• Sonuç bulunamadı

III. KANT’IN BEN ANLAYIŞI GİRİŞ

III.2. Transandantal Ben

Öznenin deneyimlerinin kendi içinde bir bütünlük taşıyabilmesi için temelde iki koşul gerekmektedir. Bunların ilki nesne, ikincisi ise temsil ile ilişkilidir: İlk koşula göre deneyim belirli bir nesnellikten kaynaklanıyor olmalıdır; ikinci koşula göre ise nesnenin düşünülebilir olması adına ona ait bir temsilin düşünen özne tarafından kurulması gerekmektedir. Kant nesnel özdeşlik sorununa kişisel özdeşlik tartışması üzerinden bir şekilde aşinadır. Kant Hume’un özdeşliğin olgusal ve mantıksal muğlaklığı ile tartışma içinde, ansal temsillerin tekil bir nesneye ait olmasının zorunluluk olduğunu düşünmektedir:

“Düşündüğümüzün bir an önce düşündüğümüz ile aynı olduğunun bilinci olmasaydı, tasarımlar dizisindeki tüm yeniden-üretim yararsız olurdu. Çünkü şimdiki durumda yeni bir tasarım olurdu […] ve tasarımın çoklusu hiçbir zaman bir bütün oluşturmaz […] yalnızca bilincin sağlayabileceği birlikten yoksun kalırdı” (Kant, 1993: s. A103).

Nesneye ait bir temsilin kurulması belirli süreçler sonucunda söz konusu temsili meydana getiren çoklunun bir birlik haline getirilmesi ve bu birliği bilincin koşullarına belirli bir şekilde tabi kılınabilmesiyle olanaklıdır. Bu noktada aklın temel

bahsederken aslında ikili bir ayrım gerçekleştirdiğini ileri sürerler. Aslında Kant düşüncesinde numenal ‘ben’in özel bir anlamı var gibi gözükmektedir. Kant numenal ben’in yakalanamazlığından dolaylı Arı Usun Eleştirisi’nde şöyle bahseder: “giderek zihnimizin içsel ve duyusal sezgisi bile (bilincin nesnesi olarak), zamandaki değişik durumların ardışıklığı tarafından belirleniyor olarak tasarımlandığında, kendinde varolduğu biçimiyle asıl ‘kendi’ ya da aşkınsal özne değil, ama yalnızca bu bizim için bilinemeyen varlığın duyarlığına verili bir görüngüdür. Bu iç görüngünün dışvarlığı böyle kendinde var olan bir şey olarak kabul edilemez, çünkü koşulu herhangi bir kendinde şeyin bir belirlenimi olamayacak olan zamandır”. Bkz. (Kant, 1993: ss. A492, 256)

özelliklerinden biri olarak görülmesi gereken bilincin bütünlüğü nesnel temsilin çoklu yapısının bir birlik haline getirilmesinin olanağıdır. Öyleyse düşünen özneyle ilgili bu bağıntı kendini öznenin her tasarıma bilinç dolayımıyla eşlik etmesi yoluyla göstermekle kalmamakta, aynı zamanda her tasarımın bir sonrakiyle bitiştirilmesi ve bu bitiştirme ediminin sonucunda ortaya çıkan sentezlerin bilincine varılmasını da mümkün kılmaktadır. Başka bir deyişle, tasarımların tümüyle bir bene ait oldukları düşüncesi ile onların tek bir bilinçte birleştirdiği ya da en azından böyle birleştirilebileceği düşüncesi özünde birdir. Bu birliği sağlayan benin transandantal tamalgı75

edimidir, başka bir deyişle ‘saf bir ben’i ‘kuran’ edimdir:

“Ancak verili tasarımların bir çoklusunu tek bir bilinçte bileştirebilmem yoluyla bilincin bu tasarımların kendilerindeki özdeşliğini tasarımlamam olanaklıdır; başka bir deyişle, tamalgının çözümsel birliği ancak herhangi bir bireşimli birliğin varsayımı altında olanaklıdır” (Kant, 1993: B133).

