından önce Britanya’nın, Fransa’nın ardından mağlup olmasını önlediğini belirtmiştir.388

Henüz II. Dünya Savaş’ı resmi olarak sonlanmadan, Savaş sonrası dönemin Commonwealth özelinde nasıl şekilleneceğine yönelik çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 1920’de kurulan Chatham House üyelerinin oluşturduğu resmi olmayan bir grup tarafından hazırlanan rapor, yapılan bu çalışmalar için önemli bir örnektir. 1944 tarihli araştırma raporunda siyasi güvenliğin önemi vurgulanmıştır. Bu siyasi istikrarın/güvenliğin sağlanabilmesi için Britanya Commonwealth’inin sahip olduğu coğrafi avantajın, dünya güvenliği için kilit bir rol oynayacağı belirtilmiştir.

Commonwealth’in görevinin hem okyanusları, hem de İngiliz deniz gücünü korumak olduğu belirtilmiştir. Rapor sık sık II. Dünya Savaşı sonrası dönemde yalnızca İmparatorluk temelli politikalar geliştirilmesinden ziyade, Anglo-Amerikan uyumundan bahsetmiştir. Hatta Britanya Commonwealth’inin çıkarlarını Anglo-Amerikan temelinde, yeniden dikkate alması gerektiği belirtilmiştir. Ancak ABD’nin tıpkı I.

Dünya Savaşı’nda olduğu gibi yeniden izolasyonist politikalara dönmesi durumunda, Britanya Commonwealth’inin dünya güvenliği için temel dayanak olarak kalacağı vurgusu da yapılmıştır. Fakat bu noktada Britanya’nın yaşadığı ekonomik sorunlar sebebiyle büyük bir alana yayılan Commonwealth sisteminin sorumluluğunu ne ölçüde alabileceği de sorgulanmıştır. Raporda dikkat çeken bir başka konu ise dominyonların Savaş sonrasında Commonwealth içerisinde kalmalarının kendi avantajlarına olacağı vurgusudur. Bu noktada dominyonların kendi başlarına “küçük birer güç oldukları”

ancak Britanya Commonwealth’i içerisinde büyük güç olmanın karmaşık yapısı içerisinde “anahtar” unsurlar olabilecekleri belirtilmiştir.389

Bu raporun kendi konjonktürü içerisinde açıklayıcı ve mantıklı olabileceğini söyleyebiliriz. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında İmparatorluğun güç kaybının yeterince dikkate alınmaması, Commonwealth’in gelecekteki işlevi ve yapısında meydana gelecek değişikliklerin tahminini de imkânsız hale getirmiştir.

388 Norman Angell, “The British Commonwealth in the World Order”, Annals of the American Academy of Political and Social Science, Vol. 228, Jul., 1943, p. 66-69.

389 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Report by an Informal Group of Members of Chatham House.

“The British Commonwealth and the Post-War Settlement”, International Affairs, Vol. 20, No. 1, Jan., 1944, p. 94-103.

143 5. II. Dünya Savaşı’nın Bitişi ve Britanya Uluslar Commonwealth’inin Dönüşümüne Giden Süreç

II. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa ülkelerinin durumları kötüleşmiştir. Diğer bir ifadeyle, Avrupa’da Savaşı kazanan ülkeler, ABD’den farklı olarak büyük “yaralar”

almışlardır. Bu noktada Birleşik Krallık Avrupa’da Savaş’a dâhil olup işgal edilememiş tek ülke olması sebebiyle farklı bir yere sahip olsa da saygınlık ve statüsünü kaybettiğini anlamıştır. Bunun yanında 1945’te yapılan seçimler sonucunda İşçi Partisi’nin hükümeti devralması390 İmparatorluğun geleceğini etkilemiştir.

İmparatorluğun bir geleceğinin olması için her şeyden önce onun yönetilebilmesi ve ortaya çıkacak sosyal/ekonomik/ulusal sorunları çözmesi gerekmekteydi. Ancak güçteki azalmanın bir sonucu olarak, İmparatorluğun kapasitesi bunun için yetersizdi.

