• Sonuç bulunamadı

I. KANT FELSEFESİNİN KURUCU ÖĞESİ OLARAK ÖZNE

I.1. Kant ve Eleştirel Felsefe

Modern özne Descartes tarafından yeni felsefenin odak noktası olarak tanımlanmış, kavramsal olarak neliği tartışmaya açılmıştır. Descartes’ın bu felsefi başarısı, düşüncenin kendi varlığı dışında bir dayanak gerektirmeyen gerçeklik haline gelmesini sağlamıştır. Ancak Descartes üzerine yürütülen tartışmada da belirgin hale getirilmeye çalışıldığı gibi, modern öznenin ve modern düşüncenin bu ilk ortaya çıkışı birçok soruyu da beraberinde getirmektedir: Cogito olarak öznenin tözselliğinin kanıtı ne olabilir; cogito’nun tözselliğinin olanağı olarak sunulan bir Tanrı kavrayışı kendi içinde tutarlı mıdır; cogito’nun düşünme sürecinde işlevi nedir; cogito neleri bilebilir, neleri bilemez; cogito dünya üzerinde faaliyeti ile nasıl bir yer kaplar?. Bu ve buna benzer modern özneyi içeriklendirecek sorular Hegel’in ve çağdaşları olan Alman İdealistleri’nin deyimiyle Descartes düşüncesinin kartezyen yapısından ve felsefenin söz konusu döneme ait ruhundan kaynaklanmaktadır.

Descartes tarafından ortaya koyulan cogito’nun modern felsefenin kurucu temeli olduğunu söylemek abartılı olmaz, ancak söz konusu cogito’nun sezgisel bir çıkarım olarak kalmanın ötesinde, yerinin ve sınırlarının belirlenmesi ancak Kant’ın eleştiri felsefesi ile mümkün olmuştur. Bilgiden ziyade bilginin olanakları ve sınırları sorununu felsefesinin merkezinde konumlandıran Kant, Newton fiziğinin yarattığı bilimsel devrim ile Aydınlanma’nın toplumsal ideallerini birlikte düşünmenin belki de en yetkin örneğidir. Kant’ın eleştirel felsefesinin temel amacı kendinden önceki, transandant (aşkın) olarak nitelediği metafiziğin bir sorgulamasına girişmektir. Bunu

“bir töz olarak cogito’nun geçersizliği”ni ortaya koyarak ve transandantal50

(aşkınsal) bir ben’in sınırlarını belirleyerek gerçekleştirir.51

Kant düşüncesinin sınırlarını belirlemek için şu temel yargılar ortaya konabilir: Kant’a göre kadim bir bilim olarak metafiziği önceleyen tutarlı bir eleştiri yapılmadan, nedenselliğin, dolayısıyla rasyonel bir düzenin olanaklı olup olmadığını kavramak mümkün değildir; mevcut haliyle metafizik, güçlerini baştan sona kendilerine özgü bir savaş oyununda tüketmeyi isteyenlerin kavga alanı olmaya koşullanmıştır (Kant, 1993: BXV). Kant’a göre metafizik kökensel olarak sorunlu bir alandır ve zorunlu olarak yeniden tanımlanması gerekmektedir. Kant’ın metafiziğe dair bu tavrının temel nedeni, klasik anlamda metafiziğin çağın bilimsel ve felsefi tartışmalarına eklemlenemiyor ve onların hareketini kısıtlıyor olmasıdır. Zira Kant diğer bütün bilimler durmadan ilerledikleri halde “bilgeliğin kendisi olmak isteyen ve kehanetine hep başvurulan” metafiziğin olduğu yerde saymasının, hep aynı yerde dönüp durmasının gülünç olduğunu iddia eder (Kant, 2002).

Kant’a göre insan zihninin katmanlı yapısı dolayısıyla bilgi için duyum kadar kavramlara da ihtiyaç vardır. Bu yanıyla Kant düşüncesi çağının empirist ve rasyonalist düşünürleri arasındaki tartışmaları da yeni bir boyuta taşır: “İçeriksiz düşünceler boş ve kavramlar olmaksızın sezgiler kördür” (Kant, 1993: A51).

50 Transandantal (aşkınsal) kavramı ile Kant deneyimi mümkün kılan ama deneyimden türemeyen kavramları kastetmektedir. Theodor W. Adorno, Kant’ın kullandığı anlamda transandant ve transandantal kavramları arasındaki farkı şöyle dile getirir: “Kantçı kullanımında ‘aşkın’ ile ‘aşkınsal’ arasındaki özel ayrımı kavramak için ‘aşkın’ın [...] deneyimin olanağının sınırlarının ötesine geçildiğinde ve Tanrı, özgürlük, ölümsüzlük, varlığın özü ya da başka mutlak konularda yargıda bulunulduğunda ortaya çıkan [...] anlamını aklınızda tutmanız gerekir. Çünkü hem ‘aşkınsal’, hem de ‘aşkın’, deneyim kavramına olan ortak karşıtlıklarının dolayımında kurulurlar; çünkü her ikisi de deneyimden bağımsız olan neyse onunla ilgilidir. Ama aşkınsal kavramı; deneyimi önceleyen, deneyimi mümküm kılan neyse, onu aklın, zihnin bir özelliği olarak görür. Bu metafiziksel dogmatizmin karşıtı bir durumdur”. Bkz. (T. W. Adorno, 2005: s. 74) Gözkan’a göre “Transandantal” terimini Türkçe ‘aşkınsal’ ile karşılamak ‘aşkın’a ilişkinmiş gibi hatalı bir çağrışım yapıyor olması nedeniyle doğru değildir. Bkz. (Gözkan, tarihsiz: s. 2)

