• Sonuç bulunamadı

6. NESEFÎ’NİN TEFSİR METODU

6.1. Kur’an’ı Kur’an ile Tefsir

Şüphesiz bütün müfessirler için Kur’an’ın tefsirinde en mühim kaynak yine Kur’an’ın kendisidir. Zira Kur’an’ın bir yerinde geçen bazı mücmel ifadelerin Kur’an’ın bir başka yerinde tafsilatlı anlatıldığını görmekteyiz. Yine bazı umum ifadelerin başka yerlerde hususi hale getirildiği, mutlak olan bazı hükümlerin bir

29

başka yerde mukayyet kılındığını, mücmellerin beyan edildiğini görmekteyiz. İşte müfessirin diğer kaynaklara müracaat etmeden, öncelikle yapması gereken şey Kur’an’dan bu tür izahları bulmaktır.

Bu tür bir yöntem Kur’an tefsirinde ilk aşamadır. Çünkü müfessir tefsirde bulunurken öncelikle Kur’an’a müracaat eder, şayet tefsirde bulunduğu kısımla ilgili Kur’an’da herhangi bir ayet bulamazsa daha sonra hadislere, sahabe ve tabiûn sözlerine müracaat eder. Bu silsile sağlıklı bir tefsir için oldukça mühimdir.57

Nesefî’nin tefsirine baktığımız zaman onun da aynı yöntemi takip ettiğini görmekteyiz. Birbiriyle ilgili olan ayetleri, kapalılığı gidermek için delil olarak getirmiştir. Birçok yerde ‘‘Rabbimizin şu kavli/sözü buna bir örnektir’’ diyerek Kur’an’ı Kur’an ile tefsir ettiğini görüyoruz. Konunun daha iyi anlaşılması için Medârik’ten bu tür tefsire dair birkaç misal vereceğiz.

1. Örnek:

Bakara suresi 2/15. ayette geçen ‘‘Allah onlara alay etmenin cezasını verecek, onları kendi hallerine bırakmakta, onlar azgınlıkları içinde bocalayıp durmaktalar’’ ifadesinde Nesefî, Allah’ın müminlerle alay edilmesini cezasız bırakmayacağını belirtmiş ve buna Şura ve Bakara suresinden deliller getirerek şu izahlarda bulunmuştur:

‘‘ Aslında Allah onlarla alay eder’’ demek, münafıkların müminlerle alay etmeleri yüzünden Allah onları cezalandırır. Dikkat edilirse istihza ya da alayda bulunmanın cezasının karşılığını yine alay etmek olarak gösteriyor yani aynıyla karşılık veriyor. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor : ‘‘Bir kötülüğün karşılığı yine ona denk bir cezadır.( Şûra, 42/40)’’

Yine başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: ‘‘ Size kim saldırırsa haram aylarda saldırırsa siz de onlara aynı şekilde karşılık verin.( Bakara, 2/194)’’

Eğer dikkat edilirse ilk ayette kötülüğün cezası yine kötülük olarak ve ikinci ayette de saldırının karşılığı yine misliyle saldırı olarak değerlendirilmiştir. Gerçi her ne kadar cezanın karşılığı kötülük ve saldırı olmasa da böyle ifade olunmuştur. Kaldı ki yüce Allah için alay etmek işin hakikati ve gerçeği bakımından caiz değildir. Zira bu abestir. Allah bundan yücedir, münezzehtir.58

57 Çetiner, s. 90.

30 2. Örnek:

Al-i İmrân suresi 3/14. ayette yüce Allah tarafından, dünya hayatının ve nimetlerinin insana cazip kılındığından bahsedilir. Nesefî, ilgili ayetin tefsirinde, Kehf suresinden delil getirerek şu açıklamada bulunuştur:

‘‘ Şehevî istekler, kadınlar, erkek evlatlar, yığınla biriktirilmiş altınlar, gümüşler, soylu atlar, sağmal hayvanlar, bağlar-bahçeler insana cazip gelir. Hâlbuki bütün bunlar fani hayatın gelip geçici nimetleridir. Asıl nimetler ve güzellikler Allah katındadır.’’(Âl-i İmrân, 3/14)

Cumhura göre bunları insanlara süslü ve cazip olarak gösteren bizzat yüce Allah’ın kendisidir. Nitekim Rabbimiz bir başka kavlinde şöyle buyurmaktadır:

‘‘Biz yeryüzünde (mal mülk, servet, evlat gibi) cezp edici nimetler yarattık ve kimin iman ve itaat üzere güzel işler yapacağı konusunda insanları sınamak istedik.’’(Kehf, 18/7)

