• Sonuç bulunamadı

Toplumsal Gerçekliğin İnşası

3.2. Gerçek ve Gerçeklik Kavramları

3.2.4. Toplumsal Gerçekliğin İnşası

Toplumsal gerçeklik, toplumsal dinamikler çerçevesinde ele alınan ve toplumsal bağlam içinde değer kazanmış kavramlarla belirtilen gerçeklik olarak tanımlanmaktadır (Büyükkantarcıoğlu, 2006: 19-20). Toplumsal gerçeklik, üretilen/iletilen, anlamı kitle iletişim sistemleri içinde ve aracılığıyla oluşturulan bir kavramdır (McCarthy, 2002: 45).

Gerçekliğin toplumsal inşası, gerçekliğin toplumsal yapı ve mekanizmalar içinde ve onlar aracılığıyla bilinmesi, anlamlandırılması ve iletilmesi sürecidir. “İçinde yaşadığımız ve kendimizi yönlendirdiğimiz gerçeklikler, gelişimin her evresinde toplumsallaştırılmış bir bilinç içeren ve üretken bir sürecin parçasıdır” (McCarthy, 2002: 46). Toplumsal gerçeklikler, sosyalleşme süreciyle insanlara gündelik yaşamda hazır olarak sunulan formlar ile aktarılırlar. Günümüz insanı olgulara bakarak bu

olguların anlamlarını kavramaya çalışmakta; inanabileceği, kendisini anlamakta yararlanabileceği bir tablo görmek istemektedir. İnsanların bu anlam arayış çabaları sorunsal bir süreci beraberinde getirmektedir; çünkü insanların bu anlam arayışında başvurdukları kaynaklar, gerçekliği kendi gerçeklikleriyle tasvir etmektedir. Bu da insanların yaşadıkları toplumun gerçekliğine uzak olmalarına neden olmaktadır (Mills, 2007: 35-36).

Toplumsal gerçekliğin insanlar arasındaki uzlaşımlara dayalı temsil sistemleri sayesinde var olabileceğini ifade eden Searle, bir gerçekliğin toplumsal olarak kabul görmesini işlev yüklemeyle olanaklı görür. Böylelikle bir nesne veya olgu, gözlemciye ya da işlevi yüklenen faillere bağlı olarak var olur. Searle, bu konuda şu örneği verir: “Kalbin işlevinin kanı pompalamak olduğunu söyleyebilmemizin tek sebebi, hayatın ve hayatta kalmayı sürdürmenin değerli olduğunu tartışmasız doğru kabul etmemizdir” (Searle, 2005: 16, 139). Her zaman gerçek ile gerçeğin temsili söz konusudur. Anlam, gerçeğin belirli bir zihindeki temsilidir. Bu temsilden bağımsız olarak her zaman bir dış gerçeklik de mevcuttur (Searle, 2005: 190).

Searle’in aksine toplumsal gerçekliğin temsilinin olamayacağını belirten Baudrillard, düşüncelerini “simülasyon” kavramıyla açıklamaktadır. Baudrillard, simülasyon (hipergerçek) kavramını “bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesi” olarak tanımlamaktadır. Baudrillard’a göre mutlak bir gerçeklikten söz edebilmek çok güçtür. Çünkü ortada gerçek diye bir şey kalmamıştır. Gerçek, insanların ulaşabileceği bir kavram olmaktan çıkmıştır. İnsanlar artık gerçeğin simüle edilmiş modellerine ulaşabilmektedir (Baudrillard, 2005: 14, 41).

Baudrillard gibi gerçekliğin zamanla bireyden kopuk bir hal aldığını ifade eden Berger ve Luckmann, toplumsal gerçekliğin başlangıçta insanlar tarafından yaratıldığını fakat zamanla bireyden kopuk bir hal aldığını belirtmektedir. Berger ve Luckmann’a göre gerçekliğin yerini bireyden bağımsız olan nesnel gerçeklikler almıştır. Nesnel gerçeklikler arasında kendini “par excellence” (en üstün) gerçeklik olarak sunan bir gündelik hayat gerçekliği vardır. Gündelik hayat gerçekliği, bireye ulaşmadan önce nesneler düzeni tarafından oluşturulmuş gibi görünür. İnsanlar

kendisinden kopuk bu nesnel gerçekliği anlamlandırmayla beraber kendi öznel gerçekliğini oluşturma çabası içerisine girmektedirler (2008: 34-37).

