• Sonuç bulunamadı

III. FİCHTE DÜŞÜNCESİNDE ÖZNENİN SINIRLARI

III.3. Hegel’in Fichte Eleştirisi

Öncelikle şunu dile getirmek gerekir ki Hegel, Fichte düşüncesinden çok derin bir şekilde etkilenmiştir. Düşünsel olarak Fichte’den çok fazla beslendiğini her fırsatta dile getirdiği bilinir. Hegel’in Fichte’ye verdiği değerin belki de en büyük kanıtı ölünce Fichte’nin yanına gömülmeyi vasiyet etmiş olmasıdır. Hegel’in Fichte eleştirisi

temel olarak Jena’da kaleme aldığı Fichte ve Schelling’in Felsefe Sistemleri Arasındaki Fark başlıklı çalışmasında göze çarpar. Bu metin aynı zamanda Hegel’in ileride kaleme alacağı Tinin Fenomenolojisi için de bir ön giriş niteliğindedir.

Hegel’in Fichte eleştirisi Fichte’nin sisteminin mutlak bir reddiyesi olarak okunamaz. Daha ziyade bir filozofun selefinin düşüncesini kendi düşünsel çatısını kurmak adına eleştirel bir gözle okumasına benzer. Ayrıca Hegel’e göre Fichte Wissenschaftslehre’de Kant’ın eleştirel felsefesini gerçek bilgiye dönüştürmeyi başarmıştır. Başka bir deyişle bir bilim olarak felsefeyi olanaklı kılmıştır.

Hegel’e göre Kant Saf Aklın Eleştirisi’nde kategorileri çıkarsarken bir kaba bir idealizme savrulmuştur (Hegel, 1977: s. 79) Fichte ise ben’in kendini koyması ilkesi ile kategorilerin türetilişini organik bir şekilde açıklamayı başarmış, böylece Kant’ın yapamadığı bir biçimde felsefi sistem ortaya koymuştur (Kılıçaslan, 2006: s. 492). Hegel, Fichte ve Schelling’in Felsefe Sistemleri Arasındaki Fark başlıklı çalışmasının “Fichte’nin Sisteminin Serimlenmesi” başlıklı bölümüne Fichte’nin felsefe sisteminin temeli olarak “entelektüel görü” kavramını gördüğünü belirten bir cümle ile başlar (Hegel, 1977: s. 119). Hegel’e göre Fichte düşüncesinde “entelektüel görü” ciddi bir tartışma yapılmaksızın kabul edilmiş gibi görülmektedir. Öyle ki ben’in kendini bu şekilde, bir görü aracılığıyla koyması aklın bir tür sıçraması olarak kabul edilmelidir ve özünde sorunludur. Ayrıca entelektüel görünün bu şekilde bir kabulü ben’in kendini koyma etkinliğinde sıradan bilincin ve onun reflektif faaliyetinin rolü neredeyse yok sayılmasını doğurmaktadır.

Hegel’e göre Fichte’nin teorik felsefesinin temel eksiği sıradan bir ben ile saf ben arasındaki karşıtlığı açıklamamak; sonlu bilinç ile transandantal bilinç arasındaki ilişkiyi göstermemektir. Ayrıca Fichte düşüncesinde öncelikle bilincinde olunan şey refleksiyon aracılığıyla sonlu bir ben’in evrenidir. Mutlak Ben daha sonra gelir ve söz konusu sıradan bilinç, yani sonlu ben, üzerine düşünür. Ancak Hegel burada temel bir sorun olduğunu iddia eder: Eğer mutlak ben sıradan bilincin kaynağıysa, saf ben mutlak ben’den türetilmelidir, ancak aksine Fichte mutlak ben’e saf ben’den ulaşıyor gibi gözükmektedir. Eğer bu yapılamıyorsa mutlak ben’in bilinci ya mutlak değildir; ya da apriori değildir.

Hegel’e göre bu sorunun temel nedeni Fichte düşüncesinin spekülatif bir zemine ayak basmamasıdır, zira tek başına refleksiyon zemininden yükselen bir düşünce ancak sıradan bilincin sınırlarından konuşabilir. Fichte’nin iddia ettiği bilimsel sistemi kurabilmesi ancak ve ancak spekülasyon ve refleksiyonun bir arada kullanılması ile mümkündür. Başka bir deyişle ben ben’dir ilkesini refleksiyonu aşıp spekülasyonun mutlak prensibi olarak ele almadan bu sorun aşılamaz. Oysa Fichte’nin sistemi bunu uygulamaktan kaçınmaktadır (Hegel, 1977: s. 122). Dolayısıyla bu sorunu çözmekte başarısız olmaya mahkûmdur; çünkü Fichte’nin ben’i kendinde nesne olmaktan acizdir (Hegel, 1977: s. 123).

