• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: TÜRKİYE’NİN STRATEJİK KÜLTÜRÜ (2002-2010) Türkiye’de son dönemde yaşanan dönüşüm yeni politika anlayışını da beraberinde

3.2. Türkiye’nin Stratejik Kültürünün Yapısı

3.2.4. Uluslararası Örgütlerin Diplomasideki Rolü

Stratejik kültür kuramı küreselleşme ve teknolojik gelişmişliğin etkisi ile birlikte stratejinin yeni kavramını ortaya koymaya çalışan bir kavramdır. Dolayısıyla geleneksel stratejiler de olduğu gibi güvenlik eksenli ve düşman ve tehdit algılaması ve mücadelesi üzerine kurgulanmış bir yaklaşımdır. Stratejik kültürün dış politika açısından analizi yapılırken dış politika seçeneklerini ve dış politika araçlarını anlamaya ihtiyaç vardır. Dolaysıyla “semboller sistemi” olarak tanımlanan stratejik kültürün birinci bölümünü oluşturan stratejik çevrenin ve stratejik kültürün ana paradigmasının dış politika yönünden tam olarak anlaşılabilmesi için analize yeni sorular eklenmelidir. Eklenecek soruların çeşidi ve sayısı artırabileceği gibi çalışmada uluslararası örgütler ve dış politika araçları olarak iki temel alana yönelik tercih edilmiştir.

Bu bağlamda Türkiye’nin yeni dış politikasının stratejik kültüründe cevabı aranan sorulardan biri de uluslararası örgütlerin uluslararası ilişkilerdeki rolünün nasıl görüldüğüdür. Uluslararası örgütler Milletler Cemiyeti ve ardından kurulan Birleşmiş Milletler (BM) ile uluslararası ilişkiler disiplinin en temel aktörlerinden biri haline gelmiştir. Uluslararası alanda savaş ve çatışmaların önlenmesi ve ortak politikaların benimsenmesi açısından uluslararası sistemin düzenleyici mekanizması olarak algılanan uluslararası örgütler beklentilere tam olarak cevap verebilmekte midir? Bu bağlamda uluslararası örgütler ittifak oluşturma ve uluslararası alanda kriz çözebilme mekanizması olarak nasıl algılanmaktadır? Uluslararası örgütlerin diplomasideki yeri nedir? Bu sorular uluslararası örgütlerin stratejik kültürdeki yerini konumlandıracak soruların başında gelmektedir.

Bir uluslararası örgüt “bağımsız ve egemen devletlerin veya hükümetler-dışı kuruluşların küresel ya da bölgesel ölçekte, genel ya da özel amaçlara ulaşma doğrultusunda işbirliğini sağlamak için kurdukları yapılar, mekanizmalar ve süreçler” biçiminde tanımlanabilir (Hasgüler ve Uludağ, 2007:393). Uluslararası örgütler güvenlik, askeri, ekonomik, siyasi, kültürel ve ticari amaçlar temelinde oluşurlar. Örneğin NATO ve Varşova Paktı iki kutuplu sistemde askeri rekabetin birer ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği ve Arap Birliği gibi örgütler ise siyasal, kültürel ve ekonomik entegrasyonun sağlanması amacıyla oluşmuştur. Uluslararası örgütlerin temel amacı “bir ‘rejim’ ortaya çıkarmak” ve kural ve kurumlar oluşturmaktır (Hasgüler

ve Uludağ, 2007:396-397). Avrupa Birliği, NATO ve IMF gibi diğer uluslararası örgütlerle karşılaştırıldığında üye ülkelerin stratejik tercihleri ve davranışları üzerinde daha fazla etkisi olan bir yapıdır. Ancak AB’yi tek bir devlet olarak tanımlamak ta mümkün değildir. Üye ülkeler ulusal çıkarları gerektirdiğinde AB’den bağımsız olarak hareket edebilmektedir. Bu bağlamda AB üye devletlerin ulusal çıkarları ile birlikte dış politikada kolektif çıkarları ön planda tutan bir örgüt olarak tanımlanabilir (Sperling, 2001:119).

Abdullah Gül uluslararası örgütleri uluslararası güvenlik sağlanması ve ikili ilişkilerin geliştirilmesi açısında önemli organlar olarak görmektedir. Gül’e göre Türkiye uluslararası örgütlerde etkinliğini artırmalı ve uluslararası örgütlerin de etkinliğinin artırılması için çaba sarf etmelidir. Bu bağlamda Gül 28 Temmuz 2004 tarihinde İstanbul’da İstanbul Sanayi Odası’nın Olağan Meclis Toplantısında yaptığı konuşmada uluslararası örgütlerin rolünü ve Türkiye’nin bu örgütlerle olan ilişkilerini şöyle açıklamaktadır.