51 Hegel’e göre modern dönem düşüncesinin temel karakteristiği anlama yetisi sahibi bir öznenin yani bir ‘ben’in, nesnel hakikatten daha fazla önem kazanması olarak özetlenebilir. Bu anlamda Kant’ın eleştirel felsefesi önemli bir etkiye sahiptir. Kant için her ne kadar duyum ve deneyim bilginin kurucu temellerini oluştursa da bu süreçler transandantal bir ben’in sınırları dolayısıyla, nesneye dair bilginin kendinde bir gerçekliğine değil bir görünüşüne sebep olmaktadırlar: “Eleştirel felsefe [empirizmin] [...] algıda belirtik olarak yalnızca tekil olan ve yalnızca olmuş olan kapsanır biçimindeki gözlemle anlaşılırken, aynı zamanda deneyim denilen şeyde evrensellik ve zorunluluğun da eşit ölçüde özsel belirlenimler olarak bulundukları olgusu üzerinde diretir. Çünkü bu öğe, genel olarak deneyimden gelmediği için, düşüncenin kendiliğindenliğine özgü ya da a prioridir”. Bkz. (Hegel, 2004b: ss. 108- 109)

Dolayısıyla yapılması gereken kavramları duyusal kılmak (Kant’ın deyişiyle onlara duyuda nesneyi eklemek), duyuları ise anlaşılır hale (anlama yetisinin kavramları altına) getirmektir. Bu tavır Kant felsefesinin epistemolojik anlamda radikal bir pozisyon kazanmasını olanaklı kılar. Buna göre nesne, transandantal ben’in dışsal veriyi belirli apriori kategoriler aracılığıyla düzenleyen sentezleme faaliyetinin bir ürünüdür. Başka bir deyişle eleştirel felsefe nesneleri tözlerinden/doğalarından ziyade onlar üzerine yargıda bulunan özne açısından ele almak temelinden yükselir. Bu anlamda transandantal eleştiri aklı, apriori ilkelerini belirlemek üzere bir eleştiriye tabi kılmak amacındadır (Kant, 1993: B26-47).

Kant transandantal koşullar ile deneyimi mümkün kılmak için onu önceleyen koşulları kastetmektedir. Ancak Kant, söz konusu transandantal koşulların Descartes’in cogito’sunda olduğu gibi tözel öncelikleri olduğunu iddia etmez. Kant’ta deneyimin bilincinde olmak aynı zamanda bir özbilince sahip olmanın koşulu olarak ortaya çıkar: “Sezgide verilen bu tasarımların tümüyle bana ait oldukları düşüncesi, buna göre, onları tek bir özbilinçte birleştirdiğim ya da en azından böyle birleştirebileceğim düşüncesi ile birdir” (Kant, 1993: B134). Bu nedenle Kant düşüncesinde deneyimin bilinci ile özbilinç birbirinden ayrılmaz tekil bir edim olarak öne çıkar. Başka bir deyişle Kant, nesnenin birliğini ancak kendi birliğinden söz edilebilen bir özne aracılığıyla sağlar. Öznenin birliği ise saf biçimde formeldir ve bir sentezleme ediminin ürünüdür.

Kant düşüncesinde öne çıkan bu özne anlayışı, daha açık bir şekilde özbilinç tartışması, Descartes’ın yanı sıra temelde Hume’un, Locke’un ve Leibniz’in (ve Wollf) düşüncelerinin gölgesinde ortaya çıkan sorular ışığında izlenmesi gereken bir yapıya sahiptir. Kant, Locke ve Hume düşüncelerinde yer alan empirik kavrayış ve Leibniz düşüncesinin transandantal çıkarımlarından oldukça etkilenmiştir. Hume ve Locke nesneyi bir nitelikler bütünü olarak görürken, Leibniz ilişkiselliğin Newton düşüncesi kökenli kavranışından kuşku duymuş ve özne ile nesne arasındaki ilişkinin doğası üzerine bir sorgulamayı tercih etmiştir. Genel anlamda Kant düşüncesinin söz konusu filozoflar ile ilişkisinin derinlemesine bir şekilde sorgulanması bu çalışmanın sınırlarını aşar, ancak özel olarak özdeşlik sorunu ve anlama yetisinin transandantal

doğası bağlamında kendini gösteren belirgin ilişkilerin Kant’ın bilen özne anlayışına etkilerini belirlemek bu noktada önemlidir.