• Sonuç bulunamadı

Cogito ve Res-Cogitans Arasındaki İlişki Üzerine

II. DESCARTES VE ÖZNE

II.3. Cogito ve Res-Cogitans Arasındaki İlişki Üzerine

Descartes’e göre düşüncelerin kesinlik kıstası cogito’ya öncel değildir, aksine cogito’dan türemektedir. Ayrıca Descartes yöntemsel, sistematik, bir kuşku süreci aracılığıyla tüm mantıksal, matematiksel ve metafiziksel ilkeleri kesin olmadıkları gerekçesiyle reddetmiştir. Bu anlamda cogito herhangi bir önermenin kesinliğini belirleyen olarak, salt bir değerlendirme ölçütü olarak, ele alınamaz. Cogito özünde yöntemsel kuşku aracılığıyla açık hale getirilmiş bir deneyimdir (Beck, 1953: s. 214). Bu noktadan itibaren şu iki savı dile getirmek mümkündür: Cogito’nun içeriğinin kesinliğinden kuşku duyulamaz, bu yüzden cogito tek geçerli başlangıç noktasıdır.

Ayrıca kişinin kendiliği veya başka bir deyişle kişiliği, ancak bilinçliliği ile özdeş biçimde ele alınabilir. Buradan çıkacak sonuç ise bilginin dolaysız bilinçli bir deneyim olduğu, ayrıca tüm bilginin nihai olarak bu bilinçli deneyime dayanması gerektiğidir. Bu noktada cogito’nun söz konusu bilinç deneyimi sürecinde kendini bir töz olarak kavrayamadığını ve kendi tözselliğinin ayırdına varmak için ancak Tanrı’nın müdahalesine ihtiyaç duyduğunu gözden kaçırmamak gerekir.

Bir töz olarak res-cogitans’ın özsel niteliği düşünce, res-extensa’nın ise uzamdır. Bu bilgi kuramsal açıdan bir bilen özne ile bilinen dış dünya ayrımını sağlamaktadır. Descartes’e göre cisimler bedensel olarak uzamın birer biçimi olarak vardırlar. Cisim, uzamlı tözdür. Dış dünyadaki bütün doğal olaylar ancak saf matematiksel nicelikler olarak derinlik, genişlik ve uzunlukları gibi maddenin öz niteliklerine başvurarak anlaşılabilmektedir. Bu anlamda res-cogitans her şeyden önce res-extensa’dan bağlantısını koparmış bağımsız bir iç yaşamın ya da iç dünyanın ifadesidir.29

Tüm gerçekliğin ve bilginin kurucusu olarak kuşku duyulmaz bir şekilde bilginin olanağı, dayanağıdır. Bu içe dönüş, nesnesi ile ilişkisini ancak bu şekilde kurabileceğinin farkına varan kartezyen tavır, felsefeyi yepyeni bir yola sokmuştur.30

Ancak burada bir sorun ortaya çıkar: Descartes cogito ergo sum ifadesindeki varlık sebebini sorgulamaz. Varolmak ona göre zaten normaldir. Bu anlamda varoluş gitgide cogito ifadesinin hükümranlığı altına girer. Cogito’nun kesinliğine dair dile

29 Descartes altıncı meditasyonda res-cogitans ve res-extensa arasındaki asimetriyi açıkça ortaya koyar. Bkz. (Descartes, 1997c)

30 Söz konusu yeni yolun tam olarak ne anlama geldiğini anlamak bağlamında empirik gelenek ile rasyonalist gelenek arasındaki farklara odaklanmak uygun olacaktır. Bu anlamda empirik geleneğin önemli düşünürlerinden Thomas Hobbes’un bilgi kuramına bakmak kolaylaştırıcı olabilir. Daha önce de dile getirildiği gibi erken dönem modern İngiliz düşüncesi’nin temel eksenini “bilginin kaynağı deneyimdir” düşüncesi oluşturmaktadır. Bu bağlamda Hobbes’un bilgi kuramı Descartes’ın Meditasyonlar’ının eleştirisi üzerinde yükselir. Hobbes Dekartçı anlamda bir cogito’yu reddetmekle kalmaz, aynı zamanda maddenin düşüncesiz olduğu savına da karşı çıkar. Bkz. (Frost, 2005: ss. 495- 517; Hobbes, 1985: ss. 68-70) Buna göre özne, düşünen bedenler olarak kavranır: “İnsanın tabii olarak akla sahip olduğuna ilişkin geleneksel savı reddettiğine göre, Hobbes’da akıl bile kurulur. Hobbes insanının özelliği, konuşma sayesinde tabiatından kurtulmaya, gerek bireysel, gerekse sosyal hayatında bir ‘yaratı’ olarak ortaya çıkmaya dayanır”. (Akal, 2003: s. 94) İnsanın zihninde ilk olarak tümüyle veya kısmen duyu organlarında vücuda gelmemiş hiçbir algılama yoktur. Algı, nesnenin duyu organları üzerinde bıraktığı ilk izlenimdir. Duyu organları bir tür çekim ile dışarıdaki nesneye doğru yönelir, bu anlamda algının kökeni ya da nedeni insana dışsaldır. Akıl, ‘düşünme’ yeteneği, yani düşüncelerimizin ‘işaretlenmesi’ ve ‘ifade edilmesi’ için üzerinde anlaşılmış genel adların ‘hesaplanmasından’, yani toplanması ve çıkarılmasından başka bir şey değildir; Hobbes’a göre, bilgi, duyuların faaliyeti ile sınırlanmıştır.