Nesnenin duyusal çoklunun sentezlenmesi ile ortaya çıkarılması sürecinde, yani transandantal tamalgı ediminde, özne aynı zamanda bu edimi gerçekleştiren olarak kendi özbilincini de kazanmaktadır. Başka bir deyişle, tasarımı kuran olarak özne edimsel bir varlık olarak kendinin farkına varmaktadır:

“[...] Belli bir sezgide verilen çoklu tasarımlar, eğer tümüyle bir özbilince ait olmasalardı, tümüyle benim tasarımlarım olmazlardı. Başka bir deyişle, benim tasarımlarım olarak (üstelik onların böyle olarak bilincinde olmasam bile) gene de tek evrensel özbilinçte birarada durabilmelerinin biricik koşuluna zorunlu olarak uymalıdırlar, yoksa baştan sona bana ait olmayacaklardır” (Kant, 1993: ss. B132-133, 198-199).

Kant nesneye ait tasarımların çoklusunu onlara karşılık düşen bir düşünce nesnesi haline getirilmesini sağlayan transandantal tamalgının öznenin sahip olduğu temel bir

75 Tamalgı kavramı ilk defa Leibniz tarafından İnsan Anlığı Üzerine Denemeler başlıklı çalışmasında bilincine varılmamış algıları kabul etmeyen Descartes’ın cogito’sunu eleştirmek üzere kullanılmıştır. Leibniz’e göre algı birlik içindeki çokluğu açığa çıkaran ya da temsil eden geçiş durumudur. Tamalgı ise bu algılama durumunun farkında olmak anlamına gelmektedir. Bkz. (A. Baki Güçlü, 2002: s. 1380)

edim olduğunu iddia eder.76

Transandantal tamalgı edimi ilk bakışta tüm sentez kavramlarını a-priori olarak önceleyen bir birlik kategorisi olarak düşünülebilir. Ancak Kant tüm kategorilerin temelde yargıların mantıksal işlevleri ile temellendirilmiş olduğunu, ancak söz konusu ben olduğunda durumun farklı olduğunu da açıkça dile getirir.77

Bu anlamda transandantal ben, deneyime birliğini ve bütünlüğünü vermesi itibariyle kategorilerin ve aklın idealarının da asli mekânıdır:

“Tamalgının kendisi kategorilerin olanağının zeminidir ve kategoriler ise kendi paylarına sezginin çoklusunun bireşiminden başka bir şeyi temsil etmezler, ama ancak çoklunun tamalgıda birlik taşıyor olması ölçüsünde. Buna göre genel olarak öz bilinç tüm birliğin koşulu olanın tasarımıdır ve gene de kendisi koşulsuzdur […] düşünen Ben (ruh) konusunda onun kendisini kategoriler yoluyla bildiği değil, ama kategorileri ve onlar yoluyla tüm nesneleri tamalgının saltık birliğinde ve dolayısıyla kendi kendisi yoluyla bildiği söylenebilir. Şimdi hiç kuşkusuz çok açıktır ki, genel olarak bir nesneyi bilebilmek için varsaymam gerekenin kendisini nesne olarak bilemem ve belirleyen ‘kendi’ (düşünce) belirlenebilir ‘kendi’ den (düşünen özneden) tıpkı bilginin nesneden ayrı olduğu gibi ayrıdır” (Kant, 1993: A402, 213).

Kant’a göre kategorilerin öznesi olarak transandantal ben kendisinin kavramına sahip olamaz”.78

Peki, söz konusu transandantal tamalgı edimi apriori bir birlik kategorisi değilse tam olarak nedir? Kısa ve öz bir şekilde ifade etmek mümkünse, Kant’a göre transandantal tamalgı edimi, Descartes’deki gibi tözsel bir varlığa sahip değildir, zira bir edim olduğundan dolayı bu edimi gerçekleştiren fail durumundadır. Transandantal tamalgı edimi aynı zamanda kendini gerçekleştiren saf ben’i kuran bir edim olduğu için sentetik bir edimdir. Söz konusu fail saf ben ise sentetik bir birlik, başka bir deyişle kurulan bir