Gerçekliğin imgeden, yanılsamadan ya da simülasyondan ibaret olduğunu belirten Baudrillard’a göre günümüzde gerçekliğin kopyaları olan modeller, temsil ettiği varsayılan gerçeklikten daha gerçektir. Simülasyon, yeniden üretilmiş, kökeni ya da gerçekliği olmayan gerçeğin modelidir (Baudrillard, 2005: 15). Simülasyonu “gerçek ile sahte” ve “gerçek ile düşsel” arasındaki farkı yok etmeye çalışan bir model olarak anlamlandıran Baudrillard’a göre simülasyonun en belirgin özelliği, en önemsiz olguları bile kapsayan gerçeğin yerini almış modellerden oluşmasıdır. Modeller aracılığıyla olgulara ulaşılmaktadır. Simülasyon ilkesinin belirlediği günümüz dünyasında gerçek, modelin kopyasından başka bir şey olamamaktadır (Baudrillard, 2005: 16, 36, 170). Dolayısıyla gerçeklik, deneyimlediğimiz biçimiyle hep sanal olmuştur, çünkü her zaman pratiği, doğru tanımı kaçıran bir anlamla çevreleyen sembollerle algılanır (Castells, 2005: 497).

Baudrillard, toplumsal gerçekliği simülasyon kavramıyla analiz ederken Berger ve Luckmann ise toplumsal gerçekliği nesnel gerçeklik ve öznel gerçeklik olmak üzere ikili bir sınıflandırmayla incelemektedir.

Berger ve Luckmann’a göre nesnel gerçeklik, “kurumlaşma” ve “meşrulaştırma” süreçlerinden oluşmaktadır. Kurumsallaşma sürecinde insanlar, toplum içindeki bireylerle karşılıklı ilişkiler kurmaktadır. Bu süreçte insanın benlik algısı oluşmaktadır. İnsanlar, tüm eylemleri ve davranış pratiklerini kavramakla beraber bir sonraki kuşağa aktarmaktadır. Kurumsal bir dünya, nesnelliği üretilmiş, inşa edilmiş nesnel bir gerçeklik üzerine kuruludur (2008: 76, 91). Meşrulaştırma süreci ise kurumsal dünyanın nesnelleştirilmesi ve insanlar açısından anlamlandırılmasının sağlanmasıdır. Meşrulaştırma, nesnelleşmiş anlamlara bir gerçeklik atfederek bu düzeni haklılaştırmaktadır (2008: 135-136).

Berger ve Luckmann öznel gerçeklik sürecini, “ilk/asli sosyalleşme” ve “ikinci/tali sosyalleşme” olmak üzere iki bölümde ele almaktadır. Asli sosyalleşme, bireyin bir toplumun ya da toplumun bir kesitinin nesnel dünyasına kapsamlı ve tutarlı bir şekilde girmesi anlamına gelmektedir. Asli sosyalleşme, çocukluk döneminde

başlayan ve bireyi toplumun bir üyesi haline getiren sosyalleşme sürecidir. Birey bu süreçte, etkileşime girdiği toplumsal yapı içinde gerçeklik bilgilerini içselleştirmektedir. Birey, toplumun dilini öğrenir, iletişim kurar ve eylemlerini toplumdan öğrendikleri doğrultusunda düzenler (2008: 191-193). İkinci/tali sosyalleşme ise zaten sosyalleşmiş olan bireyi, kendi toplumunun nesnel dünyasındaki yeni kısımlara sokan süreçtir. Birey, bu süreçte “kurumsal ya da kurum-temelli alt dünyaları” içselleştirilmektedir. Tali sosyalleşme süreci, kurumsal yapıların bireysel deneyimlere girdiği dönemdir (2008: 202-204).

