• Sonuç bulunamadı

Çalışmanın bu kısmında dış ticareti açıklayan klasik teorilerin dışında kalan yeni dönem dış ticaret teorilerinin belli başlıları ele alınmıştır.

2.4.1. Nitelikli İşgücü Teorisi

Kessing ve Kenen gibi bilim insanları tarafından ortaya atılan nitelikli iş gücü teorisinde, sanayi ürünleri arasındaki dış ticaretin büyük bir kısmının söz konusu ülkelerin sahip oldukları nitelikli iş gücü farklılıklarıyla açıklanabileceği savunulmaktadır. Nitelikli iş gücü teorisine göre belirli türde mesleki ve nitelikli iş gücü açısından zengin konumunda olan ülkeler, üretimi büyük ölçüde bu faktörlere bağlı olan ürünlerin üretiminde uzmanlaşmaktadırlar. Diğer taraftan, niteliksiz emeğe bolca sahip olan ülkelerin de niteliksiz emek karşılığı üretilebilen malların üretiminde uzmanlaşması kaçınılmaz olacaktır. Bu bağlamda faktör donatımı teorisi ile nitelikli iş gücü teorisi arasında büyük benzerlik bulunmaktadır. Zira nitelikli iş gücü kıt toprağı bol olan ülkelerin daha çok ilkel tarım ürünleri kullanırken, nitelikli iş gücü bakımından göreceli olarak zengin olan ülkelerin ise yoğun şekilde sanayi ürünü ihraç ettiği bilinmektedir (Seyidoğlu, 2015: 103).

2.4.2. Teknoloji Açığı Teorisi

Heckscher-Ohlin teorisine göre, üretim teknolojileri her ülkede aynı seviyededir. Daha açık bir ifadeyle Heckscher-Ohlin teorisine göre, bir ülkede ortaya çıkan teknoloji diğer ülkelere de yayılacağından teknolojik yeniliğin karşılıklı ticareti etkilemeyeceği savunulmaktadır. Heckscher-Ohlin teorisinin bu varsayımı da gerçek hayatla uyuşmamaktadır. Bu uyuşmazlık, teknolojik açık teorisinin ortaya çıkmasına imkân tanımıştır.

1961 yılında Posner tarafından ileri sürülen teknolojik açık teorisine göre, ister yeni bir malın üretiminde olsun isterse mevcut üretilen bir malın daha ucuza üretilmesine yol açan bir teknolojinin Heckscher-Ohlin modelinde varsayılanın tersine diğer ülkelere yayılması zaman alacaktır. Bu yüzden bir ülkede ortaya çıkan yeni bir

teknoloji, üretilen ürün ve süreç yenilikleri, söz konusu malı ülkenin diğer ülkelere belirli bir süre ihraç etmesine yol açacaktır. Söz konusu teknoloji diğer ülkeler tarafından da kullanılır hâle geldiği zaman teknolojinin ilk olarak çıktığı ülkenin uluslararası ticarette sağlamış olduğu üstünlük sona erecektir. Bu yüzden bu modele göre bir ülke sürekli olarak ihracat yapmak istiyorsa sürekli olarak yenilik yapması gerekecektir. G. C. Hufbauer 1966 yılında Posner’in teorisine yaparak öğrenme olgusunu sokmuştur. Hufbauer’a göre yeniliği gerçekleştiren ülkede üretilen toplam çıktı miktarı arttıkça üretim maliyeti düşer. Böylelikle teknolojik üstünlüğe sahip olan ülkenin diğer ülkeler karşısındaki üstünlüğü taklit gecikmesinden sonra da devam etmektedir. Yaparak öğrenme de hesaba katıldığında teknolojik olarak gelişmiş bir ülkenin, teknolojik olarak az gelişmiş bir ülke ile ticareti, yenilikler içeren malların ihracatı karşılığında geleneksel malların ithalatı biçiminde olmaktadır. Böylelikle teknolojik olarak az gelişmiş ülkeler teknolojik ülkelere geleneksel malların ihracatını yapabilmek için emek ve yoğunluklarını üretime verecekler teknolojik olarak gelişmiş olan ülkeleri yakalayamayacaklardır (Ünsal, 2005: 212).