Hegel’e göre bilincin buradaki çelişkisi iki bağımsız önerme yoluyla gizlenmeye çalışır. Bunlardan biri ben kendisini koyar, diğeri ise ben ben-olmayan’ı koyar”dır. Bu iki önermenin gerçekte uzlaşımı hiçbir zaman başlangıçtaki mutlak koymayla yani ben’in kendisini koymasıyla özdeş değildir. Zaten ben’in kendini koyması ediminin bu şekilde bölünmesi özdeşlik kurulmasını da olanaksız kılmaktadır (Hegel, 1977: ss. 124-125). Bu sebepten Fichte ne derse desin ben ve ben-olmayan birbirlerinden ayrı durmaktadırlar. Kendini koyma ve karşıtını koyma edimlerinin sözde birlik durumunda oldukları mutlak ben ise tıpkı Kant’ın düşüncesindeki numen gibi bilinemez yani transandant olarak kalır. Daha açık bir deyişle mutlak ben’in bilinemez bir şey olması durumundan kaçamayan Fichte, Kant düşüncesindeki numenal dünyanın bilinemezliğini eleştirirken bir bakıma kendi düşüncesini de eleştirmektedir (Hegel, 1977: s. 127).

Hegel’e göre yukarıda özetlenen ve reflektif düşüncenin yapısından kaynaklanan sorun oldukça büyüktür. Ben’in kendini içeriklendirmek adına bir ben- olmayan’a ihtiyaç duyması bir yanıyla ben’i aslen kendini koyamayan olarak belirlemekte (Hegel, 1977: s. 128), böylece de saf ben’in yetersizliğine işaret etmektedir. Fichte, ben’in olanağını negatif bir kavram olarak tanımladığı ben- olmayan’ın edimselliğine teslim etmektdir. Ben nesnel bir dünya olarak ben-olmayan’ı koymaktadır, çünkü kendisini kendi eksikliğini koyarken tanımaktadır. Bunun sonucunda ise açık bir şekilde saf ben’in nihai mutlaklığı çöker ve sıradan bir bilince ilerleyiş gerçekleştirilir. Çünkü saf ben’in bilinci tam eksiksiz bilinç değildir (Hegel, 1977: ss. 129-130). Bilincin eksikli olması yüzünden, ben’in bu kökensel eksikliği

yüzünden, bir zorunluluk olarak onun bir etkiyle, ben-olmayan ile karşılaşması gerçeğinden doğa türetilir. Bu etkinin benimsenmesiyle birlikte Fichte’nin sistemi zorunluluk ve özgürlüğün ikili zemininden zorunluluk koşullu nesnel zemine kaymak durumunda kalır. Hegel’e göre zorunluluk zeminindeki Fichte felsefesi, eksiksiz bir özgürlük dizgesi olma iddiasından uzaklaşır. Bu noktada Fichte özgürlüğün Kant zemininden, yani ben’in pratik etkinliğinden türemesi gerektiğini öne sürmekle kendi konumunu aklamaya çalışır. Özgürlük için sonsuz bitimsiz bir çaba, zorunlu bir ön varsayım tanımını yapar. Hegel’e göre Fichte saf ben’e ahlak yasasının transandantal evreninde bir yer bulmaya çalışmaktadır. Başka bir ifade ile ben olması gereken ve olan arasında parçalanmış, bölünmüş olarak kendini göstermektedir (Kılıçaslan, 2006: s. 494).

Hegel’e göre saf ben’in eksikli olması ve kendini sınırlamak zorunda olması Fichte’nin de farkında olduğu bir durumdur. Bu kendini sınırlama öznel ve nesnel olarak farklı şekilde gerçekleşir. Hegel nesnel olanın güdü, öznel olanın ise amaç kavramı üzerinden anlaşılması gerektiğini söyler. Fichte’nin öznel ve nesnel sınırlamalarının birleşimi ise Hegel’de duygu olarak karşımıza çıkar. Duygu öznel olanın ve nesnel olanın, yani amaç ve güdü’nün bileşimi olarak adlandırılır (Hegel, 1977: s. 136). Kendini koyma (ben ben’dir) ilkesine göre, yani transandantal bakış açısından, özgürlük ve güdü özdeştir. Bunlar gerçekte aynı temele bakmanın değişik yollarıdır. Ayrım yalnızca görünüşte vardır (Hegel, 1977: s. 137) Bununla birlikte güdü, bütünüyle belirli bir şey olarak düşünüldüğünde ancak pratik kavramın denetimi altına girme yoluyla özgürlüğün koşulu olarak karşımıza çıkar. Birlik salt biçimseldir. Biçim ise içinde bir ayrışmayı barındırır.

