• Sonuç bulunamadı

I. KANT FELSEFESİNİN KURUCU ÖĞESİ OLARAK ÖZNE

I.3. Leibniz ve Anlama Yetisi

Leibniz, Descartes sonrası özne tartışmalarında belirgin olmayan bir figür olsa da tözsellik sorununa alternatif bir açılım getiren filozof olarak öne çıkar. Leibniz’in düşüncesi çağının egemen düşüncesi olan kartezyen düşünceye bir eleştiri olarak görülebilir. Descartes felsefesinde karşımıza çıkan res-cogitans ve res-extensa ayrımının yarattığı düalizm, fiziksel olana dair, çağının mekanist anlayışını geçerli kılan bir bilgi kuramı ortaya çıkarmaktadır. Hareketin niceliksel olarak salt gözlemcinin deneyimi üzerinden bilinebileceğini imleyen bu yaklaşım, kartezyen yöntemi kullanan Newtoncu fizikte cisimleşir. Leibniz’e göre kartezyen düşücenin maddesel bir tözün olduğuna dair temel iddiası sorunludur. Zira Descartes maddesel tözün uzam olduğunu iddia ederek aynı zamanda maddenin sonsuza kadar bölünebilir olduğu düşüncesini de kabul etmektedir. Ancak eğer madde sonsuza kadar bölünebiliyorsa, bu tözsel olana ontolojik olarak ulaşılamayacağı anlamına gelmekte, bu da bir çelişki yaratmaktadır. Leibniz’e göre maddi nesnelerin tözselliğinden söz edilemez.58

Ayrıca Leibniz’in hareketin doğasına, atomlara ve uzama yönelik düşünceleri ve bunların metafizik arka planları özellikle Kant’ın eleştirel felsefe öncesi dönemini derinden etkilemiştir. Kant’a göre Leibniz ve takipçileri kuvvetin doğası hakkında doğru çıkarımlarda bulunmalarına rağmen kuvvetin ölçümünü verecek sağlıklı bir yaklaşım geliştirememişlerdir. Buna karşın kartezyen yöntemi benimseyenler ise doğru ölçümü kullandıkları halde kuvvetin doğasını açıklayacak metafiziksel kavramlara sahip değildirler.

“Leibniz’in temel felsefi çalışması olan Monadoloji doksan paragraflık küçük bir kitap olmasına rağmen metafizik bir ontolojinin ulaşabileceği son sınırlara ulaşmıştır”.59

Monadoloji’nin, teolojinin ihtiyaç duyduğu korunaklı alanı yaratma adına bir çaba olduğu söylenebilir. Leibniz ontolojisini monad adını verdiği yalın tözler üzerinden açıklar. Monadların yalın birer töz olmaları, herhangi bir bileşim yoluyla oluşmamış oldukları anlamına gelmektedir. Tinsel bir yapıya sahip olan monadların parçaları yoktur ve maddesel olmadıkları için şekil veya boyut sahibi de değildirler (Leibniz, 1951b: s. 21). Dolayısıyla mekaniğin yasaları ile monadları ele almak olanaklı değildir. Monadlar açısından hareket ve değişim, bir algı durumundan bir başka algı durumuna içsel bir geçiş olarak ele alınmalıdır.60

Ayrıca monadların bir başka monadlarla ilişkileri de dışsal değil içseldir (Leibniz, 1951a: s. 3). Bu anlamda doğada gerçekleşen olayların hem mekanik hem de metafizik bir düzene tabi olması Tanrı tarafından “önceden saptanmış uyum” aracılığıyla sağlanmaktadır. Bu her bir monadın evreni kendi bireyselliğine içsel olarak açıklaması/anlatması anlamına gelmektedir. Bu eleştirinin zemininden yükselen ve nesne ile ilişkisinde etkin bir rol alarak bilgiyi olanaklı kılan özne düşüncesi Kant tarafından da benimsenecektir. Ayrıca bu noktada Kant’ın transandantal ben anlayışı açısından da belirleyici olan bir husus belirginleşir: Leibniz’e göre bir öznenin yüklemiyle olan ilişkisi a-priori olarak mevcuttur. Başka bir deyişle özne kendi yüklemlerini kapsar. Her monad diğer monadların tasarımına sahip olmasına rağmen bu tasarım yalnızca diğer monadlardaki değişimleri yansıtma işlevini görür. Bu her ne kadar algı olarak görülse de bu algıda bilinçten söz edilemez. Leibniz bu yansıtma işlevini Tanrısal olana bağlamaktadır. Tanrı evrendeki şeylerin bilgisine ideal olarak sahiptir (Russel: s. 14). Algı daha çok dışsal şeyleri temsil eden monadın içsel durumuyken tamalgı, algıdaki içsel durumun düşünsel bilgisi olarak anlaşılabilir (Leibniz, 1951b: s. 23). Peki, bütün monadlar aynı derecede bilinçli midir? Leibniz’e göre Tanrı tüm şeylerin bilgisine sahiptir. Ancak

