• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: YENİ A DERGİSİ

2.2. Derginin İçeriğinin İncelenmesi

2.2.2. Hikâye

2.2.2.2. Tutuklu İnsanlar ve İşkence

Yeni a yayımlanan hikâyelerin çoğunun Erdal Öz’e ait olduğuna daha önce değinmiştik. Erdal Öz o yıllarda hapistedir ve işkenceye bizzat tanık olmuştur. Bu nedenledir ki hikâyelerinin çoğunda işkenceye maruz kalmış kahramanları görürüz. Üçüncü sayıdaki hikâye o yıllarda hapishanede olan Erdal Öz’e aittir. Kurt adlı hikâye, İsa isimli sendikacılık faaliyeti yaptığı gerekçesiyle hapse atılan bir adamın eşi ve babasıyla görüş gününde yaptığı konuşmayı konu edinir. Kahramanlar birbirlerine söylemek istedikleri asıl şeylerin uzağında günlük hayattan, eş dosttan konuşurlar. İsa’nın eşi kocasının neden hapis yattığını bile doğru dürüst bilmez, yaşlı babanın elinden oğluna acımaktan başka bir şey gelmez. Okuyucu İsa’nın iç sesi sayesinde hapiste işkence gördüğünü de öğrenir:

“Karanlık taş odacıkta tek başına geçen saatler… Önce, elektrik akımının en beklemediği yerinden bedenine akışı, kıvranışı, utanışı, bağıramayışı, bileklerine bağlı kurumuş kayışların, acıdan kıvrandıkça, deriyi geçip etine oturuşu, bayılışı, kendine gelince başlayan sonu gelmez sorgular yine, falakaya yıkılışı(…)” (1972: 6)

Bu cümlelerle başlayan uzun paragraf boyunca İsa’ya yapılan işkenceyi anlatan bir bölüm vardır. Kahramanın adının İsa oluşu bizce rastlantı değildir. Okuyucu, bu bölümlerle Hz. İsa’nın da Yahudiler tarafından işkenceye maruz kalmasını hatırlar. Hikâyenin sonunda yaşadığı onca acıya ve haksızlığa rağmen ağlamayan İsa, köpeği Kurt’un öldüğünü

67

öğrenince ağlamaya başlar. Yüreğindeki bütün acılar çok sevdiği köpeğin ölüm haberiyle gözlerinden yaş olup dökülür. Hikâyede ilginç bir bölüm daha vardır. İsa’nın hapse atılmadan önceki hayatının anlatıldığı bölümde her akşam kitap okuduğunu öğreniriz. Karısı dikiş dikerken o yüksek sesle Gorki’nin Ana adlı romanını okur. Bu bölüm Erdal Öz’ün tasavvur ettiği işçi kesimini anlatması bakımından önemlidir. Öz bu hikâyedeki bu bölüümle, dünyayı ve kendini okuduğu kitaplardan tanımaya çalışan bir işçi portresi çizmeye çalışır.

Derginin altıncı sayısında Erdal Öz’ün Sait Faik Abasıyanık hikâyelerini andıran Güvercin’ başlıklı hikâyesiyle karşılaşırız. Hikâyenin mekânı yine hapishanedir, tek kişilik hücreye konulan kahraman dışarıdan gelen bir notu korka korka açmaya çalışır, bu korkuyu üzerinden atamamışken demir parmaklıklardan içeri bir güvercin girer, onunla konuşmaya başlar. Güvercin daha sonra kendini duvardan duvara vurarak öldürür, kahraman elindeki ölü güvercinle konuşmaya devam eder. İçeri giren gardiyanlar adama kiminle konuştuğunu sorarlar, o da güvercini gösterir. Hacim olarak oldukça kısa olan bu hikâyede Öz, tutsaklığın insan ruhunda açtığı derin, onarılamaz yarayı okuyucuya hissettirmeye çalışır. Bu metinde Öz, şu cümlelerle kahramanın gördüğü işkenceyi hikâyeye yerleştirir:

“Gözlerini açtığında kendini bu cam tavanlı odacığın tahta sekisi üzerinde sızılı şiş tabanlarıyla bulmuştu. Ağzında da iki dişi eksikti. Gömleğinde kuru kan lekeleri vardı. (…)” (1972: 7)