Berger ve Luckmann’ın ortaya koyduğu toplumsal gerçeklik süreçlerini Büyükkantarcıoğlu şöyle özetlemektedir: Her insan içinde yer aldığı toplumsal gücün, toplumsal ideolojinin ve pratiklerin etkisiyle biçimlendirdiği düşünme tarzı ile kendi gerçekliğini yaşar. Bu gerçeklikte insan kendisini yaratırken öznel olarak oluşturduğu gerçekliği toplumun sunduğu nesnel gerçeklik ile sınırlandırmak zorunda kalmaktadır. Çünkü yarattığı gerçeklik; benimsemiş olduğu öznel değerler sisteminde kişilerin, kimliklerin, amaçların, eylemlerin ve olguların tanımıyla sınırlıdır (2006: 129).

Toplumsal gerçekliğin inşası sürecine haber çerçevelemesiyle odaklanan Tuchman, haberin toplumsal gerçekliği inşa ettiğini ve haber yazma faaliyetinin günlük yaşamın belirleyiciliği altında olduğunu ifade etmektedir. Haber, toplumsal yapıdaki kurum ve pratikleri yeniden inşa etmektedir (1978: 108, 340; Akt: Dursun, 2014: 40-41). Haber kuruluşlarının kaygı ve beklentilerinin haberi şekillendirdiğini belirten Dursun’a göre haber kuruluşlarının işleyiş özellikleri, haber çerçevelerinin oluşumunu belirlemekte; uzlaşıyla oluşturulan bu çerçeveler ise toplumsal anlamın dolaşımını sınırlandırmakta ve sınırlandırılmış anlamlar toplumsal gerçekliğin inşasına yol açmaktadır. Haber ve haberciliğe dair bir toplumsal yapının oluşturulmasına neden olan bu süreç, toplumsal gerçekliği inşa eden bilgi türünü kapsamaktadır. Anlamın ve toplumsal gerçekliğin inşası, belirli temsillerin üretimi ve bu temsiller boyunca belirli türden öznelliklerin inşasıyla içsel olarak bağlantılı görülmektedir (Dursun, 2014: 43, 49).

Toplumsal gerçeklik kavramını güç ilişkileri çerçevesinde ele alan Cangızbay, toplumsal gerçekliğin, toplumsal grup ve sınıflar arasındaki güç dengelerinin bir

yansıması olarak dikkate alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Toplumsal gerçekliğin hangi boyutu ele alınırsa alınsın toplumsal grup ve sınıflar arasındaki güç mücadelesi devreye sokulmazsa insan gücü pasif bir konumda kalacak ve toplumsal gerçekliğin kurulmasında ya da yıkılmasında etkisiz olacaktır (2008: 161,196). Bu da toplumda belirleyicilik gücünü elinde bulunduran egemen yapıların toplumsal gerçekliği, kendi istikrarları ve kendi devamlılıklarını sağlamak için kullanmalarına neden olacaktır. Toplumsal gerçeklik, tüm sınıf ve gruplara eşit mesafede durması gerekirken egemen konumda olanların tekelindeki bir güç olacak ve toplumun geri kalanı oluşturulan bu gerçekliği yaşamak zorunda kalacaktır (Bottomore, 2000: 325).

Medya gerçekliği ve toplumsal gerçeklik her ne kadar örtüşmese de iki gerçeklik türü için de kurgulanan, belirli kurumların ve aktörlerin etkisinde oluşturulan gerçeklikler olduklarını söylemek mümkündür. Araştırmada uygulanacak yöntem ve uygulama kısmına geçmeden önce araştırma kapsamında okur yorum analizleri için seçilen “Gezi Parkı” eylemleri hakkında bilgi vermek örnek olayın hangi nedenlerden dolayı seçildiği sorusunu cevaplaması açısından önemlidir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GEZİ PARKI EYLEMLERİ

Türkiye açısından başlangıçta bir çevre hareketi olarak başlayan “Gezi Parkı” eylemleri, sonraki süreçte mevcut politikalara karşı geniş çapta muhalefet eylemlerine dönüşmüştür. Türkiye’de pek çok alanı doğrudan ve dolaylı etkileyen eylemler, Gezi Parkı’na yapılması planlanan Topçu Kışlası Projesi’nin yasal mevkilerce durdurulması ile durulmaya başlamıştır. Bu bölümde “Gezi Parkı” eylemleri toplumsal dinamikler çerçevesinde ele alınmış ve yeni medyanın üslendiği alternatif medya konumunu ortaya koymak amacıyla eylemler internet gazeteleri üzerinden değerlendirilmiştir.

