• Sonuç bulunamadı

Trakya Bölgesi’ne Yapılan Göçmen İskânlarının Ekonomik ve Sosyal Açıdan 1934 Trakya Olaylarına Etkis

KAYNAKLAR VE YÖNTEM

GÖÇMENLERİN BÖLGENİN SOSYO-KÜLTÜREL VE EKONOMİK YAPISINA ETKİLERİ

1.5.1.1. Trakya Bölgesi’ne Yapılan Göçmen İskânlarının Ekonomik ve Sosyal Açıdan 1934 Trakya Olaylarına Etkis

Mübadele öncesinde Trakya Bölgesi’nde ticarî faaliyetlerde Rum ve Ermenilerin etkin olması, bu kişilerin yerlerine gelen göçmenlerin ise çoğunlukla çiftçilikle uğraşıyor olması bölge ticaretini olumsuz etkilemiştir. Rumlardan kalan bu boşluğu Cumhuriyet’in ilk yıllarında Müslümanlar değil, bölgedeki Museviler doldurmuştur. 1927 nüfus sayımına baktığımızda Edirne’de 6.098, Tekirdağ’da 1.481 ve Kırklareli’de 978 kişi ile Museviler her üç ilde de Müslümanlardan sonra ikinci büyük dinî grubu oluşturmuşlardır.260 Musevilerin Trakya Bölgesi’nde ticaret hayatındaki mevcudiyetlerine Edirne’den örnek vermek gerekirse, 1928 yılında kentte faaliyet gösteren 284 tüccarın 135’i, yani %48’i, Musevi idi. 261 Ancak milliyetçilik duygularının oldukça güçlü olduğu bu dönemde söz konusu bu durum bazı kesimlerin tepkilerine neden olmuştur.

11 Eylül-28 Aralık 1933 tarihleri arasında Edirne Erkek Lisesi’nde görev yapan Nihal Atsız tam da bu milliyetçilik duygularının en yoğun olarak yaşandığı dönemde Trakya’da bulunmuş ve bu dönemde Orhun dergisini yayınlamaya başlamıştır. Mehmet Orhun’un 1930’lu yılların Edirne’sini ve Nihal Atsız’ın bölgede milliyetçilik duygularının gelişmesindeki etkisini anlatırken kullandığı şu ifadeler ilgi çekicidir: “1933 yılı Eylül ayının ilk haftasından sonra, Edirne Erkek Lisesi’nde son sınıf talebesi olarak bulunuyordum. Edirne Lisesi o tarihlerde Trakya’daki tek lise olduğu için, Kırklareli, Tekirdağ gibi komşu vilayetlerden de gelen arkadaşlarımız yanında eski Edirne Vilayeti’nin Yunanistan ve Bulgaristan kesiminde kalmış yerlerinden göçmen olarak gelmiş arkadaşlarımız da vardı. Daha 10 yıl önce Yunan işgalinden kurtulmuş olan bu sınır kentinde Milliyetçilik ruhu taze ve dipdiri idi.”262 Nihal Atsız’ın 21 Mart 1934’te Orhun dergisinde yayınladığı “Komünist, Yahudi ve Dalkavuk” başlıklı makalesinde Yahudiler, Türk Milleti’nin komünistlerden sonra ikinci büyük düşmanı olarak gösterilmiş ve menfaatleri için yaşadıkları ülkenin bayrağını dahi satmaktan çekinmeyecek kadar “namussuz bezirgânlar” olarak nitelendirilmişlerdir. Bu dönemde Yahudi karşıtı yazılar yayınlayan sadece Nihal

260 1929 İstatistik Yıllığı, C. II, s. 41-43. Cumhuriyet’ten önce Balkan coğrafyasında yaşayan Yahudi

nüfusu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kemal Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, Timaş Yayınları, İstanbul, 2017, s. 296-298.

261 Murat Koraltürk, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Edirne’de Ticaret ve Sanayi: Sermayenin Etnik

Kompozisyonu”, Edirne: Serhatteki Payitaht, haz. M. Sabri Koz, Nedret İşli, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998, s. 299.

