• Sonuç bulunamadı

Milattan iki yüz sene evvel, (Han-Si) namındaki Çin cenerallerinden biri, uçurtmayı icad etmişti. Fakat bu icadının eğlenceden ziyade, muhasarada bulunan bir şehrin imdadına şitab etmekte olan bir ordudan, o şehre işaret vermek hususunda isti’mâlini daha müfîd buluyordu; lakin bu zatın fikrini tervic eden olmadı. Çünkü az zaman zarfında şu şayan istifade-i âlet Çin’de tekessür ederek adeta bir oyuncak halini aldı. Bütün Çin halkı uçurtma yapmak hususunda yekdiğeriyle müsabakaya başlamışlar ve

şayân-ı hayret uçurtmalar yapıyorlardı. Zengin, fakir herkes mutlaka kendisine bir uçurtma imal ve tedarikine sa’y ediyordu. Hatta o derecede ki ceneralin esna-i keşifte

yapmak adet hükmünü aldı ve en güzel uçurtma imal edenlerle, havada en güzel yükselenlere müsabaka heyeti tarafından mükâfatlar verilmeye başlandı. Bu adet gittikçe milli bir ayin şeklini aldı ki el’an, zamanımızda da hükmü cârî bulunmaktadır.

Her şey gibi uçurtma da Garb’a intikal etmeye başladı. Avrupa’da pek çabuk taammüm etti. Yenidünyanın keşfini müteakip Amerika’ya da ithal edildi. Fakat orada büsbütün başka bir saha-i tatbik bulmuştu. Amerika’nın yeni zekâsı, münevver mefkûresi… O zamana kadar adi bir eğlence makamında istîmal edile gelmekte olan uçurtma ile hikmet kanunları arasında mevcut sıkı ve kavi bir münasebetin taharrisine başladı. Benjamin Franklin bir takım nazariyat serd ediyor ve hadise-i elektrikiye ile gök gürültüsü arasında mevcut olması icap eden münasebetin ispatına bu aletin yardım edeceğini söylüyordu. Pek doğru düşünüyormuş. Çünkü şimdi biz pekâlâ biliyoruz ki gök gürültüsü elektrikle mücehhez iki bulutun tesadümünden hâsıl olmaktadır. Franklin’in fikrine göre demir çubukla mücehhez bulunan bir uçurtma semaya salıverildiği zaman, ilk tesadüf edeceği bulutun elektriğini bil-inkişaf

şerareleri ipin ucundan arza îsâl etmesi lazım gelecekti. Sıra bilfiil tecrübeye gelmişti. Fırtınalı bir günde Franklin kıra çıkarak uçurtmasını uçurdu. Đddiasında aldanmamıştı.

Đpin ucundan derhal şerareler intişar etmeye başladı. (siper-i saika) nazariyesi mevki-i bedahete çıkmış ve (paratoner) de keşfedilmişti. Fakat eğer ip daha ziyade nakl-i elektrik olsaydı ve bulutun kuvve-i elektrikiyesi daha kuvvetli bulunsaydı esnay-ı tecrübede Franklin hayatını kaybetmek tehlikesine maruz kalabilirdi. Nitekim bu hal “Rişman” ikinci tecrübeyi de yapmak istediği anda vukûa geldi ve kendisi de müthiş bir yıldırımla mahvolup gitti.

“Romas” üçüncü tecrübeyi tatbik etmişti; fakat hayatını muhafaza hususunda tedabir-i mühtedabir-immeytedabir-i elden bırakmadı ve muvaffakıyet gösterdtedabir-i.

Amerika, adi bir eğlenceden ibaret telakki edilen, uçurtmadan istifade ile fennin sâha-i tatbsâha-iksâha-inde koşarcasına sâha-ilerlerken bersâha-i tarafta ssâha-iyam krallığı dahsâha-ilsâha-inde uçurtma el’an sâbıkî vechile binlercesine evvelki ibtidâî halini muhafazada devam ediyordu. Garb’da nazariyat hükmiyyesi birer birer ispat edilerek ciltlerle kitaplar yazılıp aynı

Şark’ta -ki asıl mahall-i keşfidir- Ekseriyeti büyük zevattan müteşekkil bir kitle-i halk, hususî bir şekil ve renkte uçurtma imal ettirmekle meşgul bulunuyorlardı. Hatta kralın bile her akşam grup esnasında uçurulan hususi bir uçurtması vardı. Bu uçurtma geceleyin semada terk edildiğinden kendi kendine havalanır ve devrederdi. Bade memleketin zadegân ve valileri tarafından uçurtmanın ipinden mamul olan ipi çekilmeye başlanırdı. Böylece ancak sabaha karşı tuluun şuâat-ı zerrîni tabiatı yaldızlamaya başlarken o da kemal-i hürmetle zemine indirilirdi.!

