• Sonuç bulunamadı

Nesefî’nin Amel-İman Konusunda Mu’tezile’ye Cevapları

3. CEVAP KONULARI

3.8. Amel – İman Bütünlüğü veya Ayrılığı

3.8.3. Nesefî’nin Amel-İman Konusunda Mu’tezile’ye Cevapları

Nesefî amelin imandan bir cüz olarak görülemeyeceğini kabul etmiş ve bu yöndeki görüşlerine Kur’an’ın muhtelif ayetlerine de delil olarak getirmiştir. Her ne kadar kendisi amelin imandan sayılamayacağını belirterek Ehl-i Sünnet’in diğer mezheplerinden farklı yönde görüşlere beyan etse de tefsirinde bu görüşü savunurken Ehl-i Sünnet adına bunu yapmaktadır. Zira aşağıda vereceğimiz misallerde de görüleceği üzere Nesefî, mensubu olduğu mezhebin ismini zikretmek yerine genel olarak Ehl-i Sünnet ismini zikreder ve Ehl-i Sünnet’i Mu’tezile, Şia, Havâric’e karşı savunmaya çalışır.257

1.Delil:

Nesefî’nin amel-iman ilişkisi konusunda Ehl-i Sünnet lehine delil olarak gösterdiği ayetlerden biri Bakara suresi 2/34 ayetidir. Ayette Yüce Allah şöyle buyuruyor:

‘‘Vaktiyle meleklere, ‘‘Âdem’e secde edin’’ diye buyurduk. Bütün melekler Âdem’e secde ettiler ama İblis buna yanaşmadı. Küstahça böbürlendi, böylece kâfirlerden oldu.’’

253 Bakara, 2/277; AI-i İmrân, 3/57; Nisâ, 4/57, 173; Mâide, 5/9; Hûd, 11/23; er-Râd, 13/29. 254 Teğâbûn, 64/9.

255 Tâhâ, 20/112.

256 Hasan Gümüşoğlu, İmanın Artması-Eksilmesi Meselesi ve Amel İle İlişkisi, Diyanet İlmi Dergi,

2008, cilt: XLIV, sayı: 2, s. 137.

128

Ayette İblis’in Allah’ın emrine karşı gelmesinin sonucunda kâfir olduğu belirtilir. Nesefî’ye göre İblis’in kâfir olmasına neden olan şey onun secde etmekten (fiilden, amelden) imtina etmesi değil bu emre tümüyle karşı çıkmasıdır. Bir insanın Allah’ın emirlerine uygun olarak amel etmemesi o insanın kâfir olarak vasfedilmesi için yeterli değildir. Allah’ın bu ayette İblis’i kâfir olarak nitelendirmesi ameli terk etmekten çok daha farklı bir sebebe dayanmaktadır. Bu sebep de İblis’in Allah’ın emrine tümden karşı gelmesidir.

Ayetle ilgili Nesefî’nin görüşleri şöyledir:

رمأ امِ عنتما } َبََأ {

.هنع بركت } َرَ بْكَتْساَو { هب

نم راصو } َني ر فاَكْلا َن م َناَكَو {

لاو نايملإا نم جريخ لا دوجسلا كرت نلأ ، رملأبا لمعلا كترب لا رملأا هدرو هرابكتساو هئبابإ نيرفاكلا

خ ةنسلا لهأ دنع ارفك نوكي

ملع في ناكو يأ الله ملع في نيرفاكلا نم ناك وأ ، جراولْاو ةلزتعملل افلا

الله ملع في ادبأ ارفاك ناك هنلأ هنايمإ دعب رفكي هنأ الله

‘‘İblis böbürlendi – kendisine emredilenden imtina etti, kaçındı- büyüklendi- kendisini büyük görerek emre uymaktan geri durdu- ve böylece kâfirlerden oldu.’’

Dayatarak, büyüklük taslayarak ve verilen emri kabul etmeyerek böylece kâfirlerden, inkârcılardan oldu. Gerçi emir gereği ameli terk etmekle değil, bizzat emri reddetmek ve kabul etmemekle kâfirlerden oldu.

Çünkü Ehl-i Sünnet’e göre secdeyi yani ameli terk etmek kişiyi imandan çıkarmaz. Bu, Ehl-i Sünnet açısından küfür değildir. Fakat Mu’tezile ile Haricîler buna karşı çıkıyor ve bu görüşü reddediyor.

Veyahut da o, ‘‘Allah’ın ezelî ilminde kâfirlerden oldu’’ demektir. Yani; Allah’ın ezelî ilmine göre o iman ettikten sonra küfredecek (inkâr edecekler)den oldu. Yoksa o, ebedî mânâda Allah’ın ezelî ilminde zaten kâfirdi, demek değildir.258

2. Delil:

Nesefî’nin ameli imandan bir cüz olarak görmemesinin bir sebebi de bazı ayetlerde iman ile salih amelin ayrı ayrı zikredilmesidir. Daha önce de bahsettiğimiz

129

gibi Yüce Allah Kur’an’ın pek çok ayetinde ‘‘İman edenler ve salih amel işleyenler’’ gibi bir ayrıma gitmiştir. Nesefî, bu ayetlerden yola çıkarak amel ile imanın birbirinden farklı hususlar olduğunu dile getirir. Nesefî’nin bahsettiğimiz bu görüşüne delil olarak gösterdiği ayetlerden biri Bakara suresinin 2/25 ayetidir. Ayette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

‘‘[Ey Peygamber!] İman edip imanlarına yaraşır güzellikte işler yapan

kimseleri, içinden ırmakların aktığı cennetle müjdele. Onlara cennetteki meyvelerden ikram edildiğinde, ‘‘Gerçi biz dünyadayken de bunlara benzer meyveler yemiştik’’ diyecekler. Evet, onlara dünyadakilere benzer meyveler ikram edilecek, ama cennetteki meyvelere sadece şeklen dünyadakilere benzeyecek. Ayrıca onlar cennette tertemiz eşlere sahip olacaklar ve orada temelli kalacaklar.’’