76 Bkz. (Kant, 1993: ss. A105, 108)

77 “[B]irliği (nitel olarak) daha yüksekte, eş deyişle kendisi değişik kavramların yargıdaki birliğinin zemini ve dolayısıyla anlağın [...] olanağının zeminini kapsayanda aramak zorundayız”. (Kant, 1993: B131, 198)

78 “Kategorilerin öznesi kategorileri düşünerek kendinin kategorilerinin bir nesnesi olarak bir kavramını kazanamaz, çünkü onları düşünebilmek için açıklanması gereken arı özbilincini temel almak zorundadır”. Bkz. (Kant, 1993: B422, 220)

şeydir.79

‘Saf ben’i kuran transandantal tamalgı Kant’ın ‘x’ olarak nitelediği ve kendisi her türlü deneyimin dışında duran bu transandantal öznenin gerçekleştirdiği düşünme edimidir.80

Toparlamak gerekirse ‘saf ben’ söz konusu ‘x’in (yani transandantal tamalgının) bir edimidir. Transandantal tamalgının edimi aracılığıyla kurulan ‘saf ben’ ise kendi özbilincine düşünce yoluyla, yani kendisini kendisine bir temsil olarak sunmasıyla ulaşmaktadır. Bu temsil saf bir temsildir ve ‘düşünüyorum’ temsili olarak anılmaktadır (Gözkan, tarihsiz: s. 7). Kant’a göre Transandantal tamalgının sentetik kökensel birliğinde “ben” kendisinin ne yalnızca kendine göründüğü gibi bilincindedir ne de kendimde olduğu gibi. Orada ben yalnızca varolduğumun bilincindedir ve bu tasarım bir görüden ziyade bir düşüncedir (Kant, 1993: B157, 107). Fidlay bu noktayı şöyle ele alır:

“Hakkında herhangi bir şey bilemediğimiz ancak yine de özbilinçliliği düşünmeden ayırılmaz sentetik eylemlerin nesnel ilintisi olan bir transandantal nesneye, bir x’e, görüsellik atfederiz. Bu şekilde görülen transandantal nesne bir numen ya da düşünce varlığı [...] olarak adlandırılabilir [...] boş bir sentetik tavır gibidir” (Findlay, 1981: s. 187)

79 Gözkan, Kant’ın saf ben ile kastettiği şeyin deneyimi mümkün kılan süreçlerin sentezinin sağlandığı bir ‘mekân’ olduğunu ileri sürmektedir. Aklın işleyişi gereği temsillerin birbiri ile bağlanıp sentezlenmesi aracılığıyla deneyimin kendisinde ortaya çıktığı bir mekâna gerek duyulmaktadır. Kendisi deneyimi mümkün kılan bu mekânın dayanağı bu yüzden deneyim olamaz: “[...] ben bağlamında “mekân” sözcüğünü, empirik olmayan ama empirik olanların zemini olan bir dayanak ortamı, sentetik birliğe sahip bir “topos” olarak kullanıyoruz. En genel anlamında da, bir nesnenin ortaya çıkacağı veya tesis edileceği bir zemini kastediyoruz. Örneğin “yeti” bir mekân değildir; “yargı” ise kavram ve nesnenin mekânıdır. “Saf ben” de, bu bakımdan, yetilerin fiillerini icra edecekleri bir mekândır”. Bkz. (Kant, 1993: s. 2)

80 Kant şöyle der: “[A]şkınsal ruh öğretisine temel olarak yalın içeriğinde kendi içinde bütünüyle boş Ben tasarımından başka birşey alamayız; buna ilişkin olarak onun bir kavram olduğunu bile söyleyemeyiz ve belirtebileceğimiz tek şey yalnızca tüm kavramlara eşlik eden bir bilinç olduğudur. Bu düşünen ben [...] yoluyla düşüncelerin aşkınsal bir öznesinden = x başka hiçbirşey tasarlanamaz; bu yalnızca yüklemleri olan düşünceler yoluyla bilinir [...] ona ilişkin herhangi bir yargıda bulunmak için her zaman onun tasarımından yararlanmak zorundayız” (Kant, 1993: ss. B404, 194)