• Sonuç bulunamadı

Türkiye’nin Dış Politikasında Stratejik Kültür: Dönemsel Bir Karşılaştırılma Türkiye BM ve NATO’ye üye olmakla birlikte Batılı kimliğin normlarını takip etmeye

başlamıştır. Batılı kimliğin bir normu olan demokratik sistemin işletilmesi için tek partili siyasal sistemden çok partili siyasal sisteme geçiş Türkiye’de Batılılaşma dönüşümünün bir örneği olarak gösterilebilir. Bu çerçevede Türkiye’nin NATO’ya üyeliği stratejik bir ortaklıktan ziyade Batılılaşma projesinin önemli aşamalarından biridir (Küçük, 1999:81). Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde Batılı kimliğini yansıtan NATO üyeliği, İslami kimliğini yansıtan İKÖ üyeliği ile KEİ ve D-8 gibi örgütlerin kurucusu olarak yer alması, Türkiye’nin çok yönlü kimliğinin birer örneği olarak gösterilebilir (Küçük, 1999:84).

Türk dış politikasının temel yapısı realizm teoriğinde şekillenmiştir. Realizm devletçi bir anlayışla devletin güç ve çıkar dengesinde materyal kapasite ve güce dayalı dış politika davranışın ve bu paralelde dış politika araçlarına sahip olmasının gerektiğini savunmuştur. Devletin dış politikada öncelikli amacı güvenliğin sağlanmasıdır (Gözen, 2006:2). Türkiye’nin Soğuk Savaş ve sonrası dönemde stratejik kültürünün oluşumda çoğunlukla bürokratik ve askeri seçkinler etkili olmuştur. Bu dönemde stratejik kültürün oluşumunda sosyal dinamiklerin etkisi olmamıştır (Küçük, 1999:85).

Mustafa Küçük’e göre Türkiye’nin Soğuk Savaş ve sonrası dönemde ortaya çıkan stratejik kültürü41 uyumlu (accommodationist) ve savunmacı büyük stratejinin bir karışımıdır (Küçük, 1999:90). Stratejik seçenekler arasında devletin güvenliği ve bekası en öncelikli tercih konumundadır. Stratejik aktörlerin realist güvenlik anlayışı takip etmelerinin sebebi bu stratejik tercihin bir ürünüdür. Bu dönemde Türkiye yayılmacı bir tutum benimsememiştir. Türkiye diplomasiyi en iyi şekilde çalıştıran ancak en son seçenekte güç kullanımı tercih eden bir strateji izlemiştir. 1974’teki Kıbrıs Barış

41

Mustafa Küçük çalışmasını 1999 yılında hazırlamıştır. Küçük’ün Türkiye’nin stratejik kültür analizi 1999 yılında kadar olan dönemi kapsamaktadır. Bkz. Mustafa Küçük, Constructivism and The Study of

Security And Foreign Policy: Identity and Strategic Culture in Turkish-Greek and Turkish-Israeli Relations, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1999.

Harekatı ve İkinci Körfez Savaşı’ndaki Irak harekatına destek verilmesi bu stratejinin bir yansıması olarak kabul edilebilir (Küçük, 1999:91).

