• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: YENİ A DERGİSİ

2.2. Derginin İçeriğinin İncelenmesi

2.2.7. Röportajlar

Yeni a dergisinde röportaj başlıklı yazılar diğerlerine oranla daha az yer kaplarlar ve genellikle o ayın yazarlarının kaleme aldıkları konular üzerinde şekillenirler. Örnek verecek olursak dergi işçi göçüne eğilmişse söyleşi de Bekir Yıldız ile yapılır. Bunun nedenini daha önce de söylemiştik; Yeni a bir kadro dergisidir ve meseleler çoğu zaman bir masa etrafında tartışılır, süzgeçten geçirilir ve yazarlar konu ile ilgili yazı yazar. Röportajların çoğunda soru-cevap yoktur, konuşmacının üç dört paragraf süren açıklaması vardır. Soru soranın adının geçtiği tek röportaj Cherles Dobyznski’nin Nâzım Hikmet’le yaptığı 28 Mayıs 1958 tarihlidir; yani derginin yazarları tarafından yapılmamıştır. Bunun yanında dergide “Soruşturma” başlıklı birkaç yazı da çıkar. Özellikle öğretmenlere yönelik dönem hükümetinin yaptığı uygulamalar sonucunda mağdur edilen öğretmenlere derginin sayfalarının açıldığını görürüz. Öğretmenler bu bölümlerde yaşadıkları haksızlıkları anlatırlar. Öğretmenlerin ifadelerinin genellikle benzer oluşu sebebiyle bu bölümlere ayrıntılı yer vermedik.

1 Nisan 1972 tarihli derginin ilk sayısında “Vasıf Öngören Dedi” başlıklı bir röportajla karşılaşırız. Röportajda soru soran bir taraf yoktur, okuyucu hemen Öngören’in cümleleriyle karşılaşır. Bretch tarzı tiyatronun biçimsel özelliklerini Türkiye’de uygulayan ilk kişi olan Öngören, yazıda Brecht’in Türkiye’de gelip geçici bir moda olduğunu söyleyenlere cevap verir ve Brecht’in sanatındaki güce dayanarak onun kalıcılığını vurgular. Öngören, Brecht’i anlamanın uğraş gerektiren bir iş olduğunu; fakat bilimle yoğrulan yarının çocuklarına seslenmek isteniliyorsa bu zahmete katlanılması gerektiğini ifade eder.

1 Mayıs 1972’de çıkan ikinci sayıda “Genco Erkal’a Sorduk” başlıklı yazıda 1963-64 yılları arasında Frankfurt’ta Auschwitz toplama kamplarında görev yapan yirmi üç kişinin yargılanmaları sırasında soruşturma tutanakları üzerinden yazılan Soruşturma oyunu

163

anlatılır. Genco Erkal konuşmasında Faşizm vurgusu yapar; Faşizmin organları ele geçiren bir mikrop olduğunu, bu mikrobun bir bilim adamı titizliğiyle ele alınması gerektiğini söyler. Uygun siyasî ve sosyal koşulları bulduğunda yeniden ortaya çıkmak için Faşizmin hazır olduğunu söyleyen Erkal, her daim tetikte olunulması gerektiğinin altını çizer. Oyunun biçimsel özelliklerine değinen sanatçı, oyunun bazı bölümlerine Nazi Almanya’sına ait belgesel filmler koyulduğunu ve böylece oyunun gücünün arttırıldığını da anlatır. Erkal şu cümlelerle 1972 yılında Dostlar Tiyatrosu’nun benimsediği görevi okuyucuya hatırlatır:

“(…) Tarafsız sanat, tarafsız sanatçı olamaz inancındayız. Tiyatronun uyarıcı, bilinçlendirici görevini her şeyin üstünde tutuyoruz ve belgesel tiyatro sık sık yararlanılabilecek bir araçtır diyoruz.” (1972: 10)

Derginin üçüncü sayısında Parasız Yatılı adlı eserle o yıl Sait Faik Abasıyanık Hikâye Ödülü’nü alan Füruzan ile yapılan bir röportaj vardır. Yazıda Füruzan edebiyat ödüllerinin işlevinden bahseder; bu ödüllerin yazarla okur arasında bağ kurduğunu ifade eder. Yazar, zor günlerden geçildiğini söyleyerek, sanatçının eserlerindeki konuyu bu zorlukları yaşayan halktan alması gerektiğini de sözlerine ekler. Füruzan kitabı yalnızlık kavramı üzerinden kurguladığını söyler; fakat kahramanların yalnızlıkları kentsoylu insanların içine düştükleri yalnızlık değildir, ekonomik ve sosyal yapıdaki farklılıkların insanı sürüklediği yalnızlıktır. Yazarın aşağıdaki cümleleri daha sonraki yapıtlarındaki konuları vermesi bakımından önemli bir tespittir:

“(…) ‘Parasız Yatılı’ ekonomik sorunların amansızlığı içinde direnmeyi becerenleri, çalışarak yaşamlarını gene de sürdürmek isteyenleri anlatma düşüncesiyle yazılmıştır.” (1972: 10)

1 Ağustos 1972 tarihli derginin dördüncü sayısında Kurtuluş Savaşı’nı konu alan Bir Millet Uyanıyor adlı filmin başrol oyuncularından Ercüment Behzat Lav ile röportaj yapılır. Senaryosunu Nizamettin Nafiz’in yazdığı, reji görevini Muhsin Ertuğrul’un üstlendiği 1933-34 yıllarında çekilen film Lav’a göre döneminin tekniklerini en iyi şekilde kullanmıştır. Filmin 1970’lerin seyircisini bile heyecanlandırmasının sebebi olarak filmin teknik özellikleri gösterir Lav. Bunun yanında filmde oynayan oyuncuların, figüranların bizzat Kurtuluş Savaşı’na katılan insanlar olmasının, Bir Millet Uyanıyor’un dönemin ruhunu eksiksiz yansıtmasının sebepleri arasında gösterilebileceğini söyler. Yeni a dergisinin ele aldığı konuların başında Almanya’ya çalışmak için gönderilen işçiler olduğunu söylemiştik. 1 Eylül 1972 tarihli derginin altıncı sayısında bu kapsamda Bekir

164

Yıldız ile bir söyleşi yapılır. Bekir Yıldız, işçi göçü konusunda söz sahibi insanların başında gelir. Yıldız, Türkiye’nin Almanya’ya gönderdiği işçilerden biridir; aynı zamanda entelektüel bir tavrı olması da yazarın meseleye daha geniş bir bakış açısıyla bakmasını sağlar. Yıldız’ın orada yaşadıkları daha sonra çıkardığı hikâye kitaplarının da konusu olur. Bütün bunlar göz önüne alındığında dergide Yıldız’ın yer alması şaşılacak bir durum değildir. Yıldız söyleşide işçi göçünü sömürü kelimesiyle açıklamaya çalışır; Almanya’ya gönderilen işçiler para biriktirmek için ellerindeki bütün kıymetleri kaybetmişlerdir. Bu kıymetlerin başında da insanî yaşam koşulları gelir, işçilerin Almanya’da yaşam standartları oldukça düşüktür. Yıldız işçi göçünü Emperyalizm’in bir uzantısı olarak görür:

“Kendi işçilerini sömürdüğü yetmiyormuş gibi, şimdi de geri bırakılmış ülkelere kol atmıştır emperyalizm. Uzanan bu kol, bir kanat germe biçiminde yorumlanmaktadır yıllardan beri. Batıda patlak veren üniversite olaylarının da temelinde bu sorun yatmaktadır. Yaratıcılıklarını emperyalizmin hizmetine katmak istememektedir bugünkü gençlik…” (1972: 10)

Bu cümlelerle “1968 kuşağı”nın çıkışında Emperyalizm’in etkili olduğu vurgusu yapılmıştır.

Derginin sekizinci sayısı mizah başlığıyla çıktığı için Metin Eloğlu ile söyleşi yapılır. Metin Eloğlu’nun o dönemde çıkan Bektaşi Dedikleri kitabı bu röportaja zemin hazırlaması bakımından önemlidir. Eloğlu bu röportajda Bektaşi fıkralarını Nasreddin Hoca’nınkilerden farklı bir yerde konumlandırır; özellikle fıkralarda olaylar karşısında boğun eğmeyen kişiliklerin varoluşu, özü sözü bir insan modeli üzerinde durur. Röportajda Nasreddin Hoca’nın fıkraları bu bakımdan eleştirilir; fakat detaylı bir açıklamaya girişilmez. Aynı sayıda yer alan Hilmi Yavuz’un “Nasreddin Hoca’nın Ahlâkı” başlıklı yazısı Eloğlu’nun cümlelerine açıklık getirecek türdendir. Yavuz yazısında fıkraların çoğundaki insan tipini yer yer ahlâksızlıkla suçlar. Bu fikir etrafında iki yazar birleşmiş gibidir.