Atsız olmamış, bir çok basın organında buna benzer yazılar yayınlanmıştır.263 Örneğin, Yahudi girişimcilerin bölge ekonomisindeki ağırlıklarının her geçen gün artmasına Paşaili Gazetesi’nde çıkan bir yazıda şöyle tepki verilmiştir.

“Rum ve Ermenilerin memleketten uzaklaştırılmasıyla beraber bize geçen iktisadi sahaya ecnebi unsurların yerleştiğini görüyoruz. Madem ki Rum ve Ermenilerin iktisadi sahada bıraktıkları bir boşluk vardır, onu biz doldurmalıyız. Şu kısa müddet içinde memleketimizden uzaklaşan unsurların boşluğunu Türklerden gayri bir unsur işgal etmek üzeredir.”264

Yine Trakya Umumi Müfettişi İbrahim Tali Bey bu durumu, 1934 yılında hazırladığı bir raporda şöyle açıklamıştır:

“İktisadî sahada Türklerin emniyet ve itimatla adım atamamaları, Musevilerin iktisadî gelişmede arızasız ve engelsiz daha iyi yerleşmelerinde etken olacak, neticede Yahudi sermayesi Türk sermayesinin yerine tamamen geçecek, daha kolay ve daha emin bir vaziyetle kuvvetlenecek olan Yahudi sermayesine Türk sermayesi boyun eğmeye mecbur olacaktır. Çok hassas bir zeka oyunu hâlinde ve vasıtasız Yahudi kaynaklarından idare edilen bu propagandalar, kendi lehlerine beklenilen neticeye doğru adım atmalarına vesile vermiş ve Türk sermayesi biraz daha tereddüte düşüp zayıflayarak gün geçtikçe piyasada gerilemiştir.”265

İbrahim Tali raporunun bir çok farklı yerinde, Trakya Bölgesi’nde Yahudilerin özellikle iktisadî alandaki yükselişlerine dikkat çekmiş ve bu durumu düzeltilmesi gereken bir sorun olarak görmüştür. Trakya’da ne zaman bir Türk sermaye hareketi başlasa karşısına mutlaka bir Musevi sermayesinin dikildiğini ya da bu Türk teşebbüsüne iştirak çaresi aradıklarını belirten İbrahim Tali, bu durumun Musevilerin iyi niyeti ile açıklanamayacağını, bölgedeki şarapçılık, balık konserveciliği, un fabrikaları, peynircilik, zahire, yapağı, kuzu alıcılığı gibi bir çok iktisadî alanın doğrudan ya da dolaylı olarak Musevilerin elinde olduğunu belirtmiştir. Bu durum ise şüphesiz daha çok bölgeye yeni yeni kök salmaya çalışan muhacirleri etkilemiştir. İbrahim Tali’nin bu konuda önerisi ise şöyledir:

“Trakya Türkünü canlandırmak ve iktisadî kalkınmaya mazhar kılmak için iktisadî sahada yapılacak ilk teşebbüs, Trakya’nın kazanç ve hayat kaynaklarını sağlam tedbirlerle öz Türk çocuklarına intikal ettirmek ve bütün Trakya piyasalarını Musevi hakimiyetinden kurtarmaktır.”

263 Yahudilerin aleyhinde basında çıkan yazılar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Sezen Kılıç, “1934

Trakya Yahudi Göçünde Türk Basınının Rolü”, International Journal of Social Sciences and Education Research, Volume: 1 (3), 2015, s. 923.