4.1. Bir Toplumsal Hareket Olarak Gezi Parkı Eylemleri

Gezi Parkı eylemleri, 27 Mayıs 2013’te17 Topçu Kışlası ve AVM inşa etmek

amacıyla iş makinalarının Gezi Parkı’na girmesi üzerine parkı savunmak için bir araya gelen çevreci ve kent planlamacı küçük bir grup direnişiyle başlayan ve ülke geneline yayınlan direniş hareketi olarak ele alınmaktadır (Gürkan, 2013: 117; Atacan, 2014: 61). Sönmez, Gezi Parkı eylemlerini kentteki kamusal haklarına sahip çıkmak için verilen bireysel, örgütsel bir mücadele olarak tanımlamakta ve her sınıftan ve dinden insanları birleştiren bir özgürlük mücadelesi olarak konumlandırmaktadır (2013: 49).

Gezi Parkı eylemlerini fenomen ve anayasal hakların kullanıldığı bir sivil itaatsizlik eylemi olarak değerlendiren Özkoray’a göre eylemleri tanımlamak için “ayaklanma, direniş, isyan, başkaldırı, devrim” kelimeleri kullanılabilir (2013: 145). Tarihe “Gezi, Taksim, Haziran” direnişi diye geçen isyan günlerinde her sokak, her meydan, her mahalle, her şehir bir muhalefet mekânı olarak konumlanmıştır (Pekdemir, 2013: 42). Böylece çıkarları kentte yaşamak olan, kentin ortak alanlarına girişinin gitgide imkânsızlaştığı düşüncesinde olan bir kitle, farklı ama birbirini tekrar eden organizasyonlar aracılığıyla kentsel mekân (Gezi Parkı’nda) üzerinde söz sahibi olmuştur (Gülhan, 2014: 51).

17 Gezi Parkı eylemlerinin başlangıcı 27 Mayıs 2013 olarak alınsa da Gülhan’a göre Taksim

Dayanışma Platformu’nun 4 Şubat 2012’deki ilk basın açıklaması, Taksim Dayanışması’nın sol sosyalist partiler, siyasi hareketler ve parlamentodaki siyasi partilerin desteğini almaya başladığı an da eylemlerin başlangıcı olarak kabul edilebilir (2014: 18).

Gezi Parkı eylemlerinde “yeni” olan farklı eylemci profillerinin belirli bir türden birleşimdir (Öğütle, 2014: 141). Bu birleşim, hiyerarşi içeren bir birlik değil, toplumsal barış içinde eşitliğin olduğu bir birliktir (Çobanoğlu, 2014: 315). Gezi Parkı eylemlerinin önemi yeniliğinde, yeni olan şey de eylemlerin niteliğinde yatmaktadır. Eylemler, biçim ve içerik bakımından oldukça farklı, öngörülmeyen ve beklenmedik tarzda şekillenmiştir (Şen, 2014: 224). Gezi Parkı direnişinde söz konusu olan alışıla gelenden farklı olarak biçim ve içeriklerdir. Bu bakımdan nicelik değil nitelik ön plana çıkarılmalıdır. Nitekim eylemlerdeki oluş bir nicelik kategorisi olarak görüldüğünde her zamanki itirazlardan, eylemlerden biri sayılabilecektir. Direnişin 81 ilin 79’unda gerçekleştiği ve yaklaşık 2,5 milyon insanın eylemlere katıldığı, 7 kişinin yaşamını yitirdiği, 7 binden fazla insanın yaralandığı dikkate alınırsa nicelik olarak da son derece önemli olduğu ortadır (Başkaya, 2013: 66).