T D, C. 2, S. 37 s. 599 Gazi Köse Mihal Zade

M. Lisaneddin

2.1.18. Aslıma Doğru

Gençler:

Ben de bir zamanlar çok gençtim. Kalbimde nâmütenâhî emellerin kaynaştığını duyardım. Sevişirdim, isterdim, sıkılırdım, düşünürdüm, kızardım. Bana derlerdi ki:

 Oğlum, daha gençsin. Elbette yola gelirsin.

Ben kızardım; yola gelmek, bu ne demekti? Sönmek, kanın uyuşması… Acaba yola gelmek bu muydu? Aylar, seneler geçti. Ben gençlik yolunda sağa sola yumruk atarak yürüdüm. Gençlik için babama küstüm, anamla dargın oldum. Çünkü genç yaşamak ve genç ölmek istiyordum.

Gençlik ne idi ve ben ne istiyordum? Pek çok zaman şaşkın şaşkın uğraştım. Bir

şeyler yaratmak, pek çok bağlarla bağlandığım milletime, vatanıma umulmayan büyük işler yapmak diliyordum, kılavuzum yoktu. Ne yapacaktım? Bunu bana ne anam ne de babam öğretebiliyordu. Onlar da hep sönmüş emeller, köhnelenmiş düşünceler vardı. Beni yüksek maaşlı bir kâtip görmek onlar için ne büyük bir saadet olacaktı! Hâlbuki ben lâalettayın bir kâtipten çok daha ziyade milletime, vatanıma faideli olmak istiyordum. Bende yanan bir aşk, dindirilemeyen bir âteş-i mesai vardı. En çok yorularak en çok iş yapmak istiyordum. Đstiyordum ki bütün dimağım didinsin. Bütün vücudum hırpalansın ve ben o sa’y ile eriyeyim, biteyim; fakat

hayatımın, ölen bütün gençliğimin, yaşamış bütün emellerimin tatlı ve ebedî bir yadigârı olsun!

Çok gün ve gece düşünmeden bî mecal kalırdım. Đbn-i Sina, Farabî, Đbn-i Rüşd, Gazali. Cihan irfanın bu yüksek şehriyarları… Cengiz, Yavuz, Kılıçaslan, Selahaddin. Cihan-ı azim ve cesaretin bu kudretli hükümdarları gençliğimin pür-âmâl rüyalarında daima uçuşurlardı. Ben de canlanmak isteyen cılız kanatlarımla onların arkasından koşmak, onların büyük ruhlarından feyizdâr olmak isterdim.

Hayatımın keşmekeşlerle, girdaplarla en çok sarsıldığı bir zamanda idi.

Bütün gündüz ve yarı gece hummalı bir faaliyetle uğraşıyordum. Mesaimin muayyen bir mecrası yoktu. Ummadığım bir zamanda şefik ve büyük bir ses duydum:

 Oğul, dedi. Muallim ve mürşit olur musun?

Đnanınız, sanki ben bu lâhutî sesi bekliyormuşum… Bütün kalbimle, bütün fikrimle evet dedim. Artık ben muallim, mürebbî olacaktım.

Günler, aylar, yıllar geçti ve ben bu mesut yolda çok ilerledim. Kız, erkek yavrular arasında düştüm, kalktım. Her gün ruhuma yeni, feyizdâr bir şeyin aktığını duyuyordum. Onların sevmek ve sevilmekle dolu kalpleri hep benim içindi. Onlar beni, ben onları düşünüyordum. Onlar çocuktular, genç oluyorlardı. Ben de onlarla beraber çocuk ve genç oluyordum.

Şimdi hayatı, saadeti onların arasında çok daha parlak ve temiz görüyordum.

Gündüz uğraşıyordum, gece en mûnis ve şefîk ihtimamlarımı yavrularıma bağışlıyordum ve bu mesut meşguliyet arasında hayatım tatlı bir cereyanla maziye akıyordu.

Ben onların arasında, bir gülfidanının kurularını, örümceklerini ayıran ihtimamkâr bir bahçevan gibiydim.

millet itinakâr ve müşfik eller bekliyor. Siz rengin ve rayihadâr güller yerine mukaddes vatandan baldıran ve ısırgan toplamamak için milletin terbiyesiyle uğraşınız. Kardaşınız, arkadaşınız, tanıdıklarınız… Herkes sizi meşgul etsin. Siz, herkesle alakadar olunuz. Herkes sizi düşündürsün ve o zaman siz göreceksiniz ki, kendisi için pek çok fazla yorulmaya ve didinmeye değer feyyaz ve ilahî bir millet varmış!

T D, C. 2, S. 51-52 s. 835 Nafi Atuf