264 Aytaç Özkan, a.g.e., s. 208.

265 Murat Burgaç, Trakya Raporu 1934 Umumi Müfettiş İbrahim Tali Bey’in Gözünden 1930’lu

94

Ayrıca İbrahim Tali, ekonomik alanda canlanmayı ve sermayenin millileştirilmesini sağlayacak adımları, bölgenin göçmenlerle kalkındırılması, sınırlarda yeni bir savaş propagandasına yönelik yapılan dış propagadanların bertaraf edilmesi ve böylece Trakya sakinlerinin devlete güvenlerini arttırarak, bölgeye ekonomik yatırım yapmalarını sağlamak şeklinde sıralamaktadır. Ayrıca nüfusunun çoğunluğu muhacir olan Trakya’nın en küçük sarsıntıdan etkilenen, henüz köklü üreticiler hâline gelmemiş göçmenlerinin, oturmuş üreticiler hâline gelmelerini sağlamak için bölge zahire ticaretinin de Yahudilerin elinden kurtarılması gerektiğini, muhacirlerin bu olumsuz etkilere karşı mümkün olduğu kadar korunup himaye edilmeleri gerektiğini belirtmektedir.266 Bir başka raporda ise Trakya’da ticarî alanda ortaya çıkan bu boşluğun ancak bölgeye iskân ettirilecek göçmenlerin geldikleri ülkelerdeki birikimlerini yanlarında getirerek sermaye olarak kullanmaları ile sağlanabileceği belirtilmiştir.267

1934 Trakya olayları, 14 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen ve 21 Haziran 1934 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanan 2510 sayılı İskân Kanunu ile de ilişkilendirilmektedir. Kanununun 9. maddesinin casusluk nedeni ile sınır boylarında yaşayanları buradan uzaklaştırmaya Dahiliye Vekili’ni yetkili kılması, 11. maddenin (a) bendinin ana dili Türkçe olmayanlara köy, mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurmasını yasaklaması, (b) bendinin de Türk kültürüne bağlı olmayanlarla, bağlı olup da Türkçe’den başka bir dil konuşanlar hakkında harsî, askerî, siyasi, içtimaî ve inzibatî sebeplerle İcra Vekilleri Heyeti kararı ile Dahiliye Vekili’nin lüzumlu görülen tedbirleri almasının mecburî tutulması, toptan olmamak şartıyla başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan çıkarmanın bu tedbirlerden olması ile 1934 Trakya olayları arasında bağ kurulmaktadır.268 Ancak 21 Haziran’da Resmî Gazete’de yayınlanan bir kanunun daha henüz hiç uygulanmamış olduğu bir dönemde, yayınlanmasından yaklaşık 15 gün sonra gerçekleşen olayların nedenleri arasında sayılması çok muhtemel gözükmemektedir. Yaşanan olaylar kısa bir sürede şekillenmiş olmaktan uzaktır ve temelleri çok daha eski birikimlere dayanmaktadır.

266 Murat Burgaç, Trakya Raporu 1934 Umumi Müfettiş İbrahim Tali Bey’in Gözünden 1930’lu

Yıllarda Trakya, s. 153-177-179.

267 BCA, 030. 10. 72. 475. 2.

268 Rıfat N. Bali, a.g.e., s. 58; Zafer Toprak, “1934 Trakya Olaylarında Hükümetin ve CHF’nin

Rıfat Bali İskân Kanunu’nun 11. Maddesi’nin (b) bendinde “Türkçe’den başka bir dil konuşanlar” ile ilgili yer alan ifadeleri, Trakya Bölgesi’nde yaşayan Yahudiler ile ilişkilendirirken, Yahudilerin Türkçe konuşmamasının Edirne’de bir “mesele” hâline geldiğini, olayların patlak vermesinden kısa bir süre önce CHF Edirne Vilayeti İdare Heyeti Reisi İbrahim Akıncıoğlu’nun sahibi olduğu Edirne Millî Gazetesi’nin bir baş yazısında yer alan şu satırlara bağlamaktadır:

“Türk topraklarında Türkçe konuşulur. Bu memleketin anadili, konuşma dili ve resmî dili Türkçe’dir. Bu mübarek topraklarda yaşayan ve onlara bütün varlıkları ve temiz kanları ile bağlı olanlar, bu dilden başka bir dil işitmeye tahammül edemezler.”269