“Bildiğiniz gibi, Haziran ayı ev sahipliğini yaptığımız İKÖ Dışişleri Bakanları Konferansı ve ardından NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’yle Türk dış politikası açısından son derece yoğun ve neticeleri itibariyle başarılı bir dönem olmuştur. Türkiye, mensubu olduğu bu iki önemli Örgüt’ün toplantılarına ev sahipliği yaparak, çok boyutlu ilişkileri çerçevesinde çok taraflı işbirliğine ve uluslararası güvenlik için vazgeçilmez gördüğü Trans-Atlantik ittifaka olan bağlılığını sergilemiştir. NATO Zirvesi, genişleyen ittifakın günümüzün yeni küresel ve bölgesel koşul ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir dönüşüm içinde salt askeri bir ittifakın ötesinde istikrar yaratıcı bir dinamik olarak güçlenmekte olduğunu ortaya koymuştur.

Öte yandan, İKÖ Genel Sekreterliği görevine adayımızın seçilmiş olması, ülkemizin Örgüt içinde sahip olduğu itibarın bir göstergesidir. Bu önemli seçim sonucu aynı zamanda ülkemizin Örgüt’ün daha etkin bir yapıya kavuşturulmasında önümüzdeki dört yıl boyunca daha faal bir rol üstlenmesine imkan tanımaktadır. Aynı ay içinde Türkiye, demokratik ortak sıfatıyla davet edildiği G-8 Zirvesi’ne Başbakan düzeyinde iştirak etmiştir. Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesinin dünya gündemine taşınmasının çok öncesinde, çevremizde reform ve daha etkin siyasi ve ekonomik katılımı sağlayacak bir değişimin gerekliliğini savunanların ve iç dinamiklerden kaynaklanacak dönüşümü teşvik edenlerin başında geldik. G-8 Zirvesi’nde de, İtalya ve Yemen’le birlikte eş-başkanlığını üstlendiğimiz Demokrasi Yardım Diyaloğu aracılığıyla bölge ülkelerinin ihtiyaç ve hassasiyetlerini gözeten bir anlayışla demokrasi alanındaki birikimlerimizi dönüşümden yana bölge ülkeleriyle paylaşmaya hazır olduğumuzu dile getirdik. Bölge halklarının ve hükümetlerinin kendi iradeleriyle hayat bulacak siyasi, ekonomik ve sosyal reform girişimlerini destekleyeceğimizi belirttik. Ortadoğu genelinde daha demokratik, şeffaf ve hesap veren idari yapıların hayata geçirilmesini, insan hakları, hukukun üstünlüğü, iyi yönetişim, kadın erkek eşitliği

gibi ilkelerin yaygınlaşmasını sağlayacak bir sürece önemli ve deneyimli bir bölge ülkesi olarak Türkiye’nin yapıcı katkıları olabileceğine ve bunun bölgesel barış, istikrar ve refaha hizmet edeceğine inanıyoruz[.]

Değerli konuklar,

Geçtiğimiz ay sadece bu gelişmelerle sınırlı kalmamış, dış politikada öncelikli stratejik hedefimizi oluşturan AB’ye üyeliğimiz yönünde sürdürülen yoğun çalışma ve temaslarımıza da sahne olmuştur. 17-18 Haziran tarihleri arasında düzenlenen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi vesilesiyle Sayın Başbakanımızla birlikte Brüksel’de AB çevreleriyle temaslarımızı sürdürdük ve Anayasal Antlaşmanın kabul edildiği Hükümetlerarası Konferans’a katıldık. Önümüzdeki Aralık ayında düzenlenecek ve katılım sürecimiz bağlamında hem Türkiye hem de AB bakımından önemli kararların alınacağı Brüksel Zirvesi’ne giden yolda AB başkentlerine yapmakta olduğumuz ziyaretler bağlamında Sayın Başbakanımız geçtiğimiz ay AB Dönem Başkanı Hollanda’ya ve son günlerde Fransa’ya önemli iki ziyaret gerçekleştirmiştir.

Ülkemiz AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Ulaştırma ile Enerjiden sorumlu Komiser Loyola de Palacio ve Ticaretten sorumlu Komiser Pascal Lamy olmak üzere bu ay içinde de iki üst düzey Komisyon yetkilisini ağırlamıştır.

Haziran Zirvesi’nde AB, Komisyon’un değerlendirmeleri ışığında Kopenhag siyasi kriterlerinin karşılandığına kanaat getirdiği takdirde, ülkemizle katılım müzakerelerine gecikmeksizin başlanılacağını teyit etmiştir. Objektif ve adil kıstaslar karşısında, Aralık ayında Türkiye’nin hakkının teslim edileceğine inanıyoruz. Zira Türkiye kendisinden beklenenleri, kendi üstüne düşenleri güçlü bir siyasi irade sergileyerek yerine getirmiştir.

