• Sonuç bulunamadı

Muhterem Yeni Maarif Nazırımıza Đthaf

Geçen sabah cebimde vapur biletini ararken, bir mektup buldum. Zarfın üstünde şöyle yazılı idi.

“Talebe Defteri”ne

Ve sonra ince kurşun kalemle yazılmış bir iki satır…

“Hemşiremin rahatsızlığı dolayısıyla Đstanbul’a gönderemiyorsunuz, Binaenaleyh postaya veremediğim bu mektubu cebinize atıyorum. Lütfen mâzur görünüz.”

Anladım: Küçük kardeşim Abdulmecid’in işi… Mektubunu aynen neşrediyorum: “… Geçen sene sultanîler hakkında bazı yazılar yazmıştınız. Bunlar hatırımda olmakla beraber diğer karîleriniz gibi ben de size müracaat ediyorum. Bana hangi mektebi tavsiye edersiniz? Sizi görüyorum ki çok yoruluyorsunuz, binaenaleyh muallim olmak istemem. Đstanbul Sultanîsini bana daima medh ederdiniz; fakat Almanca bilmediğim için almazlarmış. Diğer Sultanîlere gelince beni altıncı sınıfa alacaklar. Hâlbuki altı sene okuduktan sonra tekrar altıncıya girmek benim aklıma sığmıyor. Sanata merakım var. Fakat taşra idâdîleri nevinden payitahtta mektepler

Defteri) ile bir cevap veriniz. Belki başka arkadaşlarımın da işine yarar.”

Doğrusu akla çok şey gelirdi; ama küçük kardeşimin böyle bir muzipliğini hiç düşünmemiştim. Şu satırları okuduktan sonra düşündüm. Acaba ağlamak mı, gülmek mi lazım.

Her sene tatil mevsimi gelince, gazetecilik, bâ-husûs talebe ve çocuk gazeteciliği, dolayısıyla mektepliler bana müracaat eder, fikrimi sorarlar ve bu suretle her sene bu mevsimde ruhumda bir sızı uyanır beni muttasıl incitmeye başlar. Derken bila ihtiyar ağzımdan ve kalbimden çıkar: Zavallı ibtidâî mezunları!

Kaç senedir yazıyorum. Đşin tuhafı yazdığımı evveliya umûra okutuyordum da… yine hiçbir tesiri görülmüyor. Benim derdim, daha doğrusu, maarifin iddia ettiğim bu derdi adeta şehr-emaneti meselesi sırasına geçti.

Mesele şu üç noktada toplanıyor.

1- Neden sultanîlerin ibtidâî kısmında beş sene okuyan altıncı sınıfa geçiyor da, ibtidâîlerde altı sene, yani bir sene fazla okuyanlar ancak bu hakka nail olabiliyorlar. 2- Lisan farkı dolayısıyla sultanîler arasında bu insicamsızlık nedir ve ne zamana kadar devam edecektir. Bir ibtidâî mektebini bitiren neden istediği sultanîye giremiyor?

3- Đbtidâî mezunlarına melce olmak üzere pek çok istifadeleri muhakkak olan taşra idâdîleri nev’inden mektepler burada neden açılmıyor? Đşte bence maarifin bugün düşüneceği en mühim iş budur ve bu ne (tûba) ne (mûba) ağacı meselesi değildir, maarifin ruhudur.

Almanlar zaferlerini ibtidâî mekteplerine medyun imiş; Bulgaristan’ı Bulgaristan yapan ibtidâî mektepleri imiş. Ben de cesaretle diyeceğim ki bizi bu hale getiren de ibtidâî mekteplerimizdir.1

1 Mamafih 21 Temmuz 1334 [21 Temmuz 1918] tarihli Tasvir-i Efkâr’daki Yunus Nadi Beyin fikirlerine iştirak etmem. Müşârün-ileyh mekteplerde talebeye hemen hemen bir şey öğretilmediğini söylüyorlar. Ben bilakis çok şey öğretilmek istenildiğinden bir şey olamıyor diyeceğim. Hele

meşgul olduklarını sık sık yazıyorlar. Fakat acaba bu meyanda ibtidâî mezunlarının istikbaline ait tasavvurlara hiç olmazsa hatıra gelmiş midir? Đnşallah…

Mutasarrıflık ve nihayet Đstanbul vilayeti, vali vekaleti makamına, muallimin mesleğinden irtika ettiği için nazarımızda muhterem bir mevki tutan Đzzet Beyefendinin de bu mesele ile uzun, derin meşgul olacaklarını ümit etmek isteriz. Mamafih asıl alakadar olacaklarından Muslihiddin Adil Beyefendi’nin Almanya’da bulunması ve perşembenin gelişi, çarşambadan belli olur darbımeseli doğru ise meydanda hiçbir hareket bulunmadığına göre zavallı ibtidâî mezunlarının bu sene de bi-çare kalacaklarına hükmetmek icap ediyor. Büyüğünden küçüğüne kadar kimsenin bu bapta itiraza, söz söylemeye hakkı yok. Ben, bugün bilfiil, bu mantıksızlığın cezasını çekmedeyim. Kendim bir numune mektebi müdürüyüm. Kardeşim, bu sene – hem de oldukça iyi bir tahsil ile- mektebini bitirdi. Đkmal-i tahsil-i Tasdiknamesini aldı. Şimdi nereye devam edecek suali, bütün ailemizin düşüncesini teşkil ediyor.