Yukarıdaki Türkçe konuşulması ile ilgili ifadeleri Yahudiler ile ilişkilendirmek ne kadar doğrudur? Bu dönemde Türkçe konuşulması konusunda bir hassasiyet olduğu muhakkaktır. Ancak bölgede Türkçe’den başka bir dil konuşan tek grubun Yahudiler olmadığı ihmal edilmemesi gereken bir husustur. Bu dönemde Trakya Bölgesi’nde göçmenler arasında Pomakça, Boşnakça, Arnavutça, Ulahça gibi diller konuşulmakla birlikte, Türkçe’yi hiç bilmeyen Müslümanların sayısı da az değildi. Bu duruma Tekirdağ Gazetesi’nde yayınlanmış bir yazıdan örnek verecek olursak:

“Trakya köylüsünün lisan meselesi de halledilecek işlerden biridir. Öz dilimiz Türkçe olduğu hâlde Trakya havalisindeki bazı köylerde halâ birkaç lisanla konuşanlara tesadüf edilmektedir. Bu köyler bir araya geldikleri zaman Pomakça, Arnavutça, Boşnakça, Ulahça ve kısmen Bulgarca konuştukları için öz dillerini öğrenmekte güçlük çekmektedirler. Bu köylülerimizin aralarındaki lisan karışıklığına yine kendilerinin nihayet vermesini dilemek, kendi istifadeleri iktizasındandır.”270

Dolayısıla Trakya’da çıkan yerel gazetelerde ve İbrahim Tali’nin raporunda değindiği asıl mesele, Yahudilerin Türkçe konuşmamaları ya da muhacirler arasındaki grupların farklı dil kullanmaları değil, Türkçe’nin ana dil olarak öğrenilmesi ve kullanılmasıydı. Ayrıca II. Dünya Savaşı’nın ardından 18 Mayıs 1947 tarihinde İskan Kanunu’nun 11. maddesi kaldırılmıştır.271

Zafer Toprak, 1934 yılının Haziran ayında halk arasında hükümetin Yahudilerin Trakya’dan göç etmesini istediğini ancak bunu açıktan açığa değil, özel tertipler ve baskılarla yapılmasını tercih ettiği söylentilerinin dolaştığını belirtmektedir. Sonrasında ise 3-4 Temmuz gecesi “çapulcu anasır” Kırklareli’de Yahudi evlerinde hırsızlığa ve soygunculuğa koyulmuş, soygunculuk çarşıya ve dükkânlara sireyet

269 Rıfat N. Bali, a.g.e., s. 60.

270 “Trakya Köylüsünün Refahı İçin”, Tekirdağ Gazetesi, 28 İkincikanun 1937, s.1. 271 Resmî Gazete, S. 6640, 24 Haziran 1947, s. 12544.

96

etmeden bastırılmış ve bu sırada 65 ev soyulmuş, olaylar sırasında bir jandarma şehit olmuş ve bir Yahudi de yaralanmıştır.272

1934 olaylarından sonra bölgeden göç eden Yahudilerin sayısı bir başka tartışmalı konudur. Ancak bu bağlamda da 1927 nüfus sayımı ile 1935 nüfus sayımında belirtilen bölgedeki Yahudi nüfus arasındaki farkı en doğru rakamlar olarak kabul etmek gerekir.

Tablo 47. 1927-1935 Nüfus Sayımlarına Göre Trakya’da Musevi Nüfus273

1927 Nüfus Sayımı 1935 Nüfus Sayımı

Dini: Musevi Dili: İbranice Dini: Musevi Dili: İbranice Edirne 6.098 5.876 4.071 2.986