getirilebilecek olan, aslen onun öznelliği ile sınırlıdır.31

Bu öznel hakikatin kesinliğin herhangi bir nesnel değeri olup olmadığı söz konusu olduğunda ise kötü cin’in egemenliği sürmeye devam eder (Ricoeur, 2010: s. 11). Zira cogito önermesi “düşünen herkes vardır” şeklinde ifade edilemeyecek kadar kapalı ve genelleştirilemeyecek bir ifadedir: “[Düşünen herkes vardır] genel ifadesi, cogito ego sum’nun kendisinden türeyebileceği genel bir doğruluk olarak işlev göremez”.32

Bu yüzden Descartes’ın görüsü genellenebilir değildir; bunun temel nedeni olarak ise Descartes düşüncesinin performatif (edimsel) karakterine odaklanmak gerekir:

“Descartes özneyi, ben’i kurma çabası içinde aslında bir edim olarak düşünmeyi tasarlamaktadır [...] düşünme edimi nerede somutlaşır? ‘Düşünen ben’de, başka bir deyişle tam anlamıyla ‘eyleyen ben’de somutlaşır; özne görüldüğü gibi tam anlamıyla etkin bir varlıktır”.33

Her bir tekil şahıs için ergo sum, ego existo ifadesi açık ve seçik olarak geçerli ise de genelleştirilebilecek ve cogito ile res cogitans’ı aynı kabul edecek bir geçişten söz etmek aslında teorik olarak mümkün değildir. Aslen etkin bir varlık olan cogito’nun neliğinden bahsedilen her anda aslında söz konusu etkin cogito’dan ziyade bir res- cogitans’tan bahsedilmektedir. Çünkü daha önce de dile getirildiği gibi cogito’ya dair bilgi herhangi bir şekilde sezgisel düzlemi aşamamaktadır. Meditasyonlar’da cogito’yu nitelemek için dile getirilen “kuşku duyan, anlayan, tasarlayan, olumlayan, yadsıyan, isteyen, istemeyen, ayrıca imgeler oluşturan ve hisseden bir şey”34

tanımı aslında bütün insanlara bahşedilmiş ortak duyular üzerinden cogito ile res-cogitans arasındaki bağı kurar varsayılmakta, ama aslında cogitoyu bir res-cogitans’a indirgemektedir. Bu anlamda cogito bir tümel ben olarak belirlenmemiştir; kendisinin farkına varan bir sezgi düzeyinde takılıp kalmış ve düşüncenin nesnesi olma bakımından kapsam dışı bırakılmıştır. Bunun yanı sıra cogito’nun özgün bir şekilde

31 Descartes’a göre cogito’nun özbilinç sürecinde bilincine vardığı şey kendisinde doğası gereği bulunan ben ideasıdır. Descartes 3. İtirazlar ve Cevaplar’da bu konuyu ayrıntılı olarak işler. Dolayısıyla ben bilinci bana aklen verili ben ideasının görüsü olduğu için bir akli görüdür. (Kovanlıkaya, 2013: s. 27) 32 Bkz. (Hintikka, 1962: s. 20) Descartes cogito argümanın tekil bir durumla yani kendisi ile ilgili olduğunun farkındaydı. Hintikka’ya göre bu yüzden “insan ne bilebilir” sorusundan ziyade “ben ne bilebilirim” sorusunu sormaktaydı.

33 Betül Çotuksöken, Kavramlara Felsefe ile Bakmak, s. 87’den aktaran (Çotuksöken, 2008a) 34 Bkz. (Descartes, 1997c: s. II. Meditasyon)

salt düşünsel olarak dile getiriliyor olması onun bedenselliği ile ilişkisini bir öncelik sonralık dizisine yerleştirmiş ve farklı soru ve sorunlara gebe hale getirmiştir.35

Özetle, cogito ve res-cogitans özdeşliğine dayanan söz konusu sıçrama (zihin ve beden ayrımından kaynaklanan özelleşme zemini ile ilişki içinde) farklı düşünen benleri yoksayan, ya da başka bir deyişle farklı benleri birbirinden ayırmayı mümkün kılan düşünsel ve nesnel zemini ortadan kaldıran bir indirgemeye neden olmuştur. Bu yüzden kuşku duyan, anlayan, tasarlayan, olumlayan, yadsıyan, isteyen, istemeyen, ayrıca imgeler oluşturan ve hisseden res-cogitans, insanların tümü için aynıdır. Bu sıçramanın Descartes düşüncesinde bilginin kesinliği bağlamında büyük sorunlar yarattığını söylemek mümkün değildir. Fakat pratik felsefe söz konusu olduğunda edimsel bir tekil cogito’dan türeyecek olan olası bir ahlak anlayışı ile res-cogitans’ın tümelliğine dayanan bir ahlak anlayışı arasında ciddi farklılıklar bulunacaktır.