Buna rağmen iktidara gelen İşçi Partisi yönetiminden de birçok kişinin ortak kararı;

Britanya İmparatorluğu’nun büyük güç statüsüne sahip olması ve bu statüyü devam ettirebilmesi için kolonilerin elde tutulması gerektiği yönündeydi. Özellikle liberal ve sosyalist politikaya eğilimi olan bazı siyasiler bu görüşe katılmamışlardır. Onlara göre İmparatorluğun bırakılması gerekmekte, bu mümkün değilse de en azından ideolojik olarak İmparatorluk fikrinden vazgeçilmeliydi.391 Gerçekleşecek olan ise aslında hem bu iki farklı görüşü içeren, hem de bunların dışında yeni bir fikrin uygulanması olacaktı.

Yalnızca dominyonların üye olabildiği Britanya Uluslar Commonwealth’inin yapısında radikal bir değişiklik yapılarak, o dönemde bağımsızlığını kazanma yolunda olan sömürgelerin de bu oluşuma katılabilmesinin önü açılmıştır. Böylece hem dominyonlar ve eski sömürgelerle ilişkiler Kraliyet liderliğinde sürdürülecek, hem de hâlihazırda yıpranmış bulunan İmparatorluk, sömürgelerde artan milliyetçi hareketlerle uğraşmak durumunda kalmayacaktı. Çalışmanın bu alt başlığında işlenecek konu, İngiliz realizminin Britanya Uluslar Commonwealth’ini niçin ve nasıl Uluslar Commonwealth’ine dönüştürdüğüdür.

390 Norman Davies, a.g.e., s. 1115.

391 Burns, a.g.e., p. 213-214.

144 5.1. Hindistan’ın Commonwealth’in Dönüşümüne Etkisi

Bu dönüşümde büyük bir yere sahip olan Hindistan’a ayrı bir yer vermemiz gerekmektedir. B. M. Sharma’nın 1944’te belirttiği üzere; büyük bir nüfusa sahip olan Hindistan her ne kadar Britanya yönetiminden memnun olmasa da İmparatorluğu ve Commonwealth’i ayakta tutmak adına önemli bir görev üstlenmiştir.* Sharma, Jeopolitik konumu İmparatorluk ve Commonwealth için önemli olan Hindistan’ın dünyanın yeniden yapılanmasına da büyük katkı sağlayabileceğini belirtmiştir.

Hindistan’ın İmparatorluk ve Commonwealth’in geleceği açısından sahip olduğu önem ve kapasitenin farkında olması, ülkenin geleceğine ilişkin daha özgüvenli söylemleri ön plana çıkarmıştır. Her şeyden önce Hindistan bir taraftan Commonwealth içindeki artan bağımsızlık eğilimini görürken, bir taraftan da Avusturalya’nın İngilizler yerine Amerikalılarca korunduğunu gözlemleyerek Britanya’nın Pasifikte güç kaybettiğini kavramıştır. Kısaca Sharma, Britanya’nın azalan gücüne paralel olarak İmparatorluk toprakları ve Commonwealth içerisinde “samimi” bir dönüşümün gerekliliğini ortaya koyarken Hindistan’ın bu dönüşüm sonucunda ortaya koyulacak modelde en önemli yere sahip olduğunun altını çizmiştir. Sharma, son olarak Commonwealth’e iki önemli tavsiyede bulunmuştur: Bunlardan ilki Britanya Commonwealth’inin kemikleşmiş sorunları çözme noktasında bir başlangıç yapması gerektiği, ikincisi ise Dominyonların sahip oldukları özgürlüğün Westminster Statüsü’nü işlevsiz hale getirdiği gerçeğini dikkate alarak İmparatorluğun aynı özgürlüğü/esnekliği Commonwealth dışına yönelik de uygulamasının zorunluluğudur.392 Aşağıda, değinilecek olan Britanya Uluslar Commonwealth’inin (British Commonwealth of Nations) Uluslar Commonwealth’ine (Commonwealth of Nations) dönüşümünde Hindistan’ın rolü dikkate alındığında, Sharma’nın saptamaları ve İmparatorluğun geleceğine ilişkin tavsiyelerinin isabetli olduğu görülecektir.

* Memnuniyetsizliğe rağmen İmparatorluk ve Commonwealth’e verilen destek çalışmadaki

“Commonwealth’in Varlığını Sürdürmesi Üzerine Bir Sorgulama: Stockholm Sendromu ve Hegemonya”

başlığı altında cevaplanmaya çalışılmıştır.