Đstanbul Sultanisi: Almanca bilmiyor, diye almaz.

Galatasaray-Kadıköy-Nişantaşı: Fransızcası kâfi değil, diye kabul etmez. Diğer sultanîlere girerse:

Fransızcaya baştan başlayacak ve altıncı sınıfa alacakları için bir sınıf kaybedecek.

Şüphesiz bu haksızlığa da boyun eğilmez.

Şu halde bu çocuk ne yapsın? Đşte resmi bir mektep müdürü, kardeşini yazdıracak bir mektep bulamıyor. Alman mekteplerini ağzına kadar dolmuş görünce, leylî ücreti senevî 300 ve yalnız nehârî olarak 50 liraya çıkan Amerikan mektebine, (Robert Kolej)’e teslim etmeye mecbur oluyor ve bunun bütün günahı hiç şüphesiz kendisinden çok ziyade mekteplerin programlarını (Babil Kulesi)'ne çevirenlere ve nihayet onları ıslah etmemekte inat edenlere aittir.

Çengelköy:

T D, C. 3, S. 58 s. 930 Muallim Ahmed Hâlid

sultanilerin 6. sınıfındaki dersler nedir efendim? Yalnız beşinci sınıfla altıncı sınıf programını mukayese etmek maarifin program hususundaki noksanına başka hiçbir delil aratmaz.

Almanlar çok şarkı söylerler; Ruslar ve Đskandinavya ahalisi zamanlarının ekseri kısmını şarkı söylemekle imrar ederler, fakat (Finlandiya) da lâyenkatî, mütemadiyen teganni edilir. Hiç yanılmaksızın iddia olunabilir ki bu memlekette asilzadesinden köylüsüne kadar bütün erkekler birçok vesilelerle şarkı söylemesini itiyad edinmişlerdir. Şehirlerde ikamet eden en kibar kadından (Lâponya) hudutlarında kulubesini kendi eliyle inşa eden en fakir kadına kadar bütün zümre-i nisa Finlandiya’da vasi’ bir halka, teğanni teşkil eder.

Finlandiya’daki şarkı bayramları diğer memleketteki bayramlara benzemez. Hakikaten gariptir.

Nasıl olur? Bir defa düşününüz! Beş bin havanın’da (Helsingafur)un başlıca meydanlarından birinde ictima ederek sanayi’-i nefise sergilerinde büyük bir mükafat kazanan Finlandiyalı ressam (Roznifild)’in şerefine icra-yı şadumanî eyliyor.

Diğer bir küçük şehirde, mesela biraz şimale gidelim. (Oleaburg)’da iki bine karib mektep çocuğunun şehrin en büyük oteli önünde toplayarak o gün gelen seyyahların vürudunu ihbar etmek için bir saat mütehadiyen teganni ettiklerini görmek nadir bir

şey değildir.

Bu terennümler ekseriyetle meyus ve enindar perdeler üzerinde tertip edilmiştir. Bu

şarkılarda daima arazı-yi müncemidenin münzeviliği ve karla mestur steplerin vahşi güzellikleri tezkar olunur.

Ziyadesiyle vatanperver olan Finlandiyalıların milli kaside ve neşideleri için ateşin bir muhabbetleri mevcuttur. Ruslar tarafından mahkum edilen askerler, değil yalnız yolda sevk olunurken, mahbislerinde, zindanlarında bile şarkılarını söylemekten geri kalmazlar.

Rusya Hükümetinin bunca mesaisi ve hesapsız eza ve cefalarına rağmen bu memleketin ahlak ve tabâyîına artık tamamıyla nüfuz etmiş bulunan bu adet-i kadime ortadan kaldırılamamıştır.

teganniye devam ederler.

Kocasının ve çocuklarının gıdasını ihzar eden bir zevce, tarlasını süren bir çiftçi, kışın uzun mesafeleri yaya kat eden bir yolcu, geyik sürülerini bekleyen bir çoban hülasa bütün bir halk terennümsazdır.

Karların içinde yolunu kaybederek biraz sonra kendisine bir melce bulan bir seyyah farz ediniz! Akşam olup yemeğini yedikten sonra bulunduğu mahallin hizmetçi kızları bunun etrafına halka olarak onu eğlendirmek için müctemian ruh-nevaz

şarkılar terennüm ederler.

Bize daha henüz pek karip olan bir asırda (Finlandiya) siyasiyununun en ileri gelenlerinden birinin Rusya Hükümeti tarafından memleketinden nefyine karar verilmişti. On bin vatandaşı garda içtima ettiler ve trenin hareketinden evvel milli

şarkılarını hep birlikte teganni eylediler. Trenin geçtiği bütün diğer istasyonlarda aynı hal – tabii daha az hânende ile – tekrar etti, ve bu Finlandiyalı vatanperveri Amerika’ya gitmek üzere vapura bindirmek için limanda toplanan bir cemm-i gafirde milli ve vatanı neşidelerle selametlediler.

