• Sonuç bulunamadı

Tarihsel Süreçte DüĢünbilim Okulları

1. BÖLÜM

2.2. FELSEFE/DÜġÜNBĠLĠM

2.2.2. Tarihsel Süreçte DüĢünbilim Okulları

DüĢünbilim tarihinde okullar, bilimlerin geliĢmesine de olanak vermiĢtir. Top- luma yön veren özelliğiyle düĢünbilim, dinin ortaya çıkmasından önce ilk çağlar- da ilk biçimleriyle düĢünbilim okullarında geliĢtirilmiĢtir. DüĢünbilim tarihi, bu nedenle ayrıca bilim dalı olarak incelenmiĢ ve aĢağıda belirtildiği gibi tanımlan- mıĢtır:

“… Felsefe‟ nin kökenini ve ileriye doğru gelişmesini, bu gelişmenin yasalarını ve evrelerini ve felsefe okullarının ve eğilimlerinin mücadelelerini inceleyen bir bilim…” (Bilimler Akademisi: 167.).

Bireysel özgürlüklerin geniĢ anlamda yaĢandığı ilk dönem toplumlar tarihinde bireyler, kendilerinin yarattığı toplumsal artı değerin; birikimine katkı sağladıkları oranda, düĢünme yeteneklerini de geliĢtirmiĢlerdir:

“… Diyalektik maddeci yaklaşım, Felsefe Tarihi‟nin tek bir süreç olarak su- nulmasını, ayrı okullar ile eğilimler arasındaki zorunlu bağıntıları, felsefi sorun-

ların çözümünde ilerlemeyi açığa koymayı olanaklı kılar…” (Bilimler Akademisi: 168.).

Yüksek biyolojik ve fizyolojik örgütlenim düzeyine ulaĢan canlılar arasında evrimleĢen bir tür olarak insan, bilimleri bulgulayamadığı ilk çağlarda doğadan etkilenmiĢtir. Bu nedenle ilk yöneliĢi doğaya olmuĢ ve doğa yasalarını çözümleye- rek kendine yarayıĢlı bir duruma getirmiĢtir. Doğa düĢünbiliminin öne çıktığı bu dönemlerde kendi özünü kavrayan insan, karĢısında duran ve aynı zamanda kendi- siyle birebir örtüĢen nesneleri görmüĢtür. Nesnel yansımaların kolaylıkla duyum- sandığı ilkel dönem insanında, çağrıĢımların bilinci uyarması da bu somut iliĢkile- rin bir sonucudur. Ġnsanın bu döneme özgü sorularının temelinde doğa vardır. Çünkü fiziksel yansıma yasalarının geçerli olduğu bu dönemde insan, kendini doğadan ayıramayacak bir bilinç düzeyindendir ve doğayla iliĢkilerinde; ondan en çok yararlanmanın, doğal yıkımlardan korunmanın yöntemlerini aramaktadır. Toplumsal gereksinimlerine bulduğu çözümleri önce genel anlamda ve düĢünsel olarak geliĢtirmek, sonra ayrıntılarını araĢtırmak zorunda olan eski çağların insa- nında araĢtırma; yalnızca düĢünbilim okullarının tartıĢmalarında gerçekleĢen, fikir ve deney alıĢ veriĢleridir:

“… Felsefe İÖ 7-6.yy.‟da Anadolu‟nun o zaman Yunanistan‟a ait toprakların- da, Miletos‟da Thales‟le başladı. Thales‟in böyle bir sözcüğü kullanmadığını, tanımlamadan ilk kullananın ise Samos‟lu Pythagoras (İÖ 570-490) olduğunu biliyoruz. Sözcük bu gün ondan anladığımıza az çok yaklaşarak ya da bu günkü anlamına başlangıç olabilecek biçimde ilkin Aristoteles (İÖ 384-322) tarafından tanımlanmıştır. Aristoteles „ilk felsefe‟ den („prima philosofia‟) söz ediyor ve bunu aşağı yukarı bugün „metafizik‟ dediğimiz şeyle bir tutuyordu. Aradan geçen iki yüzyıllık zaman içinde, ne olduğu açıkça bilinip söylenmeden felsefe yapılmış olu- yor, demektir. Bu tür örneklerin de ötesinde burada felsefeyi felsefe diye tanımla- maya kalkışsak bu yeterli olmayacaktır. Çünkü felsefe tarihinde çeşitli görüş açı- larından filozofların kendi çalışma alanlarını çok ayrı tanımladıklarını görüyoruz. Bu konuda hiçbir görüş birliği yok…” ( Sözer, 1998; 21.).