Gezi Parkı eylemlerini “toplumsal bağ” çerçevesinde ele alan Doğuç’a göre toplumsal bağ, benzerlerinden kopuk ve ayrı düşmüş bireylerin kamu otoritesi ve diğer kurumsal ve ekonomik yapılar karşısında tek başınalıklarından ileri gelen güçsüzlüklerinin yerine toplum içinde kendini gerçekleştirme ve bir arada hayatı şekillendirebilme imkânı vermektedir (2014: 159). Gezi Parkı’nda kendiliğinden oluşan örgütlenmede hegemonyacı değil, kendiliğinden çoğul bir özgürlükçü örgütlenme tarzı oluşmuştur. Gönüllü örgütlenmelerle çöpler toplanmış, gönüllü sağlıkçılarla revirler kurulmuş, halkın ve esnafın desteğiyle parayı ortadan kaldıran kantinler ve yiyecek merkezleri oluşturulmuş, yine paranın ortadan kalktığı kütüphaneler kurulmuş, kitap takasları yapılmış, kimsenin dışlanmadığı ama kimsenin hegemonyasının da mümkün olmadığı bir toplumun küçük modeli, Gezi Parkı’nda oluşturulmuştur (Zileli, 2013: 59). Gezi Parkı, organik bostanı, çocuk yuvası, akademisi, sanatsal gösteriler için sahnesi, içerden yayın yapan medyası, çadır gruplarına yakıştırılan site isimleri ve çadır aralarına verilen sokak isimleriyle inşa edilen bir “kent prototipi” haline gelmiştir (Sancar, 2013: 52). Gezi Parkı’nda alternatif enerji kaynaklarıyla yeni bir yaşam örgütlenmiştir (Çolak, 2014: 368). Gezi Parkı’nda 19 gün boyunca devlet otoritesinin neredeyse tamamen silindiği, güvenlik, sağlık, barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçların ortaklaşa ve dayanışma yoluyla giderildiği bir “karşıt kamusal alan” deneyimi yaşanmıştır (Çolak, 2014: 357).

Gezi Parkı eylemleri, başta politik alanda olmak üzere ekonomide ve gündelik yaşamda da kendini göstermiştir. Hükümet karşıtlığına dönüşen eylemler, iktidarın yanında ve karşısında olanlar şeklinde kutuplar yaratmıştır. Politik olarak eylemlerin karşısında veya yanında olma zorunluluğunun ortaya çıktığı bir atmosfer oluşmuştur (Şen, 2014: 221-222). Gezi Parkı eylemlerinin dar ve geniş olmak üzere iki anlamda değerlendirilmesi gerektiğini belirten Yayla’ya göre, eylemler dar anlamda “reaksiyon” geniş anlamda ise “aksiyon” oluşturma sürecini kapsamaktadır. Başlangıçta çevre hareketi olarak başlayan ve polislerin eylemcilere yönelik sert müdahalelerine tepki vermek amacıyla Taksim Meydanı’nda toplanan eylemciler eylemlerin dar anlamı oluşturmuştur. Planlanmış ideolojik uzantıları içermekle beraber eylemlerin Türkiye geneline yayılması ise eylemlerin geniş anlamını oluşturmuştur (2013:141-143).

Toplumsal hareketlerin kendi zamansal kurgusunu ve zamana bağlı teoremini birlikte oluşturduğunu belirten Güvenç’e göre Gezi Parkı eylemleri, iki eğilimle değerlendirilmelidir. Birincisi Gezi için bir bağlam tayin edip o bağlama bir zaman tayin etmek; ikincisi de Gezi’yi geçmişteki toplumsal hareketlerin ardılı olarak yerleştirmektedir (2014: 87).

Birinci eğilimde eyleme katılanlar üzerinden bir değerlendirme söz konusudur. Eyleme katılanlar üzerinden yapılan çözümlemelerde eylemler, gençlerin kendi kaderlerini ellerine alma girişimi olarak ele alınmakta ve gençler ön plana çıkarılmaktadır (Çolak, 2014: 357). Direnişin patentinin “Y Kuşağı”18 ya da “90

Kuşağı” diye anılan, anti-politik veya politik, orta sınıftan, şimdiye kadar hiçbir örgütte yer almamış üstelik bunu reddetmiş, hiçbir eyleme katılmamış, vaktini bilgisayar başında geçirirken dünya meseleleriyle hiç ilgisi yokmuş gibi görünen gençlere (Sancar, 2013: 50; İnal, 2013: 19) ait olduğu şeklinde görüşler vardır.