Kırklareli 978 912 680 362

Tekirdağ 1.481 1.197 1.221 547

Çanakkale 1.845 1.303 1.583 1.256

Toplam 10.402 9.288 7.555 5.151

Yukarıdaki tablodan da görülebileceği gibi bölgedeki Musevilerin nüfusu 2.847 kişi azalmıştır. En fazla azalmanın olduğu il 2.017 kişi ile Edirne, en az azalmanın olduğu il ise 260 kişi ile Tekirdağ’dır. Tabloda dikkat çeken bir diğer unsur ise bölgede ana dilini İbranice274 olarak belirten Musevilerin sayısında ciddi bir azalma olmasıdır. Musevilerin bölgeden göçleri II. Dünya Savaşı döneminde ve İsrail’in kurulduğu 1948 yılından sonra hız kazanmıştır. 1948 yılının Eylül ayında Edirne Postası’nda çıkan bir haberde şehirdeki Musevî vatandaşların Hayfa, İtalya veya İsviçre’ye gitmek üzere pasaport aldıklarını, önceleri gençler arasında başlayan bu göçe, sonraları ailelerin geri kalanlarının da katıldığı, bu kişilerin daha sonra Filistin’e geçecekleri belirtilmiştir. Ayrıca göç eden bu Musevilerin Edirne’de ekonomik sıkıntı yaşadıklarından dolayı göç ettiklerini belirttikleri ifade edilmiştir.275 Ancak daha sonra çıkan başka bir haberde göç işinin İsrail’den emir alan bir komite tarafından organize edildiği,

272 Zafer Toprak, a.g.m., s. 22. Temmuz 1934 olayları ve Kırklareli’de Musevi Cemaati’nin sosyal

hayatı için bkz. Erol Haker, Bir Zamanlar Kırklareli’de Yahudiler Yaşardı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s. 249-268.

273 1929 İstatistik Yıllığı, C. II, s. 41-44; 1936 Trakya İstatistik Yıllığı, C. I, Yıl: 1936, Mehmet

İhsan Matbaası, Ankara, 1938, s. 35-37.

274 İstatistik Yıllıkları ve Genel Nüfus Sayımlarında her ne kadar bu dil İbranice olarak belirtilmiş

olsa da aslında Trakya Bölgesi’nde Yahudilerin konuştukları dil ve eğitim dilleri Ladino’dur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Erol Haker, a.g.e., s. 308.

275 “Yahudiler Nereye Gidiyor”, Edirne Postası, 15 Eylül 1948, s. 1; “Yahudilerde Göç Hazırlığı”,

bölgedeki Yahudilerin göç etmeden önce gayrimenkullerini ve menkul eşyalarını sattıkları, işlerini ise tasfiye ettikleri belirtilmiştir.276 Böylece 1965 yılına gelindiğinde Edirne’de 321, Tekirdağ’da 170, Kırklareli’de 75 ve Çanakkale’de de 496 olmak üzere toplam 1.053 Musevi kalmıştır.277

1.5.2. 1923-1934 Yılları Arasında Bölgeye İskân Edilen Göçmenlerin Bölgenin Sosyo-Kültürel Yapısına Etkileri

Cumhuriyet döneminde Trakya Bölgesi’ne yoğun olarak yerleştirilen ilk göçmenler mübadiller ve Bulgaristan göçmenleridir. 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması kapsamında yapılan “Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’ne İlişkin Sözleşme ve Protokol” çerçevesinde hakları bir antlaşma ile belirlenen mübadillere yeni ikamet yerlerinde Yunanistan’da bıraktıkları mallarına karşılık mal verilmiştir. Bu durum maalesef zaman zaman iskân edildikleri yerlerdeki yerli halkın tepkisine neden olmuştur. Nedim İpek, Yunanistan’daki Türk köylüsünün koyun, keçi, çift hayvanı ve hububatını terk ederek sahillere döküldüğünü, özellikle Makedonya köylüsünün bölgenin en faal üretici unsuru olması sebebiyle nispeten mühim bir servete sahip olduklarını ve bu serveti Yunanistan’da bırakıp göç etmek zorunda kaldıklarını belirtmiştir.278 Malını mülkünü, hayvanlarını, kısacası servetinin neredeyse tamamını bırakıp gelen göçmenler, bıraktıkları malların tam karşılığını alamamaktan şikayet ederken, bir de yeni yerleştikleri yerlerin sakinleri tarafından haksız yere kendilerine mal verildiğine dair imalar ile karşı karşıya kalmışlar,279 hatta bazı yerlerde mal dağıtımı yerli halk tarafından engellenmeye çalışılmıştır. Fahriye Emgili, Mersin’de mübadiller ile yaptığı bir çalışmada, Ali Bölükbaşı’nın “Bir takım ağalar orada toprağınız, malınız yok idi ancak burada varmış gibi mal talep ediyorsunuz dediler”, yine Selanikli Osman Oğuz’un ise mal dağıtımı ile ilgili “Hatırlıyorum. İstemezlerdi. Gavurların malları hep onlara kalsın isterlerdi. Onun için istemezlerdi macır milletini.

