• Sonuç bulunamadı

3. CEVAP KONULARI

3.1. Allah’ın Görülüp Görülmeyeceği Meselesi ( Rü’yetullah)

3.1.1. Mu’tezile’ye Göre Rü’yetullah

Allah’ın görülmesinin mümkün ve caiz olması veya olmaması, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet arasında tartışılan en önemli konulardandır. Rü’yetullah konusunda öncelikle Mu’tezile’nin görüşlerinin aktarıp daha sonra Nesefî’nin Ehl-i Sünnet adına söz konusu mezhebe nasıl reddiyede bulunduğunu aktaracağız.

Mu’tezile’nin, Allah’ın hem bu dünyada hem de ahirette görülme imkânının olmadığını belirtmesi, onların Allah hakkındaki tevhit ve cisim olma vasfını, nefyetme düşünceleriyle alâkalıdır. Zira Mu’tezile’ye göre Allah’ın görülebileceğini varsaymak, aynı zamanda O’nun bir mekân ve cihette yer aldığı neticesini de beraberinde getirir. Bu nedenle Mu’tezile, her ne şekilde olursa olsun Allah’ın ne dünyada ne de ahirette görülebileceği fikrine olumlu yaklaşmamaktadır. Ancak Mu’tezile’nin Allah’ın görülmesinin mümkün olmadığı yönündeki görüşünü destekleyen nassların yanında, O’nun görülebileceğine destek veren ayet metinlerinin de bulunduğu bilinmektedir. Mu’tezile bu ‘‘sorunu’’ aşmak için de Allah’ın görülebileceğini belirten ayetleri mecaz olarak kabul etmiş ve mezheplerinin düşünce sistemi içerisinde te’vil etmiştir. Mu’tezile, söz konusu nassları te’vile yönelirken de kendi görüşlerini destekleyenleri muhkem, bunun tersi olanları veya muhaliflerinin

50

düşüncesine kaynaklık edebilecek metinleri ise, müteşâbih ayetler türünden kabul etmiştir.97

Mu’tezile’nin rü’yetullah konusunda Kur’an’dan getirdiği en önemli delil ‘‘Gözler O’nu görmez; ama O gözleri görür.( En’am Suresi, 6/103)’’ mealindeki ayettir. Mu’tezile bu ayeti Allah’ın zâtî sıfatlarıyla ilişkilendirerek açıklamaktadır. Yani Mu’tezile’ye göre Allah bir fiili yaptığından dolayı görülmez değildir. Aksine, Allah zâtı gereği görülmezdir. Dolayısıyla Allah’ı görülmez olarak tavsif etmemiz O’nun zâtı ile ilgilidir. Dolayısıyla Allah’ın zâtını görülmesini nefyettiğimizde bu aynı zamanda Allah’ı methetmemiz anlamına gelmektedir. Zira bu şekilde O’nu insana ait olan bir noksanlıktan tenzih ederiz. Allah’ın görülmesinin imkânsızlığını dile getirmemiz O’nu methetmekle bir olduğundan, bu durumda O’nun görülebileceğini söylemek de Allah’ı noksan bir sıfatla tavsif etmekle eşdeğerdir. Çünkü Allah’ın görüleceğini söylemek Allah için noksanlık olmasaydı, O’nun görülmeyeceğini söylemek de medh olmayacaktı. Dolayısıyla Mu’tezile’ye göre Allah’ın övülmesi demek, O’nun diğer cisimlerin sahip olduğu sıfatlardan da münezzeh olduğunu kabul etmek demektir.98

Allah’ın görülmesini aklen mümkün sayan Ehl-i Sünnet kelâmcıları bu ayette geçen idrâk ile rü’yet arasında fark bulunduğunu, göze atfedilen idrâkin görme anlamına gelmediğini söylemişlerdir. Sünnî kelâmcılara göre bu ayette Allah görmeyi değil idrâki nefyetmiştir. Kısaca burada idrâk, ihâta (kuşatma, kapsama) anlamında kullanılmıştır. Mu’tezile ‘‘idrak’’ ve ‘‘ihata’’ lafızlarının farklı anlamlara sahip olduklarını belirlemek için dil merkezli tartışmalara girişmiştir. Mu’tezile, idrakin ihata olmadığı gibi ihatanın da ne hakiki ne de mecazî anlamda idrak olmadığı kanaatindedir. Çünkü ‘‘sur şehri ihata etti’’ yani çevirdi dendiği halde ‘‘idrak etti’’ denmez. Hâlbuki ‘‘idrak’’ ve ‘‘ihata’’ kelimeleri aynı anlama sahip olsalardı, iki cümlenin de doğru olması gerekirdi. Şayet ihata, idrak anlamında kabul edilirse, bu durumda gözler O’nu ihata etmediği gibi O’nun da gözleri ihata etmesi gerekir ki bu da muhaldir.99

97 Ömer Pakiş, Rü’yetullah ile İlişkilendirilen Ayetlerin Mu’tezilî Okuma Biçimi (Kâdi Abdülcebbâr

ve Zemahşerî Örneği), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 2001/2, s. 55–56.