Gezi Parkı eylemlerine katılanları gençlikten (Y Kuşağı) ziyade sol-sosyalist kadrolarla ilişkilendiren Sönmez’e göre ise sol-sosyalist aktivistler kitleleri harekete

18 Y Kuşağı, Y harfini, ingilizce niçin anlamına gelen “Why” kelimesinden almaktadır. Bu

tanımlamaya göre 80 ve sonrası doğumlular “Niçin?” diye soran insanlardan oluşuyor. Bütün farklılıklara rağmen onları ortak kılan özelliklerinin bu olduğu iddia edilmektedir (Demirer, 2013: 105).

geçirerek mevcut rejime tepkisini göstermek isteyenlerin oluşturduğu bir hareket oluşturmuşlardır. Dolayısıyla eylemlerde gençler değil sol-sosyalistler ön plana çıkarılmalıdır (2013: 32). Gezi Parkı eylemlerinde merkezi yerlerde mesleki statüye sahip, gelir düzeyi iyi, aydınlanmış kesimler olsa da merkezden çevreye doğru gittikçe profilin çeşitlendiği, değişik toplumsal katmanların yer aldığı görülmektedir19

(Gürkan, 2013: 125). Eyleme katılanlar arasında işçi sınıfına ayrı bir parantez açan Skordoulis, Gezi Parkı eylemlerinde örgütlü işçi sınıfının harekete geçmede ve harekete önderlik etmede başarısız olduğunu ve DİSK ve KESK hariç işçi sınıfının eylemlerde yer aldığını söylemenin mümkün olmadığını ifade etmektedir (2013: 328). İkinci eğilimde ise Gezi Parkı eylemleri, Fransız Devrimiyle başlayan eylemlerin bir parçası haline getirilmektedir. Eylemlere katılanların çeşitliliği ve katılımının fazlalığı referans verilerek eylemler Tahrir’e benzetilmektedir. Eylemler20, Arap

Baharının Türkiye uzantısı olarak kodlanmaktadır. (2014: 87-88). Diğer bir deyişle Emek sineması, Taksim Gezi Parkı gibi kent mekânını korumaya yönelik direnişler, Tunus, Mısır, Libya gibi yakın coğrafyalarda yaşanan tarihsel gelişmeler, Amerika ve Avrupa’daki “Occupy” hareketleri ön plana çıkarılmaktadır (Fırat, 2014: 8).

Gezi Parkı eylemleri, “politik ve kültürel dili” bir daha geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde değiştirmiştir. Gezi Parkı, farklı kuşakların kendi politik kültürel deneyimlerine karşı duruş sergiledikleri bir alan olmuştur (Çavdar, 2015: 271; Durakbaşa, 2014: 197). Gaz ve suya karşı duran Kırmızılı ve Siyahlı Kadın, TOMA’ların yürüdüğü istiklal Caddesi’nde polise karşı gitar çalan adam, duran adam, polise kitap okuyan adam eylemlere yapılan müdahalelere karşı eylemcilerin ortaya

19 Eylemlere katılanlar ağırlıklı olarak genç kadın ve erkekler, kent yoksulları; ücretli işçi ve

emekçiler, küçük esnaf, işsizler, ev kadınları, başörtülü, başı açık kadınlar; emeklisinden çalışanına her yaş kuşağından insanlar, liselisinden üniversitelisine öğrenciler, ulusalcı, liberal, sosyalist, sosyal demokrat, Kemalist, anarşist, ateist, Müslüman, Alevi vb. farklı felsefi, siyasal görüş ve inançlara sahip kesimler olmuştur (Gürkan, 2013: 125).

20 Eylemlerin nedenlerini üç kategoride özetleyen Atilla Yayla’ya göre, Gezi eylemcileriyle işgale ve

eylemlere destek verenler ayaklanmanın ilk sebebi olarak, hükümetin Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın yeniden inşa etmek istemesini gösteriyor. Bunun çevreye zarar vereceğini, ağaçların yok edilmesi ve parkın halkın elinden alınması anlamına geleceğini iddia ediyor. İkinci sebep olaraksa Başbakan’ın icraatlarını “ben istediğimi yaparım havasında” gerçekleştirdiğini, tepkileri dikkate almadığını söylüyor. Üçüncü olarak hükümetin özellikle Başbakan’ın toplumdaki farklı kesimlerin hayat tarzlarına müdahale ettiğini ifade ediyor (2013: 148).