Toprak konusunun işlendiği sekizinci sayıda Ruhi Su ile “Türkülerimiz Ve Toprak” başlıklı bir röportaj gerçekleştirilir. Su, bu röportajda türkülerin daha çok ilkel koşullarda yaşamına devam eden toplumlarda ortaya çıktığı üzerinde durur. Uygar toplumlarda “sanat için sanat yapmak” fırsatını ilkel toplumlar ellerinden kaçırmıştır; bu nedenle türküler onların sorunlarını anlatmada önemli bir işlev görür. Su, toprak temalı türkülerin kapsamına içinde sadece bu kelimenin geçtiği türküleri almanın yanlış olacağı üzerinde

165

durur. Yazar, Anadolu’da kan davalarını anlatan türkülerin çıkış noktasının da toprak olduğunu ifade eder.

Dergi yazarlarının üzerinde kalem oynattığı konulardan biri de basın özgürlüğüdür. 1970’li yıllarda yayın dünyasındaki fikir özgürlüğünü savunan kuruluşların başında gelen Türkiye Gazeteciler Sendikası’dır. Sendika Başkanı Sadullah Usumi ile bu kapsamda bir söyleşi gerçekleştirilir. “Türkiye’de Gerçek Anlamda Basın Özgürlüğü Yoktur” başlığını taşıyan demeçte basın özgürlüğünün demokratik bir ülkenin temel taşı olduğu vurgusu yapılır. Usumi Türkiye gazetecilerin özel sektörün ekonomik baskısı altında olduklarını söyler, bu sektördeki insanların çıkarlarına uygun davranmayan gazetecilerin işten çıkarıldığının ya da baskı altına alındığının altını çizer. Ayrıca Usumi, O yıllarda çıkarılması planlanan basın kanununun da gazetecilerin özgürlüklerini kısıtlamaktan öte bir anlam taşımadığı üzerinde durur.

1 Haziran 1973 tarihli derginin on beşinci sayısında aynı yıl Sait Faik Abasıyanık Hikâye yarışmasında Çamasan adlı kitabıyla ödüle değer görülen Demirtaş Ceyhun’un röportajı vardır. Söyleşide Ceyhun, çağdaşı olduğu sanatçıları en çok etkileyen yazarın sanılanın aksine Sabahattin Ali değil, Sait Faik Abasıyanık olduğunu söyler. Yazara göre, Abasıyanık’ın toplumcu gerçekçi olmamakla birlikte, insanı hikâye edişinde kolaya kaçmayan üslûbu, insanın bütün beşerî yönlerini önyargıya kaçmadan okuyucuya sunması bu etkilenmenin başlıca sebeplerindendir. Bunun yanında Ceyhun, bir grup sanatçı gibi az okunan değil, geniş kitlelere ulaşmak isteyen bir yazar olmak istediğini de açıklar. Yaygın beğeninin aşağılayıcı bir yönünün olmadığını belirtir; sakınmak istediği tek şeyin magazine kaçmak olduğunun altını çizer.

Derginin yirmi yedinci sayısında “Nâzım Hikmet İçin Özel Bölüm” başlığına daha önce değinmiştik. Bu bölümün içerisinde Charles Dobzynski’nin Nâzım Hikmet’le söyleşisi de yayımlanır. Aziz Okay tarafından Türkçeye çevrilen bu röportajda Dobzynski Nâzım Hikmet’le Paris’te Seine Nehri kıyısında buluşmalarını anlatır. Tercüman, gazeteci aynı zamanda şair olan Dobzynski, Nâzım Hikmet’in Fransızcayı kusursuz konuşmasının onu çok etkilediğinden bahsederken Fransız kültürünü hemen kavrayıp benimsemiş olmasının da dikkati çeken önemli bir durum olduğunu ifade eder. Söyleşide Nâzım Hikmet, şiirinin biçim ve içeriği hakkındaki tavrını yani poetikasını anlatır, yalın dile olan yatkınlığının Divan edebiyatına olan tepkisinin bir sonucu olduğunu açıklar. Nâzım Hikmet söyleşide TKP’ye olan üyeliğinden de bahsederek parti kongresinde onaylanan programa ve tüzüğe

166

bağlılığının altını çizer. Söyleşide şair, cep tiyatroda bile olsa oyunlarının bir tanesinin Paris’te sahnelenmesi isteğini de belirtir.

167