2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidara gelmesi ile birlikte Türkiye AB temelinde demokratikleşme, insan hakları, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi yönünde ciddi bir reform sürecine girmiştir (Dursun ve diğ., 2007:1). Türkiye iç politikada yapısal reformlar ve kalkınma süreci başlatırken dış politikada da pro aktif bir tutum benimseye başlamıştır. Ahmet Davutoğlu’nun stratejik temellerini oluşturduğu ve Türkiye’nin stratejik kültürünü yansıtan yeni Türk dış politikası tarihsel süreç içerisinde geleneksel yapının aksine çok boyutluluğu temel alan bir anlayışı ifade etmektedir. Bu bağlamda geleneksel Türk dış politikasının “muasır medeniyetler seviyesi” olarak algıladığı “batı yanlısı” tek boyutlu dış politika anlayışının yerine güvenlik ve rejim kaygıları nedeniyle ilişki geliştirilemeyen başta Ortadoğu olmak üzere Kafkasya, Orta Asya, Afrika ve Güney Amerika gibi yeni dış politika alanlarının oluşturulmaya çalışıldığı çok boyutlu ve kulvarlı yeni bir dış politika anlayışı benimsenmiştir. “Kötü komşuluk” algısından “sıfır sorun” yaklaşımına dönüşüm aynı zamanda Türkiye’nin “coğrafi tasvirindeki” değişimin bir sonucu olarak görülebilir (Aras ve Fidan, 2009:198). Coğrafi tasvirdeki değişim Türkiye’nin dış politikada bakış açısını genişletmiş ve aktörlerin daha geniş bölgelerde strateji ve politika belirlemelerine yön vermiştir (Aras ve diğ., 2009:31). Bu çerçevede Türkiye yeni dönemde potansiyel tehdit anlayışını değiştirerek fırsat oluşturmaya çalışan aktivist bir yaklaşım benimsemiştir.

11 Eylül saldırıları 21. yüzyılın politika dengesinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Güvenlik algısında artan tehdit düzeyi paralelinde aktörlerin ve devletlerin güvenlik endişeleri ve terör eylemleri nedeniyle özgürlük alanını daraltıcı tedbirler uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’nin özgürlük-güvenlik denkleminde özgürlükleri genişletici bir tutum benimsemesi stratejik kültürünün bir sonucudur. Soğuk Savaş dönemini şartları ve iç politik gelişmelerin etkisi Türk dış politikasında karar alıcı stratejik aktörlerin güvenlik algısı “dört yanımız düşmanlarla çevrili” retoriğinde şekillenmiştir. Bu refleks Türkiye’yi içe kapanık, dış politikada “bekle gör” anlayışı ile durağan konuma getirmiştir. Türkiye Cumhuriyet’in ilanının ardından Menderes ve Özal dönemlerinde dış politikada daha aktif bir tutum benimsemeye başladığında özellikle kimlik

tartışmaları, ilişki kurulan ülkelerin coğrafi konumları ve yönetim sistemlerinin etkisiyle rejim tartışmalarına dönüşmüştür. Türk dış politikasının tarihsel tecrübeler doğrultusunda iç politikada güçlü iktidarlar döneminde daha aktif bir tutum benimsemiştir. Bu bağlamda iç politik istikrar dış politikada etkinliği beraberinde getirmiştir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan yeni gerçeklerin anlaşılması noktasında Türk dış politikasının pasif ve izole edilmiş tutumu eleştirilmiştir. Türkiye’nin tarihsel ve kültürel bağlarının bulunduğu Ortadoğu’da daha aktif politikalar geliştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Türkiye-Ortadoğu ilişkilerinde tarih ve kültür önemli rol oynamaktadır. Paylaşılan tarih ve ortak kimlik Türkiye’yi Ortadoğu ülkelerine yakınlaştıran unsurlardır (Altunışık, 2009:180).

Geleneksel Türk dış politikasını eleştiren Özal Türk dış politikasına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Özal dış politikada risk alan, aktif bir tutum benimsemiştir. Özal’a göre Ortadoğu’da Türkiye açısından tehditten daha fazla özellikle ekonomik yönden fırsat bulunmaktaydı (Altunışık, 2009:181). Özal Türkiye’nin Ortadoğu ile tarihsel ve kültürel bağlarını kullanışlı bir dış politika aracı olarak görmüştür (Altunışık, 2009:182). İsmail Cem’in Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı 1997-2002 döneminde Türkiye Ortadoğu’daki anlaşmazlıkların çözümünde arabulucu rol oynamıştır. İsmail Cem Ortadoğu ile ilişkilerde tarihsel ve kültürel bağların yanında, Türkiye’nin çok yönlü kimliğini ön plana çıkarmış ve bölge açısından Türkiye’nin rol model örneğine vurgu yapmıştır (Altunışık, 2009:185). Davutoğlu döneminde Türkiye “komşularla sıfır sorun” ideali çerçevesinde Irak, İran, Suriye ve diğer bölge ülkeleri ile yeni bir diplomatik üslup benimsemiştir. Türkiye 2003 yılında Irak’a ABD müdahalesinde ABD’nin Türkiye’nin müdahale için topraklarını kullanmasına izin vermemesi ile oluşan stratejik çevrede Türkiye bölge ülkelerine daha da yakınlaşmıştır (Altunışık, 2009:188).