Halkımızın daha demokratik bir toplum ve çağdaş standartlara duyduğu özleme yanıt vermek üzere kısa sürede attığımız dev adımlar ve gerçekleştirdiğimiz devrimsel nitelikteki reformlarla katılım müzakerelerinin başlatılması için gerekli olan siyasi kriterlerin karşılanması yönünde kritik eşiği aşmış bulunuyoruz. Tabiatıyla reform süreci ve uygulama alanında yürütülen çalışmalar müzakereler başladıktan sonra da sürdürülecektir. Üyelik müzakerelerinin zorlu bir süreç olması ve makul bir süre alması beklenmektedir. Bu süreçte AB müktesebatına uyum yolunda daha da büyük hamleler yapmamız gerekecektir.

Ekim ayında yayınlanacak ve Aralık kararına dayanak teşkil edecek ilerleme Raporu’nun adil ve objektif bir değerlendirme içermesi beklenmektedir. AB’nin en yetkili ağızlarından bu yönde aldığımız güvencelerle Brüksel Zirvesi’nden amaçladığımız hedefe doğru kararlı ve güvenli adımlarla ilerlemeye devam edeceğiz. AB’nin de hakkaniyetli ve vizyon sahibi bir karar alacağı yönündeki beklentimize yanıt vereceğine inanıyoruz. Böylece Birliğin, temsil ettiği değerlerin küresel bir anlam ifade etmesine, yetkin ve etkin küresel bir güç olmasına, medeniyetler arası uyum ve uzlaşıya doğru ilk adımı atmasını temenni ediyoruz. Ekim ayında ev sahipliğimizde ikinci kez düzenlenecek olan AB-İKÖ Ortak Forumu da, Aralık kararının hemen öncesinde ülkemizin AB’ye diğer bölgelere açılım yönünde ve medeniyetler arası diyaloğa sunduğu katma değerin hatırlatılması bakımından önemli bir vesile olacaktır20” (Gül, 2007:91-93).

Ahmet Davutoğlu’nun uluslararası örgütlerin rolüne ilişkin Türkiye’nin stratejik kültürünü yansıtan şu ifadeleri önemlidir.

“2003 yılı, kronikleşmiş dış politika problemlerine çözüm ve son yıllarda ihmal edilen dış politika alanlarında telafi programlarının uygulanmasıyla geçti. 2004 yılının hedefi küresel aktör olmaya aday bir bölgesel güç olarak Türkiye’nin uluslararası gündeme taşınması ve uluslararası örgütlerdeki etkinliğin artırılması olacaktır. Haziran ayında İKÖ Dışişleri Bakanları toplantısı ve NATO Zirvesi, eylül ayında ABİKÖ Ortak Forumu ve Irak’a komşu ülkeler inisiyatifinin yanı sıra bilimsel ve kültürel alandaki uluslararası kongrelere ev sahipliği yaparak Türkiye’nin yeni bir imajla küresel alana taşınması planlanmaktadır. 2005 yılına ilişkin vizyon; bir taraftan, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi yakın havzalarımızdaki etkinliğimizi pekiştirmek, diğer taraftan bu etkinlik ile AB politikaları arasında uyum sağlamaktır. 2006 yılında dış politikamızda ihmal edilegelmiş Afrika ve Latin Amerika gibi alanlara sağlıklı ve kalıcı bir şekilde açılarak Türkiye’nin dış politika ölçeğini büyütmek ve Dışişleri’ni bu kapsamlı misyona uygun düşecek bir şekilde yeniden yapılandırıp güçlendirme sürecini tamamlamak hedeflenmektedir. 2007 yılı ise stratejik oryantasyonumuzun, küreselleşme sürecinin getirdiği meydan okumalara cevap oluşturacak şekilde derinlik kazanması yılı olacaktır. Türkiye’ye dış politika alanında stratejik planlama ve yönetim imkânı sağlayan bu politika çerçevesinde gerçekleştirmek istediğimiz nihai hedef; tarihî derinliğimiz, bugünkü konumumuz ve gelecek vizyonumuz arasında sağlıklı bir köprü kurmak ve ‘merkez’ ülke Türkiye’yi potansiyeli ile orantılı bir küresel aktör haline getirebilmektir21” (Davutoğlu, 2004b).

Türkiye uluslararası örgütleri uluslararası barış ve istikrar açısından önemli bir diplomatik araç algılamaktadır. Küreselleşme sürecinin de etkisi ile daha aktif hale gelen uluslararası örgütler, uluslararası sistemin anarşik olduğu realist görüşün aksine uluslararası sistemin denge unsuru olarak görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye’de stratejik karar alıcılar hemen hemen tüm uluslararası olayda uluslararası örgütler nezdinde girişimlerde bulunarak konu ile alakalı uluslararası kamuoyunun ilgisini çekmesini gerektiğini ifade etmiştir. Uluslararası hukuk ve normların çatışmaların önlemesi ya da krizlerin aşılması noktasında bağlayıcı ve bağdaştırıcı rolünün olduğu ve ittifakların sadece tehditler karşısında değil, kimlik, kültür ve tarih gibi değerler ile de oluşması düşüncesi hâkimdir.