• Sonuç bulunamadı

Toplumsal Bilimlerden Toplumlar Bilimine

1. BÖLÜM

2.7.1. Toplumsal Bilimlerden Toplumlar Bilimine

GeçiĢ Süreci

Toplumsal bilimlerin gereksinmelerin çeĢitliliği ile orantılı geliĢmesi, bilimi de tekleĢmenin özerkliği içinde toplumların bilimi olmaya doğru götürmektedir. Zor- layan koĢulların temelinde ise ekonomik politikaların, toplumsal politikalar ve toplumsal sorumluluk ilkesiyle bağdaĢtırılması gelmektedir. AraĢtırmanın çalıĢma bulgularından çıkarsaması yapılan bu yeni akıma toplumsal bilinç biçimleri de eĢlik edecektir.

Bilim insanlarına birlik içinde davranmaları ve örgütlenmeleri uyarısında bulu- nan Bernal (1932), bilimin baskılanma nedenini anamalcı egemen güçlerin politik

öğretisine bağlamaktadır:

“… Bu süreç elbette basit ve kolay değildir; çok büyük mücadeleler ve çelişme- lerle doludur; çünkü bilim ideolojisinin bütünü, bilim teorisinde zımnî olarak var olan ideoloji kapitalizmin ideolojisinden türetilmiştir…” (Bernal: 50.).

Bilimin yalnızca doğayı ve insanı ya da toplumu inceleyen bir araĢtırma alanı olmadığı, çeĢitlenen bilim dalları ile birlikte; deneysel çalıĢmaların gereklerinden biri olan kuramsallığa ulaĢmada, yöntemleri de kapsadığı görülmüĢtür. Tarihsel sürecin içinde geliĢtirilen uygulamalı araĢtırma ve kuramsal araĢtırma teknikleri, bilim ile dolaylı bağı olan sistemsel bir bütünlük içermektedir. Toplumlar tarihin- de gereksinmelere yönelik etkinliklerin ve nüfusun çoğalmasına bağlı olarak top- lumsal iĢbölümünün baĢlaması, insanın kol emeği ile kafa emeğinin de ayrılması sonucunu getirmiĢtir. Bilimsel çalıĢmaları kendilerine iĢ edinerek toplumsal grup oluĢturan düĢünce emekçileri, kendine bağlı dalları ile kapsamı geniĢleyen bilimi; bilme etkinliği temelinde ve bu duruma uygun biçimde özgül kavramlardan biri olarak ortaya çıkarmıĢlardır. Dünyada bilimin ön gereklerinin oluĢtuğu doğu ülke- leri; Mısır ile Babil’den, Hindistan ve Çin’e kadar uzanmakta olan bir bölgede dir. Deneysellikten biriktirilen astronomi ve matematik gibi doğadaki sağın bilgilerin, törebilim ile mantıkta sindirilen toplum bilgileri olarak ilk gözüktüğü yerler bu Doğu ülkeleri olmuĢtur. Dünyanın doğusu sayılan ülkelerde oluĢan kalıtımsal du- rumun ileriye taĢınması ya da yansıması ise çeĢitli düĢünlerin, geliĢen tarihsellik içinde mitolojik ve dinsel geleneklere bağlı düĢünce kalıplarından ayrılarak; bilim biçiminde özümsenmiĢ kuramlar halinde, tutarlı bir sisteme dönüĢtürüldüğü Eski Yunan dönemidir. Sanayi devrimi ile Eski Yunan dönemi arasında geçen süreçte, bilimin temel toplumsal iĢlevi yalnızca açıklayıcı niteliktedir. Çünkü insanın do- ğayla birlikte öğesi olduğu dünyaya iliĢkin bilgilerini daha da geniĢletmek ve on- lardan yararlanmak isteği, toplumsal gereksinmelerin gerektirdiği bilme ediminin amacı olarak bu dönemde önem kazanmıĢtır. Açıklayıcı nitelikte bilgilerin belli bir nicel çoğunluğa ulaĢtığında patlaması sayılacak bilimsel teknik buluĢlar ise makinelerin, büyük çapta ve seri üretim aracı olarak üretilmesi demek olan sanayi devrimidir. Bilimsel bilgileri açıklayıcı niteliğinden sonra bilimin teknik yönlen-

diriliĢini sağlayan fizik ve kimyanın ilgili bölümleri bilime, doğayı toplum çıkar- larına göre değiĢtirme ile birlikte dönüĢtürme amacını yükleyerek bilimin; etkin bir biçimde etken olacağı, yeni niteliğini kazanması yolunda temel toplumsal gö- revini de belirlemiĢtir. (Bilimler Akademisi: 54.)