59 (Nutku, 2014: ss. 1-14) “Sorunların kapsamı çok yanlılığı, çözüm yolunda kullanılan terimlerin anlamlarını belirsizleştirmiyor; tersine hepsi tek bir teriminin, monadın etrafında toplanıyor.”

60 “Algı bir geçiş durumudur ve birlikte çokluğu yansıtır. Cartesien’ler yalnız ben’i düşünmeyi (cogitatio) konu edindiler; böyle olmayan algı derecelerini hesaba katmadılar. Onlara göre yalnız akıl monad idi. Bu yüzden hayvanları makine sandılar. Bir algıdan diğerine geçişi sağlayan içsel ilkenin edimine appetitio adı verilebilir. Bu açımlama arzusu, yöneldiği algının tümüne her zaman ulaşamayabilir ama bir kısmına ulaşır ve yeni algılara varır. Algı ve ona dayanan şeyler mekanik olarak, yani şekiller ve hareketlerle açıklanamaz”. Monadoloji’nin 14-15 ve 17. Paragraflarından aktaran (Nutku, 2014: s. 3)

kendi kendine yeten, yani anlama yetisi sahibi olan monadlar Tanrı'nın idealarıyla değil, kendi idealarıyla düşünmektedir. Akıl sahibi monad şeyleri bilebilmek için yeterli nedenlerini sağlamakta ve böylece bilgi, öznenin kendine yeterli oluşu ile ortaya çıkmaktadır. Kendine yeterli olan özne, bilgi için yeterli nedenleri de sağlayabilmektedir. Bu yüzden tamalgı yeteneğindeki ruhlar, diğer ruhlardan ayırt edilerek ussal ruhlar ya da tinler olarak adlandırılır. Böylece ussal ruhlar zorunlu ve sonsuz gerçekliklerin bilgisine ulaşabilirler (Copleston, 1996b: ss. 61-72). Leibniz’e göre bir monadın kendi algısının bilinci, bilginin oluşması için gereklidir. Çünkü algılayanın, algılama etkinliğinin bilincinde oluşu, algıladığı şeyin de bilincinde olması demektir.

Leibniz ilişki sorununu özne-yüklem ilişkisi üzerinden tanımlar ve böylece monadlara ulaşır. Monadlar ilişkinin transandantal bir anlama sahip olduğunu da imlemektedir (Stern, 1990: ss. 13-14). Kant, öznenin kendisinin duyusal tasarımlara dair düşünce olmaksızın bilemeyeceğini ileri sürer. Bu yanıyla düşüncesi Hume’un ve Locke’un etkisindedir. Ancak Leibniz etkisinde öznenin deneyim sürecinde edilgin olmadığını ileri sürerek Locke ve Hume ile çatışmaktadır. Bu anlamda Kant’ın eleştirel felsefesi nesnel gerçekliğin bilgisine düşünce belirlenimlerinden ulaşmak yerine duyarlığın a-priori formları ve anlama yetisinin kavramları tarafından biçimlenen öznenin deneyimini evrensel bilgi düzeyine çıkarmakta, bilginin nesnesi konumuna getirmektedir. Kant’ta özne ya da daha açık bir şekilde ben’in neliği üzerine yapılacak inceleme tam da bu teorik dolayımlar üzerinden incelenmesi gereken bir durumdur.

II. KANT’IN TEORİK FELSEFESİNDE BEN’İN KURULUŞU