276 “Yahudiler Gidiyor”, Edirne Postası, 19 Şubat 1949, s. 1; “Yahudiler Filistin’e Gidiyorlar”,

Edirne Postası, 5 Mart 1949, s. 1.

277 1965 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Devlet İstatistik Enstitüsü,

Ankara, 1969.

278 Nedim İpek, Mübadele ve Samsun, s. 170. 279 Mehmet Ali Gökaçtı, a.g.e., s. 270.

98

Gavur gibi sanarlar” dediklerini belirtmiştir.280 Aytaç Özkan’ın belirttiğine göre benzer durumlar nüfusunun çoğunluğu göçmen olan Trakya’da da yaşanmış, mübadiller bıraktıkları malların karşılığını alamadıklarına dair şikayetlerde bulunurken, yerli halktan bazı kimseler de “bu yabanlar geldi en güzel evlere yerleştiler” şeklinde ifadeler kullanmışlardır. Ancak Aytaç Özkan, münferit olarak yaşanan bu olaylardan genelleme yapmanın çok doğru olmadığını, özellikle Trakya köylerine yerleşen göçmenlere köy halkının elinden geldiği her türlü yardımı yaptığına dair verilerin çoğunlukta olduğunu ifade etmekte ve bu düşüncesini örneklendirmektedir. Örneklerden biri de Tekirdağ’da görev yapan Trakya İskân Mıntıkası Müdürü Ali Bey’in, Paşaili Gazetesi’ne verdiği bir mülakattır. Buna göre, mübadiller tarım aletlerini tedarik edinceye kadar arazilerini ekebilmeleri için Tekirdağ halkı imece usulü tarım yapmaya söz vermiş, İnecik Nahiyesi 30, Barbaros Nahiyesi 580, Gündüzlü Nahiyesi 220, Hayrabolu Kazası 13, Kırklareli’nin Bedre Köyü 1.170, Babaeski 500 dönüm yer hazırlamıştır.281

Edirne Merkez İlçe’ye mübadiller iskân edilirken Serez’den gelen zengin göçmenler Kaleiçi, Yıldırım ve Kıyık’a yerleştirilmiş, ticaret ile uğraşan ya da esnaf olanlara fırın, dükkan, han, otel, yağhane, değirmen ve çömlekhane gibi gayrimenkuller verilmiş, daha çok tarımla uğraşan Karacaova göçmenleri ise Kıyık, Yelliburgaz, Yıldırım ve Kirişhane’ye iskân edilmişlerdir. Güngör Mazlum’um belirttiğine göre Drama, Serez ve Gevgili bölgesinden gelip Edirne’ye yerleşen mübadiller Türkçe konuşabiliyorken, Makedonya Bölgesi’nden gelen Karacaovalıların büyük çoğunluğu Türkçe bilmiyordu. Bu nedenle Karacaovalıların kenar mahallelere yerleştirilmiş olmaları da topluma intibak etmelerini daha da zorlaştırmıştır. Türkçe bilen göçmenlerin sosyal ve ekonomik hayata adapte olmaları daha kolay olurken, Türkçe bilmeyen mübadiller bu süreci daha sıkıntılı atlatmıştır. Muhacirliğin yanı sıra bir de Türkçe konuşmuyor olmaları yerli halk ile kaynaşmalarını zorlaştırmış, hatta bu kişilerin dışlanmalarına neden olmuştur.282 Muhtemelen bu mübadiller evlenmek için de tercih yaparken dil konusuna dikkat etmişlerdir. Çünkü aksi durumda hayatları daha da zorlaşmıştır. Örnek vermek gerekirse, mülakat yaptığımız mübadil çocuklarından biri evlerinde

280 Fahriye Emgili, “Türk-Yunan Nüfus Mübadelesinin Mersin’in Sosyo-Ekonomik Yapısına

Etkileri”, Tarih İçinde Mersin Kolokyumu II, Mersin, 2005, s. 138.