Ġnsanın boĢ zamanlarının artmasında bilimsel teknik devrimlerin önemli oldu- ğunu açıklayan araĢtırmacı yazarlar bu durumun, toplumsal varlık olarak bireyin toplumsal sorunlarına daha çok eğilmesini de getireceğini saptamıĢlardır:

“… Pratik üretim otomatikleştikçe, çalışması sırasında, işçinin düşünmeye daha çok ağırlık vermesi gerektiğini, sıradan olmayan yaratıcı bir yaklaşım iste- yen pek çok sorunu enine boyuna kavramak durumunda olduğunu ortaya koymuş- tur…” (PoĢatayev, 1980: 104.).

Ġnsanlığın toplumsal ilerlemesinde çağdaĢlık düzeyini de belirleyen bilim, bu tarihsel geliĢim içinde toplumsal bilinç biçimi olarak toplumların bilimi kavramı- nın olgunlaĢması aĢamasına gelmiĢtir. Bilimsel ve teknik devrimler, bilimin top- lumlar bilimi olmasında ulusal ölçekleri aĢarak; küresel/uluslararası boyutlarda, tüm dünya uluslarının bilimi olduğunun da somut bir göstergesidir.

2.7.2. Bilimsel-Teknik Devrimlerin Toplumsal Niteliği

Ve Olumsuz Yanları

Nitelik sıçraması yaptığı dönemlerde bilimin toplumlar bilimi olması da hız kazanmıĢ ve açıklayıcılık döneminden değiĢtirici dönemine geçiĢiyle birlikte top- lumsallık, bilimsel teknik devrimlerin baĢladığı yeni bir dönemin temel niteliği olmuĢtur. Toplumsal bilinç biçimlerinin içinde en geniĢ alanı kapsaması, bilimin bu toplumsal niteliğinin temel nedeni ve belirgin bir sonucu sayılmalıdır. Kapsa- dığı toplumsal alanın geniĢ olması ve teknik yönlendiriĢi ile toplumsal dönüĢüm- leri etkileyici bir etken olmasına karĢın bilim, ülkelerin geliĢme derecelerine göre yapılacak ayrı bir sıralama içinde ilk sıralarda yer alamaz:

“… Oysa insan, bilimsel-teknik devrimin ve bu devrimin toplumsal sonuçları- nın olsa olsa ancak bir nesnesi olmak şöyle dursun, tam tersine, her şeyden önce bilimin ve tekniğin yaratıcısıdır, bilimsel-teknik devrimin başı çeken gücüdür. İnsan, yalnızca bilimsel teknik devrimin asıl ölçütü değil, aynı zamanda onun asıl toplumsal içeriğidir de…” (Volkov, 1980: 18.).

Bilimde yeni bir nitelik değiĢimi, yeni sistemsel yapılanmayı da gerektirir. Bi- limsel teknik devrimin getirdiği yeniliklerin benimsenmesi, geniĢ bir çalıĢan top- luluğunu oluĢturan teknik kurul ve iĢin yönetiminde çalıĢan tüm iĢçilerin hep bir- likte; modernleĢen üretim tekniklerinin, bilimsel bilgisini kavraması ve uygulayı- cısı olmalarıyla olanaklıdır. Üretimin bilimsel teknik devrim ile otomatik duruma gelmiĢ olan kısmında çalıĢanların, bu geliĢmeyle ilgili olarak temel bilgilere eriĢ- miĢ olmaları koĢuldur. Bilimin bu durumda, dolaysız bir üretim gücü olması söz konusudur. Üretim tekniğinin yanı sıra değiĢen durumlarda, bireyin kendine özgü çok yönlü yeteneklerinin geliĢimiyle orantılı olarak anlık yaratıcı etkinlikleri dü- Ģünsel verimliliğini arttırdığından; bilimin, bu değiĢimlerin tüm özdeksel ve ruhsal koĢullarını oluĢturması da zorunludur. Modern bilim anlayıĢında, güncel teknik geliĢmelerin izlenmesi ve bilimin kendi içinde sistemleĢerek maddi üretimin art- masına öncülük etmesi; bilimin, teknik geliĢmelerin önüne geçmesi sonucunu getirmiĢtir. Toplum bilimleri ile doğa bilimlerinde yapılan tüm araĢtırmalar da toplumsal üretime hız kazandırıcı bir nitelik taĢıdığından, bilim diğer toplumsal alanlarda giderek yaygınlaĢmıĢtır. Bilimsel bilgi ile birlikte bilimsel yaklaĢımla- rın; maddi üretim, ekonomi politika, iĢ eğitimleri ve yönetimi sistemlerinde sıklık- la kullanıldıkları görülmektedir. Aynı zamanda bu durum, bilimin geliĢim hızının diğer tüm etkinliklerden daha çok olmasının da nedenidir. (Bilimler Akademisi: 55.)