Nesefî ayeti şöyle tefsir eder:

نايملإا ىلع ةلْاصلا لامعلأا فطع هنلأ نَايمإ لامعلأا لعج نم ىلع ةجح ةيلآاو

علما يرغ فوطعلماو

لامعلأا نودب ةنلجا نمؤلما لخدي نأ زويج نولوقت مكنإ لاقي لاو .هيلع فوط

ناترقا اهطرش ةنلجبا ةقلطلما ةراشبلا نلأ ، الْاص لمعو نمآ نلم ةنلجبا رشب لىاعت اللهو ةلْاصلا

ةئيشبم ةديقم ةراشب تبثن لب ةقلطلما ةراشبلا ةيربكلا بحاصل لعنج لاو ، نايملإبا ةلْاصلا لامعلأا

الله

.ةنلجا هلخدي ثم هبونذ ردقب هبذع ءاش نإو هل رفغ ءاش نإ

‘‘Bu ayet, amelleri iman olarak değerlendirip kabul edenlere karşı bir delildir. Çünkü görüldüğü gibi salih amelleri iman üzerine atfetmiştir. Matuf, yani atfedilen üzerine atıf yapılan şeyden ayrı olan bir şeydir. Ancak şöyle bir gerekçe ile de karşı çıkılamaz:

‘‘Siz diyorsunuz ki, hiçbir salih ameli bulunmaksızın mümin olan kimse cennete girebilir, bu caizdir. Oysa Yüce Allah, iman edip salih amel işleyenleri cennetle müjdeliyor. Çünkü mutlak anlamda cennetle müjdelenmesinin şartı ya da koşulu, iman ile birlikte salih amelin de var olmasıdır. Kaldı ki biz Ehl-i Sünnet olarak, büyük günah işleyenleri mutlak mânâda cennetle müjdelemiyoruz. Aksine biz onların cennetle müjdelenmelerini bir kayda bağlıyoruz. Allah’ın dilemesine

130

bırakıyoruz ve diyoruz ki, Allah dilerse büyük günah işleyeni affeder, dilerse işlediği günahı kadar ona azap eder ve sonra da cennetine alır.’’259

Nesefî, yine Bakara suresi 2/3. ayette sahih ve gerçek mânâdaki imanın dil ile takrir, kalp ile tasdik olduğunu, amelin ise imânâ dâhil ve iman çerçevesi içinde değerlendirilemeyeceğini belirtir.260

3. Delil:

Nesefî’nin özellikle Mu’tezile’ye karşı Ehl-i Sünnet’in tezlerini dile getirdiğini ve savunduğunu söylemekle beraber zaman zaman diğer fırkalara karşı da Ehl-i Sünnet’i savunduğunu söylemek yerinde olur. Bunun örneklerinde biri de iman-amel ilişkisi konusunda Kerrâmiyye’nin iddialarına verdiği cevaptır. Kerrâmiyye, imanın kalple onaylama (kalp ile tasdik), gerçekleştirilen edimler (azalar ile amel) ile değil, sadece dil ile ikrar olduğunu belirtir.261

İmam Nesefî, Bakara suresi 2/8. ayette geçen ifadelerden yola çıkarak bunun Kerrâmiyye’ye karşı Ehl-i Sünnet lehine bir delil olduğunu belirtir. Ayetin tefsirinde Nesefî şöyle der:

َن مَو {

} َين ن مْؤُ بم مُه اَمَو ر خلاا مْوَ يْل باَو َّلِلَ با اَّنَماَء ُلوُقَ ي نَم ساَّنلا

ا لوق يفنت ةيلآاو

نايملإا مسا مهنع يفن هنلأ يرغ لا ناسللبا رارقلإا وه نايملإا نإ : ةيماركل

.نانلجبا قيدصتو ناسللبا رارقإ هنإ ةنسلا لهأ لوق ديؤتو ، مهنم رارقلإا دوجو عم

‘‘İnsanlar arasında öyle kimseler var ki, gerçekten inanmadıkları hâlde, "Biz Allah’a ve ahiret gününe inandık. " derler.

‘‘Ayet, imanın sadece dil ile ikrardan ibaret olduğunu söyleyen Kerrâmiyye’nin görüşünü nefyeder. Zira Allah Teâlâ onlarda imanın ikrarı olduğu halde onlardaki imanın ismini nefyetmiştir. Ayet, imanın "dil ile ikrar, kalp ile tasdik" olduğunu söyleyen Ehl-i Sünnet’in görüşünü teyit eder.’’262

259 Nesefî, Medârik, I/37.

260 Nesefî, Medârik, I/17.

261 Şehristânî, el-Milel ve’n- Nihâl, s. 107. 262 Nesefî, Medârik, I/22.

131