281 Aytaç Özkan, a.g.e., s. 136.

çocukluğunda hiç Türkçe bilen birinin olmadığını, ağabeyinin eşinin de mübadele göçmeni olmasına rağmen farklı bir dil konuştuğunu, bu nedenle de vefatına kadar Türkçe’yi ancak derdini anlatabilecek kadar bilen kayınvalidesi ile iletişim kurmak için yengesinin, eşinin ailesinin konuştuğu dili de öğrenmek zorunda kaldığını anlatmıştır.283 Ayrıca Türkçe bilmeyen mübadil ailelerin çocukları da Türkçeyi iyi bir şekilde ancak okulda öğrenebilmişlerdir.

Erol Yaş, Edirne ve Edirne’ye bağlı köylerde yaptığı saha çalışmasında göçmenlerin kendilerini geldikleri yerlere göre adlandırdığını, örneğin Karacaova’dan gelenlerin kendilerini “Karacuvalı”, Kırcaali’den gelenlerin “Kırcalili”, Bulgaristan’ın bazı yerlerinden gelenlerin “Pomak”, bazı yerlerinden gelenlerin “Dağlı”, Romanya’dan gelenlere ise muhacir denildiğini belirtmiştir.284 Edirne’de göçmen ve göçmen çocukları ya da mübadil çocuk ya da torunları ile yaptığımız çalışmalarda buna benzer bir durum tespit ettik. Mübadiller kendilerini çoğunlukla “mübadil” olarak değil, geldikleri yerlere göre adlandırmaktadırlar. Örneğin, Karacaovalılar kendilerini Karacaovalı, konuştukları dili “Karacaovaca”, Nudya göçmenleri kendilerini “Nidyan”, konuştukları dili “Nidyanca”, Bezova’dan gelenler “Bizofka” konuştukları dili “Bizofkaca” olarak adlandırırken, Bulgaristan ve Yunanistan’ın bazı köylerinden gelenlere Pomak, Romanya’dan gelenlere göçmen, Yugoslavya ve Bulgaristan’dan gelenlere ise çoğu zaman “muhacir” denildiğini tespit ettik.

Trakya’ya yerleşen mübadiller arasında özellikle Kuzey Yunanistan’dan gelenlerin Pomakça, Makedonca ve Ulahca konuşuyor olması, mübadele sonrasında başta Bulgaristan’dan gelen göçmenler olmak üzere Pomakça konuşanların yaygınlaşması ve bunlara Boşnakça, Arnavutça konuşanların eklenmesi ile bölgede dil açısından oldukça çeşitlilik ortaya çıkmıştır. 1927 nüfus istatistiklerine göre Edirne nüfusunun % 95.48’i Müslüman olmasına rağmen Türkçe konuşan nüfusun oranı % 93.22’dir. Aynı istatistiklere göre Kırklareli nüfusunun % 98.78’i Müslümanken, nüfusun % 96.06’sının ana dili Türkçe’dir. Tekirdağ’da ise nüfusun % 98.67’si Müslüman olmasına rağmen % 96.72’sinin ana dili Türkçe’dir. Bu da demek oluyor ki 1927 itibari

283 Emine Kutlucuk ile yapılan görüşme. Görüşme Tarihi 5 Kasım 2019, Görüşme Yeri: Edirne,

Naciye Yıldırım ile yapılan görüşme. Görüşme Tarihi: 15 Kasım 2019, Görüşme Yeri: Edirne.

284 Erol Yaş, Edirne Ağzı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

100

ile Edirne’de nüfusun % 2.26’sı, Kırklareli’de % 2.72’si ve Tekirdağ’da da % 1.95’i Müslüman olmasına rağmen ana dili Türkçe değildir.285

Ancak bu dil çeşitliliği milliyetçilik duygularının oldukça derin bir şekilde hissedildiği iki dünya savaşı arası bu dönemde “kültürel bir mozaik” olarak algılanmamış, gerek bölge halkı, gerek karar verici idareciler tarafından düzeltilmesi gereken bir sorun