Tablo 6. Alternatif Perspektiflerin Karşılaştırması

Turgut Özal İsmail Cem Ahmet Davutoğlu

Tarih ve Kültürün

Önemi Nispeten Önemli Önemli Çok Önemli

Batı ile

uyuşabilirlik Çok Önemli Çok Önemli Önemli

Medeniyet görünüşü Medeniyetler Arası Köprü Çoklu Medeniyetler Kimliği İslami Medeniyet Kimliği Bölgesel

çatışmalara ilgi Önemli Önemli Çok Önemli

Kaynak: (Altunışık, 2009:193).

Türkiye’nin stratejik kültürü tarihsel tecrübeler, inançlar ve normlar doğrultusunda dış stratejik çevre ile iç politik yapı paralelinde ideal politik ya da reel politik seçeneğe kaymıştır. “Bölgesel güç” olma ideali ve etkinliğin artırılması söylemi Türk dış politikasını reel politik seçeneğe yönlendirmiştir. Öte yandan işbirliği ve uzlaşı hedefi demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin genişletilmesinin benimseyen normlar ideal politiğe yakınlaştırmıştır. Yeni dönemde güç, salt materyal kapasite ya da askeri yeteneğe dayalı formüle edilmemiştir. Türkiye’nin büyük stratejisi gelecekte dünyanın en gelişmiş on ekonomisinden biri olmak ve uluslararası barış ve istikrarın sağlanmasına azami katkı sağlamaktır.

“Komşularla Sıfır Sorun” söylemi yeni Türk dış politikasının ana eksenini oluşturmuştur. Cumhuriyet’in kurulması ile Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” söyleminin tamamlayıcı bir unsuru olarak ortaya çıkmış ve güvenlik algısından kaynaklanan nedenlerle bölge ülkeleri ile geliştirilemeyen ilişkileri canlandırmak, uzlaşı ve diyalog ortamının oluşmasını sağlamak ve çatışmaların önlenmesini sağlamak büyük stratejinin bir aracı olarak görülebilir. Batılılaşma/modernleşme kimlik algısı sadece Batı endeksli politikalar üretmek değil, bu idealden vazgeçmeden aynı zamanda doğuda, kuzeyde ve güneyde hatta diğer kıtalarda politika üretip uygulayabilmek amaçlı, çok yönlü bir kimlik oluşturmuştur. Bu bağlamda çok boyutlu Türk dış politikasının etkileşim ve iletişim ile birlikte çok yönlü bir kimlik algısı oluşturduğu söylenebilir

(Küçük, 1999). Ahmet Davutoğlu çok boyutlu dış politikanın amacını “hattı diplomasi yoktur sathı diplomasi vardır, satıh ise tüm dünyadır” şeklinde tanımlamıştır.

“Türkiye bir Avrupa ülkesidir. Gelecekte AB’nin de en etkin ülkesi olacaktır. Türkiye, ayrıca Asya, Balkan, Kafkas, Ortadoğu, Hazar, Karadeniz, Akdeniz ve Körfez ülkesidir. Bu çerçevede radarlarımızın açık kalması gerekir. Bir an haberleşmenin, oralardaki haber kanallarının veya olayları takip etme kapasitesinin ihmale uğraması, sadece ilgili ülkeyle değil, bütün Türk dış politikasında zaaf ortaya çıkaracaktır. Türkiye’ye dönük olağanüstü bir beklenti var. Türkiye’nin coğrafyası ve tarihini avantaj olarak değerlendiriyoruz” (Davutoğlu, 2010d).

5.2. Türkiye’nin Yeni Uluslararası Konumu ve Yeni Dış Politikasının Uluslararası