98 Kadı Abdülcebbâr, Şerhu’l- Usûli’l Hamse, (Nşr. Abdülkerim Osman), Kahire 1995, s. 238 99 Pakiş, Mu’tezile ve Kur’an Yorumu, s. 49.

51

Mu’tezile mutlak anlamda idrâk ile mukayyet idrâk arasında fark bulunduğunu söyler. İdrak kelimesini basar kelimesi ile birlikte kullandığımız zaman bu, görmeyi ifade eder. Tek başına kullandığımız zaman ise bir şeye erişme- varma anlamına gelir. “Nihayet boğulma onu idrâk edince…”( Yûnus suresi 10/90) yani ona yetişince ve “Biz idrâk edildik”( Şuarâ suresi 26/61) yani ulaşıldık ayetlerinde de olduğu gibi, yetişmek anlamını ifade etmektedir. İdrak kelimesi kimi zaman sesin ulaşması anlamında da kullanılır. Fakat bu anlamlar kelime tek başına (mutlak anlamda) kullanıldığında geçerlidir. Çünkü aynı kelimeyi basar kelimesiyle kullandığımızda yukarıda sayılan bütün mânâlar ortadan kalkar ve sadece gözle görmek anlamındaki idrak anlaşılır. Bu nedenle ayetin gerçek mânâsı ‘‘ gözler onu ihata edemez’’ değil ‘‘ gözler onu göremez’’dir. Aynı zamanda ayette görülmeme durumu bütün zamanlara teşmil edilmiştir. Dolayısıyla hem bu dünyada hem de ahirette onun görülmesi mümkün olmayacaktır100

Mu’tezile’nin rü’yetullah konusundaki Kur’anî delillerinden biri de A’raf suresi 7/143. ayettir. Ayette mealen şöyle buyrulmuştur:

‘‘Musa tayin ettiğimiz vakitte, belirlediğimiz yere (Sina Dağı’na) varınca rabbi onunla konuştu. Musa da ‘ Ey Rabbim! Kendini bana göster de seni göreyim!’ dedi. Allah, ‘ Beni asla göremezsin. Ama yine de istersen şu dağa bak; eğer dağ yerinde kalırsa, ancak o zaman sen beni görebilirsin’ buyurdu. Derken rabbi dağa tecelli eder etmez, dağı paramparça etti ve Musa da bayılıp düştü. Uyanıp da kendine geldiğinde, ‘ Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Pişmanlık içinde sana sığınıyorum; bundan böyle daima inananların ilki olacağım’ dedi. ’’

Mu’tezile’ye göre bu ayet Allah’ın hiçbir şekilde görülemeyeceğini ispat etmektedir. Zira Allah burada kendisinin görülmesini şarta bağlamıştır. Bu da dağın yerinde sabit durması şartıdır. Fakat bu şart aslında görmenin imkân dâhilinde olmadığını belirtmek maksadıyla koşulmuştur. Çünkü ayette dağın parçalandığını bildirmekle, görme olayının muhal olduğu teyit edilmiştir. 101

Kâdî Abdülcebbâr’a göre burada söz konusu görme talebi İsrailoğulları’na ait olmalıdır. Bu talebin Hz. Musa’nın kendisine izafe etmiş olma ihtimali olduğunu da belirtir. Zira insanlar başkasının ihtiyacı konusunda talepte bulunurken genellikle “İhtiyacımı karşıla, isteğimi yerine getir.” gibi ifadeler kullanırlar. Böylece ihtiyaç başkasına ait olmasına rağmen onu kendisine izafe ederler. Esasen Hz. Musa rü’yetin

100 Öztürk, Kur’an’ın Mu’tezili Yorumu, s. 54–55. 101 Kâdi Abdülcebbâr, Müteşâbihu’l Kur’an, s. 296.

52

imkânsız olduğunu bildiği için, kendi adına görme talebinde bulunamaz. Hz. Musa’nın bunu bilmiyor olma ihtimali onun Allah’ı yeterince tanımadığı ve bilmediği sonucuna götürür. Ancak daha sonra Allah’a tövbe etmesi bu talebin ona ait olmadığına delildir. Çünkü O, Allah’tan izinsiz olarak istekte bulunduğu için tövbe etmiştir. Peygamberin ümmetin yanında sem’i bir izin olmadan Allah’tan talepte bulunması caiz değildir. Aksi halde talebi yerine gelmeyen peygamberin sözü kabul edilmeyen kişi durumuna düşmesi muhtemeldir.102

Mu’tezile rü’yetullah konusundaki görüşlerini aklî delillerle de desteklemektedir. Bu delillerden biri mukâbeledir. Buna göre, birinin gözüyle bir şeyi görebilmesi için bahse konu olan şeyin karşısında olması gerekmektedir. Fakat Allah’ın böyle bir konumda bulunması caiz değildir. Bir diğer delil de görülmesi muhal olduğundan görülmeyeceği inancıdır. Allah bir takım engeller sebebiyle değil, muhal olduğu için görülmez. Şayet Allah’ın herhangi bir surette görülmesi mümkün olsaydı şu an bizim de onu görmemiz gerekirdi.103