Şehvet, nefsin bir şeyi şiddetle çekmesi, aşırı olarak istemesi demektir. Özellikle ayette kimi şeylerden söz edilerek ele alınmış olması, insanların bu gibi şeylere olan aşırı düşkünlüklerinden ve bu tür şeyleri arzu etmelerindendir. Dolayısıyla şehevî duyguların ve burada tek tek sayılan şeylerin esiri konumuna gelenler yerilmeyi, uyarılmayı hak eden kimseler demektir. Çünkü bunlar kendi adlarına bir tür hayvanî bir yaşantıyı kabullenmişler demektir.59

3. Örnek:

En’am suresi 6/121. ayette üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanların etinden Müslümanların yememesi gerektiğine dair mücmel bir ifade vardır. Nesefî bu mücmel ayeti Kur’an’ın bir başka yerinden verdiği ayetle beyan etmiştir.

‘‘ Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanların etinden yemeyin. Çünkü bu tür etleri yemek, Allah’ın emrine isyan etmektir. Gerçekten şeytanlar, sizinle uğraşıp bu konuda ikna olmanız için müşrik dostlarına telkinlerde bulunurlar. Şayet onların aklına uyarsanız siz de müşrik olursunuz.( En’am, 6/121)’’

Bu ayet kesimde Besmeleyi çekmemenin haramlığını belirtiyor. Ancak unutarak Beslemenin çekilmemesi durumu hadisle tahsis olunmuştur. Bu istisnadır. Ya da Besmele çekmesini unutan kimse onu sanki hatırlamış olarak var saymışlardır.

59 Nesefî, Medârik, I/165.

31

Ayette yer alan fısk kelimesi mücmel bir ifade olup pek anlaşılamamaktadır. Ancak aşağıda vereceğimiz ayet bize bunu açıklamaktadır:

‘‘ De ki bana vahyedilen hükümler arasında murdar olarak ölmüş hayvan eti, akıtılmış kan, pis olduğuna şüphe bulunmayan domuz eti, putperestlerce kurban edilen, dolayısıyla kesildiği sırada Allah’ın adı anılmayan hayvanın eti dışında yenilmesi haram kılınmış bir şey bilmiyorum.( En’am 6/145.)’’

Dolayısıyla ayetin mânâsı şu oluyor: Öyle bir haram etten yemenin Allah yolundan bir çıkış, bir isyan ve bir günah işlemek olduğu ortadayken yemeyin.

Buna göre genel olarak helal olanlar çerçevesinde bu kategorinin dışında kalanlar tümüyle helaldir.60

4. Örnek:

Bakara suresi 2/87. ayette geçen Rûhu’l Kudûs’ün mahiyetine dair yorumda bulunurken bunun birkaç mânâya gelebileceğini yine Kur’an’dan ayetler vererek açıklamıştır. Nesefî’nin söz konusu ayetle ilgili yaptığı yorum şöyledir:

‘‘ Ve onu Rûhu’l Kudüs ile destekledik.’’(Bakara, 2/87)

Bu, temiz olan ruh demektir. Yani mukaddes olan ruh ile desteklemek demektir. Nitekim bu adeta Hâtimu’l-Cûd diye kısaca işaret edilen ‘‘Hatem-i-Tâî’nin cömertliği’’ tamlaması gibidir. Yani Rûhu’l Kudûs de bunun gibi bir terkiptir. Ruhu’l-Kudûs kelimesiyle nitelenmesi, tahsis ve takrip maksadıyladır ki bu, Hz. İsa’nın ruhunun şeytan tarafından dokunulmadığı ve bu mânâsıyla da Allah’a olan yakınlığı kastedilmiştir.

Ya da Cebrail (a.s.) ile desteklenmesi sebebiyle ona böyle denmiştir. Çünkü Hz. Cebrail, Hz. İsa’ya kalplere hayat veren şeyleri getirip onu destekliyordu.

Yahut da Kur’an’da da belirtildiği gibi İncil ile desteklemiştir. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır:

‘‘ Emrimizden bir ruh ile (Şûrâ, 42/52.)’’ yahut da okunmasıyla ölülerin diriltildiği ism-i azâm duasıyla teyit ettik.61

Yukarıdaki açıklamalardan yola çıkarak Nesefî’ye göre ayette geçen Ruh kelimesinde kastedilenin Kutsal Ruh, Cebrail (a.s. ), Allah’ın en büyük ismi ve İncil olduğu sunucuna varabiliriz. Nesefî’nin söz konusu kavramın Kur’an’ın başka ayetlerinde geçen anlamına başvurması bu tür bir kanaate varmasında etkili olmuştur.

60 Nesefî, Medârik I/386. 61 Nesefî, Medârik, I/66.

32

Zira o, ayeti tefsir etmeden önce konuyla alakalı diğer ayetleri de delil getirerek açıklama yoluna gitmiştir.