Tarihsel süreç içinde düĢünbilimin okullaĢması oldukça uzun dönemlere yayı- lır. ToplumsallaĢmanın düĢünsel sonuçlarından biri olan düĢünbilim okulları, in- sanın diğer canlılardan ayrı özellikler ve yetenekler kazanması ile bölgesel geniĢ- likte etkili olmuĢlar; bölgelerinin adına, kendi adlarını ekleyen okullar kurmuĢlar- dır. Sanatta okullaĢmayı da kapsayan bu düĢünce okulları, sanatın ayrıca bir top- lumsal bilinç biçimi olmasından dolayı sanat akımları ile düĢünsel birliktelikler geliĢtirmiĢlerdir. DüĢünbilim okullarının tarihsel süreç içinde, sanat ile yakın iliĢ- kilerini sağlayan ortak kavramları türetmelerine örnek olarak “ Mimesis Kuramı” vardır:

“… Bu kavram genelde „yansıtma‟ veya „öykünme‟ olarak ele alınmaktadır. Yine bu kavramın Platon‟da, Aristo‟da ve Lukacs‟ ta ayrı bir göstergesi bulun- maktadır. Belki de ilk kez Platon, sanatı bir yansıtma, benzetme veya taklit olarak ele alıyordu. Platon‟un sanatı sadece taklit olarak görmesi, onun genel öğretisi- nin sonucuydu. Ona göre, gerçek dünya idealar dünyasıdır…” (Turgut, 1993: 5.).

Tez çalıĢmasının bulgularından derlenen bir çıkarsamada düĢünbilimin, adına uygun düĢen doğası ile tüm toplumsal bilinç biçimlerinin düĢünsel yanını oluĢtur- duğu için sanatta ve sanatçıda yaratıcılığı belirlediği de görülmüĢtür. Sanat eseri- nin düĢünsel soyut algısını kurgulamada, düĢünbilim okulları ile sanat akımlarının burada tarihsel izlerine rastlanmaktadır. Bilimsel olduğu kadar tarihsel bir gerçek- lik olarak diğer bilim insanlarının araĢtırmalarında yer alan bu durum, düĢünbili- min sanat ile iliĢkisini açıkça kanıtlamaktadır:

“… Toplumcu Gerçekçiliğe göre de sanat mimesisdir. Bunlara göre sanat, toplumu günlük hayatı yansıtmalıydı. Yalnız toplumcu gerçekçilere natüralizm dediğimiz doğallığı karıştırmamak gerekir. Doğalcılıkta sanatçı, evreni ve olayla- rı olduğu gibi doğal bir şekilde yansıtmaya çalışır. Bunu yaparken gerçekçiliğin özünü yansıtmayı bilir. Çünkü hayatı olduğu gibi hiç değiştirmeden bütün ayrıntı- larıyla yansıtmakta gerçekçilik sağlanmaz…” (Turgut: 24.).

DüĢünbilimin sanatla iliĢkisinde bu iki toplumsal bilinç biçimi, öz ve görünüĢ arasındaki bağlılaĢıma benzer bir etkileĢim içindedirler. Özünü düĢünbilimde kav- ramsal düĢüncelerin oluĢturduğu soyut sanat yaratılarının imgelemi, somut görü- nümünü sanat yapıtının yansımalarında bulur. Sanatın görsel yanı burada, düĢün- bilimin düĢünsel yanı ile birbirini bütünler. Tez çalıĢmasına özgü çıkarsamadan hareketle, düĢünbilimin ardından sanatı iĢlemek gerekmektedir.

Benzer Belgeler