392 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., B. M. Sharma, “India's Role in the British Commonwealth in a Reconstructed World”, The Indian Journal of Political Science, Vol. 6, No. 1, July – Sep.,, 1944, p. 57-62.

145 Hintli düşünürler Hindistan’ın geleceğine ilişkin öngörülerini sıralarken, Hindistan, Britanya İmparatorluğu tarafından uzun bir süredir dikkatlice gözlemlenmekteydi. Commonwealth konusunda gerçek bir uzman olarak nitelendirebileceğimiz David McIntyre, Hindistan özelinde Commonwealth’in niçin bir dönüşüme tabi tutulduğuna yer vermiştir. McIntyre Hindistan’da görev yapmış olan P.J.H. Stent’in, Asyalı devletlerin beyaz bir kralı kabul etmeyeceği uyarısında bulunduğunun altını çizmektedir. McIntyre buna ek olarak, Sir Walter Monck’un, Britanya Kralı’nın hiçbir zaman bağımsız Hindistan’ın başında bulunamayacağını ortaya koyan şu düşüncesine de yer vermiştir: Britanya Kralı, Hindistan tarafından ancak bir ortaklığın başı olarak kabul edilebilir. Bu düşünceler ortaya koyulurken 1945’te iktidarı devralan İşçi Partisi lideri Clement Attlee’ye mevcut Commonwealth’in dönüşümü için yeni bir çözüm bulması uyarısında da bulunulmuştur.393 Monck’un önerisinde ortaklık olarak bahsettiği şeyin Commonwealth olduğunu tahmin etmek zor değildir. Bu noktada yapılması gereken şey onu, yeni üyelerin girişine uygun hale getirmekti.

Her ne kadar yapılması gereken şey açık olsa da 1945 yılında tüm sömürgelerini ellerinde tutan ve İkinci Dünya Savaşı’nı “kazanmış” olan İngilizlerin, bu kararı almalarının zor olması anlaşılabilir bir durumdur. Kaybettiği gücü idrak edemeyen ve

“büyüklük çılgınlığı” içerisinde sömürge imparatorluğunu koruma niyetinde olan Fransızların durumu dikkate alındığında, İngilizlerin gerileme dönemi politikalarına hızlı ve kolay bir biçimde adapte olmalarını beklemek hata olacaktır. Atlee iktidarı denizaşırı topraklarda İmparatorluğa sorun oluşturan veya yük olan bölgeleri bırakma yoluna gitmekteydi. Bu yönüyle her ne kadar Atlee, İmparatorluk’tan vazgeçmemiş olsa da ABD ve SSCB arasındaki ekonomik ve askeri yarıştan kopmuş görünen İmparatorluğun dünyadaki yerini bir kez daha değerlendirmeye mecbur kalmıştır.394

Bu mecburiyet özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında İmparatorluğun dış politika, güvenlik ve ekonomik alanlarda, dominyonlarına karşı etkisizleşmesinin bir

393 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., W. David Mclntyre, A Guide to the Contemporary Commonwealth, Houndmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave, 2001, p. 17.

394 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri (16.

Yüzyıldan Günümüze Ekonomik Değişim ve Askeri Çatışmalar), (çev. Birtane Karanakçı), İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2002, s. 436-440.

146 sonucudur. 1946’da Londra’da düzenlenen dominyon başbakanlarının katıldığı konferansta Majestelerinin Hükümeti’nin güvenliklerini sağlayamayacağını düşünen dominyon başbakanları kurulacak ortak bir savunma mekanizmasına karşı çıkmışlardır.

Böylece Britanya İmparatorluğu’nun dış politikası işlevsizleşmiştir. Bunun pratikteki sonucu; Commonwealth’in bir örgüt olarak dünya politikasında sahip olduğu ağırlığın kaybedilmesidir. Hammadde tedarikçisi rolüne sahip dominyonların mamul madde üretmeye başlamalarıyla İmparatorluk, ekonomik anlamda da güç kaybetmiştir. Bunları ve dönemin “ruhunu” dikkate alan İmparatorluk, dominyonlarıyla ters düşecek politika tercihlerinden kaçınmıştır.395