Hakikaten nakletmeye değer bir hal değil mi?

Bu mütemadi terennümlerin kıymeti ve halk üzerindeki tesiri Finlandiya’nın hayat-ı içtimaiye ve ahlakiyesini tetkik ve tetebbu edenlerce daha ziyade takdir edilir.

Musikîye olan fert rağbetin bu derecesi bu milletin ruhunda öyle bir takım netabih husule getirmiştir ki esasen fıtrî ve cebelî bir hassasiyet ve zeka ile muttasıf bulunan Finlandiyalılar1 bugün adeta büyük bir aile ve belki küre-i arz üzerinde, yegane bir millet-i müttehide halini almışlardır.

Eğer hakikat ise Portekizlilerin daima şen ve şatır adamlar olduklarını söylerler, buna mukabil pekâlâ iddia ve tasdik olunabilir ki Finlandiyalılar da, dünyada bila-fâsıla teganni eden bir millettirler.

T D, C.2, S. 50, s. 809 Gazi Köse Mihal Zâde: Lisaneddîn

(Mektep Adabı Muâşeretinden)

Haline, tavrına, sözlerine elhâsıl bütün hareketlerine ince bir itina ile dikkat etmesi icap eden bir mektep efendisinin bu dikkati, bilhassa mektep hayatında muzâaf bulunmak lazım gelir. Çünkü orada henüz umumî hayata çıkmamış, o hayatın safhalarını tecrübe etmemiş olan kendisi için öğrenilecek ve alışılacak çok birçok muaşeret kaideleri vardır.

Mektep, dünyanın küçülmüş bir numunesi, bir minyatürüdür. Bu küçük âlemde sizden büyük ve üstün, sizden küçük olanlara tesâdüf edersiniz. Hepsi, mütehalif meşreplerden müteşekkil garip bir halîta arz eder. Şen, şatır, geçimli, uysal, sevimli, mütevazı, arkadaşlar… sert, huysuz, kavgacı, sinirli aşinalar… Đstenir ki mektepli, bütün bu muhtelif huylu kimselerle samimi ve muhabbetkâr bir hayat geçirsin. Ve (hoşa gitmek) için, kalbini müteessir edecek her hadiseyi unutarak, daima afüvkâr ve müsamahakâr olsun…

Sınıfa sükûn ile girilmeli ve bu sükûn dersin sonuna kadar muhafaza olunmalıdır. Muallim derse gelince bütün çocuklar ayağa kalkarlar ve kendisi oturmadıkça yahut oturulmasını işaret etmedikçe oturmazlar. Ders esnasında muallimin canını sıkacak, onu yoracak her türlü hareketlerden sakınmalıdır. Arkadaşlarını işgal edecek, dikkatlerinin başka taraflara tevcihini mucip olacak muameleler, kitapları tanzim ile meşgul olmak kuvvetle çekmece açıp kapamak, sırayı sarsmak, gürültü ile sümkürmek, başını avuçları içine almak, esnemek, sıra üstüne yamanmak gibi haller mektep adab-ı muâşeretinin kabul edemeyeceği uygunsuzluklardandır. Parmaklar arasında kalem oynatmak, kalemi trampet çomağı gibi öteye beriye vurmak, ağza sokmak, kulağın üstüne takmak, fesle saçlar arasına iliştirmek, terbiyeli mektep efendilerine hiç yakışmaz.

Bir suale muhatap olan nazik bir şakirt derhal ayağa kalkar ve sorulan şeyin tasdiki veya nefiy lazım geldiğine göre bunu başını sallamakla yahut “evet” “hayır” gibi sert ve kaba bir surette değil, “evet efendim, hayır efendim” tarzında nazik bir eda ile yapar. Bu sırada gözleri mülayim ve mutî bir bakışla muhatabına müteveccih bulunur. Bu bakış ne haifâne, ne de küstahane olmalıdır.

saygısızlığın kârıdır.

Sınıfta tuhaf bir söz geçtiği, muallim tarafından bir latife naklolunduğu, yahut gülünecek başka bir hadise cereyan ettiği zaman yavaşça gülünmelidir. Yüksek sesle, kahkaha ile gülmek kabalık olur.

Arkadaşınıza gönderilen bir mektubu okumak, arkadaşınızın bir şeyini iade etmemek niyetiyle istiare etmek, muallimin deftere yazdığı numaraları mülahazatı karalamak veya silmek hüsn-ü ahlak aleyhine olan hareketlerdendir.

Đyi bir mektep efendisi hilmî, tevazu, mülayemeti ve iyiliği ile refiklerinin muhabbet ve teveccühünü kazanmaya çalışır. Onları tâzib edecek, gücendirecek sözler söylemez ve bilakis kendilerini daima memnun eder. Muntazam bir mekteplinin duruşunda, tutumunda, giyinişinde ayıplanacak hiçbir kusur bulunmaz.

T D, C.2, S. 51-52, s. 837 Hüseyin Ragıb