BoĢ zaman kavramını değerlendiren bir diğer araĢtırmacı yazar da teknik dev- rimlerin, bireyin çıkarına düĢünsel artı-değer yaratacağını ve bu durumun insanda çok yönlü bir kültürel geliĢmeye yol açacağını belirtmektedir:

büyük maddî değerler üretmek ve insanın yaratıcı yeteneklerini geliştirmek için görülmemiş olanaklar sağlıyor…” (Golovanov, 1980: 5.).

Temel bilimlerin yanında çok çeĢitli toplum bilimlerinin geliĢmesi ile birlikte bilimsel ve teknik devrim, özellikle toplumsal üretimi etkiler. Bilimsel ve teknik devrimin toplumsal üretimin değiĢik aĢamalarını incelemesi, toplum bilimlerinin yardımıyla olmuĢtur. Toplum bilimlerinin üretim ile ilgili araĢtırma alanları üre- timin, ekonominin, emeğin bilimsel örgütlenmesi; somut toplumbilimsel araĢtır- malarda bilimsel denetim ilkeleri; toplumsal ruhbilimde sanayi estetiği; toplumsal, bilimsel, teknik süreçlerin öngörülmesi olarak sıralanmaktadır. Bilimsel ve teknik devrimin bu sıralamada görülecek olan toplumsal özü, bireyin üretimde görev yerini de belirlemektedir. Güncel tartıĢma konularından biri olan, otomatik üre- timde insanın iĢlevlerinin azalacağı öngörüsünün tersine bireyin görev yükünü arttırdığı gözlenmiĢtir. Mekanik sistemlerin teknik olarak ilerlemesi sonucu so- rumluluğu azalan bireylere, daha baĢka alanlara geçiĢ olanakları da doğmuĢtur. Yeni bir iĢbölümü sürecinde insan, iĢlerin kapsam alanı ile iĢgücünün meslekler alanında oluĢan bileĢkesinde; kültürel geliĢme ve tekniğin ilerlemesine bağlı ola- rak standart değiĢimlere uğramıĢtır. Bu değiĢimlerin olumsuz yanları da vardır:

Emeğin yüksek düzey üretken yapısından kaynaklanan bir durumda maddi üre- time dolaysız katılma payı getirisinin azalmasına karĢın, üretime dolaylı katılım payı getirisinin çoğaldığı; özellikle bilim eğitim ve tıp hizmetleri alanları oluĢtu- rulması bu olumsuz yanlardandır. Bilimsel teknik devrimlerin toplumsallığı bu aĢamada, sermayeci sistemlerin her alanda sömürgen tekelleĢme anlayıĢları gereği kesintiye uğratılmıĢ ve toplumsal özünden saptırılmıĢtır. Eski mesleklerin yok olması, yenilenen üretim tekniklerinde emek yoğunlaĢması, dolaylı üretim alanla- rından; bürokrasi, kamusal hizmetler, emniyet, reklamcılığın çoğalması, toplum- sallığı zedelemiĢ ve sınıfsal iliĢkileri daha da uzlaĢmaz bir duruma getirmiĢ- tir.(Bilimler Akademisi: 59.)

Bilimsel teknik devrimlerin olumsuz yanlarının incelenmesinde ilk önceliğin, savaĢ sanayinde olduğu gözlenmektedir:

“… İçinde bulunduğumuz çağ, teknolojik tercihlerin belirlenmesinde ordunun üstlendiği alışılmadık rolden ötürü teknoloji tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir dönem olmuştur… Teknolojinin ordunun hakimiyeti altında bulunmasını eleştiren- ler, askeri teknolojinin ekonomiyi çarpıttığını, toplumsal değerlere zarar verdiği- ni, çevreyi kirlettiğini ve yeryüzündeki hayatı tehdit ettiğini öne sürmektedirler…” (Basalla, 1996: 226-227.).

Bilimsel ve teknik devrimlerin olumsuz yanlarının belirtildiği araĢtırmalar, toplumsal bilinç biçimlerinden bilimin; toplumsal çıkarlara aykırı olarak kullanıl- dığını saptaması açısından, tez çalıĢmasının temel bulgusuna dayanan sorgulama- ya kanıtlar sunmaktadır. Anamalcı sistemin çıkmazlarında egemen güçlerin, aĢırı çıkarcı politikalarla; savaĢ ekonomisine yönelmesinin bir sonucu olarak dünyayı ve toplumları tehdit edici duruma gelmeleri, bilim insanlarınca duyumsanarak toplumsal bilince yansıtılması gereğini de ortaya çıkarmıĢtır. Önemli teknik buluĢ- lar geliĢtiren bireysel ve bilimsel çalıĢmaların, toplumsal sorumluluk ilkesine uy- madan doğal çevreye zarar vermesi ise tarihsel süreçte edinilen deneyimlerden dolayı tepkilere neden olmaktadır:

“… Ayrıca dikkat çeken hususlardan biri de şudur ki, ekosistemlerde bütün faaliyetler devam edip giderken, arkalarında en küçük bir artık, kir, pislik ve çöp bırakmamaktadırlar. Tabiatı çevre tahribinden korumak üzere bütün tedbirler alınmış, bunun için hayat faaliyetlerine bağlı olarak otomatik bir şekilde çalışan devamlı bir adaptasyon sistemi kurulmuştur. Canlı veya cansız, her varlığın bu sistem içinde bir vazifesi vardır.

Kâinat iktisat ve temizlik esası üzerine kurulmuştur. Ve yaratıldığı andan beri de bu esaslara uygun şekilde işletilmektedir. İnsana düşen vazife bu esasları ih- mal veya reddederek intizamı bozmak değil, o nizama ayak uydurmaktır…” (Mus- lu, 1984: 25-26.).

bir sonucu olan tepkisel durumlar, ayrıca bu tez çalıĢmasının inceleme ve araĢtır- ma bulgularından çıkarsamaların birisidir. Ġnsanlığın tarihinde savaĢların özdeksel ve ruhsal yıkımlarını duyumsayan bireylerin, burada bilimsel olarak dünya barıĢı- nı kurgulamaları; aynı zamanda, haksız savaĢlardan irkilmelerinin de bir sonuçla- ması sayılmalıdır.

3. BÖLÜM

TÜRKĠYE ÖZGÜLÜNDE

TOPLUMSAL BĠLĠNÇ BĠÇĠMLERĠ

Toplumsal bilinç biçimlerinin Türkiye’de yansımalarının inceleneceği bu bö- lümde, öncelikle somut koĢulların ayrıĢımı yapılmıĢ ve görünen genel duruma iliĢkin bilgiler verilmiĢtir. ÇağdaĢ etkileĢimi içinde bölgesel üretimin yapısal etki- lerine, ayrıca Türkiye’de toplumsal yaĢamı belirleyen geleneklerin etkisi de ek- lenmiĢtir. Türkiye’nin kendi ekonomik politik koĢullarının ayrıĢtırmasında, ulusal ve uluslararası etkileĢimin ülkesel boyutlu geliĢmelerinde; toplumsal bilincin önde giden biçimlerine iliĢkin, geçmiĢten yansıyan ya da aktarılan sorunları saptamak ve uygun çözümler önermek olarak gündeme getirilmiĢtir.

Toplumsal bilinç biçimlerinin Türkiye’de yansımaları, küresellikten ayrı düĢü- nülemeyeceği gibi ancak; dünya geneli ile ülkelere özel durumların, karĢılıklı iliĢ- kileri ya da etkileĢimi temelinde açıklanacak görüngüsel bir durumdur. Çünkü sürekli kültürel etkileĢim içinde olan tüm toplumların üretim sürecinde yarattıkları artı değerlerini, gereksinmeleri karĢılığında; toplumlar tarihinin her döneminde, diğer toplumların ürün ve üretim teknikleri ile değiĢtikleri gözlenen bir etkinliktir. Tarihsel sürecin göreceliği ile birlikte değiĢen bu durum toplumların, mal ve de- neyim alıĢ veriĢinin çeĢitliliğine göre; toplumsal/kültürel bilinç yansımalarının, biçimlendirilme gerekçesi de olacaktır. Bu durum, algılama ile ilgili düĢünsel sü- recin zorunlu ön koĢullarından olan yansımalarda; duyumsama ve çağrıĢımlara

katkısı ile birlikte aynı zamanda, toplumsal bilincin biçimlendirilmesine de sürdü- rülebilir bir nitelik kazandırmıĢtır:

“… Yaşayan insan bedeni sadece öykünmeyi değil, kültürel bilginin aktif bir edinimini de içeren muhtelif taklitsel süreçlerin sonucudur. Bu taklitsel süreçlerde kültür üretilir, aktarılır ve dönüştürülür…” (Wulf: 10.).

Ülkeler coğrafyasında yaĢanan tarihsel olaylarla örgülü bir olgu bütünselliği gösteren geliĢmeler uyarınca, çözüm bekleyen sorunlardan biri olarak algılanmıĢ bulgulardan olan toplumsal bilinç biçimleri; Türkiye özel koĢullarında yaĢanmıĢ, yakın tarihin örnek olaylarıyla, bu konudaki temel soruna bağlı yan sorunlar ve bulgular da üretmiĢtir.

Benzer Belgeler