Onuncu sayıdaki Adnan Özyalçıner’in hikâyesi Buluşma adını taşır. Hikâyenin kahramanı Aysel ile fabrikada eyleme kalkıştığı için işten çıkarılan ve hakkında arama kararı çıkarılan kocasının bir ayın sonunda Harem’de İskele’de buluşma çabası anlatılır. Aysel, bir gece yarısı gelen notta yazılı olan yere gider, bekler; fakat kocasını polis yakalamıştır. Aysel, kocasını sadece polis arabasının içinde camdan görür, ona sesini duyuramaz. İşçi bir babanın çocuğu olan Özyalçıner, işçilerin yaşadığı haksızlıkları, haklarını savunmaya kalktıklarında da yönetimin sert tavrıyla karşılaşmasını anlatmaya çalışır. Hikâyedeki İstanbul tasvirleri de fazladır, Aysel’in evden çıkıp Harem’e ulaşana kadarki bölümde mekân tasvirleri artar. Hikâyenin sonunda kocasını göremeyen ve bu acıyı yüreğinde yaşayan Aysel’in yanına köyden yeni geldiği belli olan bir adam yaklaşır ve ona Sirkeci garını sorar. Böylece Özyalçıner, hakkını aradığı için yerinden yurdundan olan işçi ile, toprağında barınmasına izin verilmeyen köylüyü bir düzlemde birleştirmiş

68

olur. Hikâyenin sonunda Aysel’in kocasını götürdükleri arabanın damında gördüğü martı da özgürlüğü çağrıştırması bakımından önemli bir leitmotiftir.

Erdal Öz’ün on üçüncü sayıdaki Sığırcıklar adlı hikâyesi iki katmanlıdır. Başındaki “bir” ve “iki” numaralarıyla ayrılan bölümler, hapishane ve dış mekân tasviri içerir. Kahraman yine bir hücrededir, yalnızdır ve zihninden birçok duygu peş peşe akıp geçer. Dış tasvirlerde ise caddeler, sığırcık sürüleri, kaldırımlar, yoksul ve zengin insanlar, kalabalık otobüs durakları uzun uzun anlatılır. “İki” ile gösterilen bölümler sanki “Bir” bölümünde anlatılan hücredeki adamın zihninden geçenlerdir. Hikâyede birkaç cümle haricinde konuşma geçmez, diğer hikâyelerde olduğu gibi işkence yine vardır. Bu hikâyede işkenceyi kahraman değil, yan hücredeki adam yaşar. İşkence kahramandan uzakta olsa da ruhu her daim korkuludur, her tıkırtıda götürüleceğinden korkar. Bu korkuyu yaşamaktansa başına geleceklere bir yerden sonra razı olmaya başlar, beklemek en büyük işkencedir.

On altıncı sayıda Erdal Öz’ün o dönem en çok konuşulan ve aynı zamanda bir hikâye kitabının adı da olan Kanayan başlıklı hikâyesi yayımlanır. Devrimci bir gencin öğrencilik yıllarından başlamak üzere gelişimi, eylemlere katılışı, ailesini bırakıp dağa çıkışı, yakalanışı, yargılanışı, idam cezasına çarptırıldıktan sonra cezasının ömür boyu hapse dönüştürülmesi anne ve babasının gözünden okuyucuya aktarılır. Kahramanın annesinin “(…) Ama o zamanlar bile bütün bildiklerinin kitaplardan edinilmiş şeyler olduğunu anlıyordum. Kitaplardan çıktı oğlum. Sanırım en büyük yanılgısı da burada oldu, kendi kanını boşalttı da o kitaplarla dolaşan kanı aldı damarlarını sanki.” cümleleri Öz’ün döneme, devrim ruhuna eleştirisi gibi okunabilir. Bu cümleler, “1968 kuşağı”nın ülke gerçekliğini göremediği, kitaplardan öğrendiklerini gerçek hayatla sentezleyemedikleri gerçeğini itiraf niteliğinde sayılabilir. Hikâyesini 1973 yılında yazan Öz, 12 Mart İhtilâli’nden sonra üç kez hapse girmiş ve derin sorgulamalara girmiş olabilir. Anne karakteriyle Öz kendini konuşturmuş gibidir.

Yirmi altıncı sayıda dilimize çok fazla eseri çevrilmemiş Fred Noro’nun Öneri adlı hikâyesi yayımlanır. Hikâyenin konusu Erdal Öz’ünkilere çok benzer. Hücrede polislerin kendilerini alıp idama götürmesini bekleyen Juan ve Diego adlı iki arkadaş, komiserin bir teklifiyle karşılaşır. İtirafı kabul eden kurşuna dizilmekten kurtulacaktır. Komiser bunun için bir saat süre verir. Bu bir saat boyunca iki arkadaş birbirini ölçüp tartmaya çalışır. Diego konuşmayı arkadaşı kabul ettiğinde kendinin boşu boşuna öleceğini geçirir

69

aklından. Bir saatin sonunda Diego, her şeyi itiraf edeceğini söyler. Hikâyenin sonunda ise Diego’nun ağzından şu cümleler dökülür: “Her şey iyice ölçülüp biçildi komiser, sorularınızı cevaplamamaya karar verdim.” (1974: 21)