koyduğu eylem biçimleri ve söylemler olmuştur (Çeğin ve Özcan, 2014: 154). Başbakan’ın eylemciler için kullandığı “çapulcu” kelimesi de siyaset literatüründeki yerini almıştır (Çolak, 2014: 360). Eylemciler açısından çapulcu kelimesi yeni bir anlamlandırma sürecine dâhil edilmiştir. “Every day, I am çapuling” sloganıyla kendini gösteren yeni “çapulcu” terimi, eylemcilerin kendilerini ifade etmek, bir hareket oluşturmak ve bir hassasiyet üretmek için yarattıkları istikrarlı bir akışa sahip bir dilin ürünü olmuştur. (Pearce, 2014: 316-317). Bu adlandırma halk hareketinin adını koymakla kalmamış, eylemin öznesi olan heterojen kalabalığı birleştirmiştir. Çapulcu bir tanım olarak değil bir eylem olarak ele alınmıştır (Çolak, 2014: 360).

Direniş sırasında üretilen bir başka örnek ise ana akım medyanın güvenilmezliğini anlatan penguen imgesidir. CNN Türk’ün eylemler yerine penguen belgeseli yayınlaması büyük tepki yaratmıştır. Fakat bu kez çaresiz ve hedefsiz izleyici yerini bir muhalefet aracına dönüşmüş ironik imge üretme pratiğine bırakmıştır (Çolak, 2014: 365).

Gezi Parkı eylemlerinde medyanın özellikle yeni medyanın rolü yaşamsaldır (Ataman ve Çoban, 2015: 93). Yeni iletişim teknolojileri, Gezi Parkı eylemleri sürecinde alternatif medyanın hem iletişim platformu hem de örgütleyici bir güç olmasını sağlamıştır. Eylemlere katılanlar ve/veya destekleyenler bu süreçte yeni iletişim teknolojileri sayesinde demokrasiyi temsil yerine doğrudan katılımı mümkün görerek kendi iletişim ağlarını ve medyalarını kurmuşlardır. Ortak amaçlar çerçevesinde örgütlenen insanlar, toplum içinde gerçek anlamda demokratik, özgürlükçü, yenilikçi ve yaratıcı bir kültürün zeminini oluşturmuşlardır (Yüksek, 2015: 53).

Geleneksel medyanın eylemleri görmezden gelmesi, Twitter başta olmak üzere sosyal medyanın Gezi Parkı eylemleri boyunca alternatif bir kitlesel iletişim aracı haline gelmesini sağlamıştır. İnsanlar belirli hashtagler aracılığıyla kendi tepkilerini, görüşlerini veya yardım çağrılarını birçok kişiye ulaştırabilmiş bununla birlikte kendi içerikleri olmasa da başka kullanıcıların içeriklerini paylaşarak dolaşıma sokmuştur (Sargın, 2015: 253). 2013 Mayıs ayında Türkiye’de bulunan toplam 11 milyon Twitter kullanıcısının oranı 31 Mayıs-12 Haziran 2013 tarihleri arasında “#occupygezi ile 3,8 milyon, #direnankara ile 2,2 milyon olmak üzere atılan tweetle (toplamda 20 milyon

tweet) tarihte ilk defa bir isyan sırasında ulaşılan rekor sayısı olmuştur (İnal, 2013: 35).

Gezi Parkı eylemleri üzerine yapılan çalışmalarda eylemlerin ve eylemlerin her aşamasının ikili bir anlamlandırma süreciyle ele alındığı ve bu anlamlandırma sürecinin yazarın bakış açısına göre şekillendiği görülmektedir. Eylemleri destekleyenler, mevcut iktidarı eleştirirken eylemleri eleştirenler ise mevcut iktidara destek vermektedirler. İkili anlamlandırma sürecinin dışında tutulabilecek konulardan biri yeni medyanın eylemler sürecindeki rolüdür. Yeni medya, eylemler sürecinde geleneksel medya karşısında alternatif medya rolü üstlenmiş ve eylemlerin görünür kılınmasında önemli bir araç ve alan olarak kullanılmıştır. Yeni medyanın üstlendiği alternatif medya rolünü görünür kılmak amacıyla Gezi Parkı eylemleri, internet gazeteleri kullanılarak farklı başlıklarla ele alınmıştır.