2.4.3. Ürün Dönemleri Teorisi

Ürün dönemleri teorisi, daha önce anlatılmış olan teknoloji açığı teorisine Vernon tarafından yapılan katkıyla ortaya çıkmıştır. Vernon temelde belirli bir ürünün üretiminin zamanla daha basit hâle geleceğini savunmaktadır. Vernon’a göre bir ürünün hayatı bulunmaktadır. Bu hayat beş aşamadan meydana gelmektedir. Bunlar; giriş, büyüme, olgunluk, gerileme ve yok oluş aşamalarıdır. Vernon’un tezine göre bazı ülkeler hâlen var olan ürünlerin üretimine yoğunlaşırken bazı ülkeler yeni ürünlerin üretimine yoğunlaşmaktadır. Vernon burada bir ürünün yeni ürün konumundan eski ürün konumuna geçtiği dönemde söz konusu ürünün üretildiği coğrafyanın da değişeceğini savunmaktadır. Daha açık bir ifadeyle bir ürünün yaşam ömrünün birinci döneminde yani giriş döneminde söz konusu ürünün üretimi sadece icatçı ülkede gerçekleşmektedir. Bu dönemde üretim ihracata yönelik olarak değil sadece iç pazarın talepleri doğrultusunda yapılmaktadır. İkinci aşama olan büyüme aşamasında üretim hâlen icatçı ülkenin elinde bulunmaktadır. Ancak bu dönemde söz konusu ürüne talep artmakta ve iç pazara yönelik yapılan üretime ilave olarak ihracata yönelik üretim de yapılmaktadır. Ürünün üçüncü yaşam evresinde icatçı ülke için söz

konusu ürünün maliyetleri artık oldukça yükselmiştir. Dolayısıyla bu zamanda patent ve lisans işlemleriyle söz konusu ürün farklı ülkelerle de paylaşılmaya başlanmaktadır. Tam da bu dönemde söz konusu ürünün coğrafi üretim yeri değişim göstermektedir. Bu durum, icat sahibi ülkenin ihracatının daralmasını da beraberinde getirecektir. Ürün yaşamının dördüncü aşamasına gelindiğinde taklitçi ülke icatçı ülkeden ithalatı tamamen kesmekte ve ihracat yapmaya başlamaktadır. Beşinci ve son dönemde ise icatçı ülke söz konusu malın üretimini tamamen keserek ihracatçı konumdan ithalatçı konuma geçmektedir. Bu dönemden sonra icatçı ülke yeni malların üretimine yoğunlaşmaya başlamaktadır (Deviren, 2004: 5).

2.4.4. Tercihlerde Benzerlik Teorisi

Tercihlerde benzerlik teorisi İsveçli İktisatçı Brunstam Linder tarafından 1961 yılında geliştirilmiştir. Linder teorisinde sanayi ürünlerinin ticaretini ele almaktadır. Heckscher-Ohlin teorisinde standart olan malların ticareti ele alınırken Linder’in ele almış olduğu sanayi malları standart değildir. Daha açık bir ifadeyle Linder’in ele almış olduğu sanayi malları homojen değildir. Linder’in teorisine göre, ülkelerin mal tercihleri söz konusu ülkede yaşayan insanların gelirleriyle doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla sanayi ürünlerinin ticaretinde söz konusu malların üretim maliyetlerinden daha çok ülkeler arasındaki zevk ve tercihler önemlidir. Bir ülkenin zevk ve tercihlerini belirleyen temel koşul ise söz konusu ülkenin gelir düzeyidir. Daha açık bir ifadeyle bir ülkenin mal tercihi o ülkenin insanlarının gelir düzeylerinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir ülkede zevk ve tercihleri çoğunluktan farklı olan, azınlık durumunda kalan kişilerin talepleri yine kendilerine benzeyen ülkelerden ithalat yoluyla karşılanabilmektedir. Dolayısıyla sanayi ürünlerinin ticareti özellikle benzer tercihlere ve gelir düzeyine sahip ülkeler arasında yoğunlaşacaktır. Tercihlerde benzerlik teorisi, bir ülkenin iç piyasası olmayan bir ürünü doğrudan ihracat için ürettiği durumları açıklayamaması dolayısıyla Linder’in ülkesi olan İsveç dışında pek kabul görmemektedir (Seyidoğlu, 2015: 107).