Hegel’e göre eğer Fichte’de nesne ideal bir şey ise ve mutlak olanda yer almıyorsa özne de sadece ideal bir şey olur. Çünkü kendini koyan ben de kendine karşı koyduğu ben-olmayan da ideal faktörlerdir. Ben, nesne ile mutlak karşıt olarak koyulduğunda gerçek bir şey değildir; ancak düşünülen bir şeydir. Başka bir deyişle ben refleksiyonun saf bir ürünüdür. Bu da mutlak refleksiyonun ürünleri dışında özdeşliğin kendini bir bütün olarak kuramayacağı anlamına gelmektedir. Ancak ve ancak biçimsel olan bir bütünlüğe izin verme hakkı vardır. Formel bir prensibe dayanan felsefe de biçimsel bir felsefe olmanın ötesine geçemez. Sadece gerçek

karşıtlıkta mutlak kendini öznenin ve nesnenin bir formu olarak gösterebilir. Sadece bu yolla özne ile nesne, nesne ile özne arasında gerçek bir geçiş mümkündür: Özne nesnel olabilir çünkü aslında nesneldir. Nesne ise öznel olabilir çünkü aslında özneldir (Hegel, 1977: s. 158).

Fichte’nin düşüncesinin temel bir sorunu doğa ve özgürlük karşıtlığında doğayı salt bir etki olarak belirlemiş olmasıdır (Hegel, 1977: s. 139). Doğanın, ben-olmayan’ın,

kuruluşu gerçekte ben’in özgür kendini koyuşunun bir özelliği ise özgürlük ve zorunluluk, yani akıl ve doğa arasındaki karşıtlık aklın bir yanılsaması olur. Özünde bir bütün olarak ele alınmalıdır. Organik doğa görüşü bu gibi bir akıl karşısında dayanamaz. Doğa sanki ölü bir maddedir (Hegel, 1977: s. 142). Kılıçaslan bu konuda şöyle bir tespitte bulunur:

“Açıkcası Fichte için düzeneksel zorunluluk ve özgürlük arasındaki karşıtlık mutlaktır. Bu yüzden Fichte pratik felsefenin sorunlarıyla yüzleştikçe bir reflektif filozofun konumuna saplanır kalır. Fichte’nin kuramında doğa dolaysızca anlık tarafından ve anlık için belirlenmiştir Özgürlük ve zorunluluk arasındaki bu karşıtlık derin düşüncenin son enkazıdır” (Kılıçaslan, 2006: s. 495).

Fichte’nin ben düşüncesi Kant’ın etkisini aşar bir biçimde bütünlüğe yöneliyor olsa da Hegel’e göre deneyim nesne ve özneyi gerektirdiğinden sadece saf bir öznenin özne nesne ilişkisini kuramayacağı açıktır. Bu yüzden aslında Fichte’nin yaptığı özne ve nesne arasındaki karşıtlığı ortadan kaldırmaktan ziyade sadece nesneyi ortadan kaldırmak olduğundan, aslında kaldırmak istediği karşıtlığı derinleştirmiştir. Fichte’nin politik görüşleri de bu durumdan payını alır. Fichte’ye göre doğa özgürlüğün alanıdır:

“Ancak herkes özgür olunca bu alanda birbirimize çarparız. Bu yüzden ussal özgürlük yolunda birey kendi erekleri için eylemekten vazgeçmelidir. Söz konusu olan yalnızca usun yasasına boyun eğme özgürlüğü olmalıdır […] bireyin kendiliğinden güdülerinin topluluk adına

engellenmesi ve denetim altına alınması, gerçekte özgürlüğün çiğnenmesi değil, onun gerçekleşmesidir” (Kılıçaslan, 2006: s. 496).

Fichte için devlet insanları özgürlüğe ulaştıran tinin kendisini en saf ifade edişi olarak anlaşılır. Ama buradaki ifade kendini doğadan tamamıyla uzaklaştırmıştır. Fichte’nin sunduğu doğal hukuk, düşüncenin mutlak tahakkümünü canlı varlıkların mutlak boyun eğişini yansıtır (Hegel, 1977: s. 148). Bu yanıyla evrensel ve dışsal bir zorbalık olarak görülmelidir. Hegel’e göre burada aklın hiçbir rolü yoktur, çünkü akıl kendini yaşamının organik öğesi olmadığı ve düşüncenin yarattığı dışsal bir makine olarak görmez. Kendini halk olarak insanlar içinde bulur (Hegel, 1977: s. 149). Fichte’nin özgürlük olarak gördüğü şeye Hegel, “düşüncenin yaşam üzerindeki zaferi” der. Fichte devlet için gerçek özgürlüğü feda etmiştir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:

HEGEL VE MODERN ÖZNENİN GERÇEKLEŞMESİ