2.4.5. Ölçek Ekonomileri Teorisi

Ricardo ve Heckscher-Ohlin, önermiş oldukları dış ticaret modellerinde tüm üretim girdilerinin iki misli artması durumunda çıktıların da iki misli artacağını kabul etmektedirler. Daha açık bir ifadeyle ölçeğin sabit olması durumunda verimin ve

getirisinin de sabit olacağı varsayılmaktadır. Ancak gerçek hayatta tüm üretim girdilerinin iki misli artması durumunda çıktılar bazen iki mislinden daha fazla artabilmektedir. Dolayısıyla geleneksel ticaret modeli bu yönüyle reel hayatı açıklamada yetersiz kalmaktadır. Ölçeğin artan verimi, ölçeğe göre artan getiri şeklinde de açıklanan bu durum, üretim miktarının artması durumunda işletmenin ortalama maliyetlerinin düşeceği görüşünü savunmaktadır. Ölçek ekonomileri olarak adlandırılan bu durum, dışsal ve içsel ölçek ekonomileri olmak üzere iki farklı şekilde ortaya çıkabilmektedir. Dışsal ölçek ekonomilerinde işletmenin faaliyet gösterdiği sektörün üretim düzeyi arttıkça işletmenin üretim maliyeti azalmaktadır. İçsel ölçek ekonomilerinde ise işletmenin üretim düzeyi arttıkça yine işletmenin ortalama maliyetleri azalmaktadır (Ünsal, 2005: 225).

Geniş iç pazarlara sahip büyük ülkeler, üretimde azalan maliyetlerden yararlanabilmektedirler. Şöyle ki ABD’nin iç pazarı herhangi bir malı çok miktarda ve optimum ölçeklerde üretmeye müsaittir. Dolayısıyla düşük maliyetlerle üretilmiş ürünlerde içsel ve dışsal ölçek ekonomileri sebebiyle diğer ülkelere göre karşılaştırmalı üstünlük elde edebilmektedirler. Zira Hollanda ve Belçika’nın iç pazarı ABD’ye oranla oldukça küçüktür. Bu bağlamda üretimde iç pazar büyüklüğü avantajından yararlanma birtakım üretim sektörlerinde diğer ülke üreticilerine göre rekabetçi bir pazar avantajı elde etmeye imkân tanımaktadır (Karluk, 2013: 159).

2.4.6. Monopolcü Rekabet Teorisi

Monopolcü rekabet teorisi, 1933 yılında Edward H. Chamberlin tarafından dış ticaret teorisini açıklamak üzere geliştirilmiştir. Monopolcü rekabet teorisinin dış ticaret yaklaşımı diğer teorilerde olduğunun tam tersi gerçekçi varsayımları dikkate almaktadır. Monopolcü rekabet teorisi açıklanırken sanayi malları endüstri-içi, ürün farklılaştırması ve ölçek ekonomileri birlikte ele alınmaktadır. Özellikle ürün farklılaştırması monopolcü rekabet teorisini açıklamada önemli bir yer tutmaktadır. Ürün farklılaştırması herhangi bir ürün grubunda faaliyet gösteren satıcının malının alıcının gözünde diğer mallardan farklı olduğunu göstermesi ya da alıcı tarafından söz konusu malın diğer mallardan farklı olduğunun algılanmasıdır. Bu özellik, gerçekte var olabileceği gibi sadece alıcının bir algısı da olabilmektedir. Monopolcü rekabet teorisinde fiyat rekabetinde olan her bir işletmenin diğer işletmelerin fiyatlarını veri

olarak kabul edip, kârını maksimum eden bir fiyat belirlediği varsayılmaktadır. Bununla birlikte söz konusu işletmeler piyasada ya var olan ya da piyasaya yeni girecek olan işletmelerin üretmiş oldukları ürünlere ikame olmaması için söz konusu ürünlerde farklılaştırmaya gitmektedirler. Dolayısıyla her bir işletme farklılaştırmış olduğu mal üzerinde monopolcü bir işletme gibi davranabilecektir (Deviren, 2004: 9)

2.5. Rekabet Stratejileri Konusunda Yapılmış Ulusal ve Uluslararası