• Sonuç bulunamadı

6. NESEFÎ’NİN TEFSİR METODU

6.2. Kur’an’ı Hadisle Tefsir

İslam ilim geleneğinde Kur’an’ın tefsirinde ikinci ve en önemli kaynak şüphesiz Hz. Peygamber’in hadisleridir. Çünkü ayetlerin hangi olaya binaen vahyedildiğini ve ayette ne demek istenildiğini en iyi bilen Hz. Peygamber’dir. Her ne kadar Hz. Peygamber Kur’an’ı bütünüyle tefsir etmemiş olsa da Kur’an’da geçen bazı muğlâk, müphem, kapalı ve anlaşılmaz kısımları sahabelere açıklamıştır. Ayrıca Hz. Resulullah bazı ayetleri şifahî olarak açıklarken bazı ayetleri de fiilî olarak tatbik etmiştir ve Müslümanların da kendisinin gösterdiği şekilde yapmalarını öğütlemiştir. Bunun en belirgin örneği namaz, zekât, hac ve oruç gibi temel ibadetlerde Hz. Peygamber’in pratikleridir. Zira Kur’an’da bu ibadetlerin nasıl yapılacağına dair teferruatlı bir malumat verilmiş değildir. Dolayısıyla gerekli şifahî ve fiilî izahı Resulullah yapmıştır.

Şunu belirtmekte yarar var ki Hz. Muhammed Kur’an ayetlerini kendi heva- hevesine göre izah etmiş değildir. Ayetlerin tefsiri, açıklanması Allah’ın bilgisi dâhilinde olmuştur. Kur’an’da geçen‘‘O heva ve hevesine göre de konuşmuyor. Onun konuştukları, kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.’’( Necm Suresi 53/3–4) ayetinden de Hz. Peygamber’in yapmış olduğu tefsirin veya Kur’an’a dair izahatın ilahî kaynaklı olduğunu anlıyoruz. Yine Mü’min suresinin 40/70. ayetinde bu durum açıkça belirtilmiştir:

‘‘Kitabı ve elçilerimizle gönderdiğimiz buyrukları yalan sayanlar, suçlarının neticesini yakında öğreneceklerdir.’’

Rivayet ağırlıklı tefsirlerde hadislere ağırlık verilmiştir. Ancak bu, dirayet ağırlıklı tefsirlerin hadisleri almadığı anlamına gelmemektedir. Kur’an’ı dirayet metodu ile tefsir eden müfessirler gerekli yerlerde eserlerinde hadislere de yer vermişlerdir. Yalnız bu tür tefsirde geçen hadis sayısı rivayet metodu ile yazılan tefsirlerde geçen hadis sayısına oranla daha azdır.62

62 Çetiner, 96.

33

Hz. Peygamber her ne kadar Kur’an’ın açıklayıcısı durumundaysa da Kur’an’ın hepsini tefsir etmemiştir. Zira Kur’an’da geçen müphem, muğlâk ifadelerin birçoğunun izah edilmediği vakidir. Şayet böyle olmasaydı diğer sahabelerin bu tür ifadelerle ilgili izahta bulunma gayreti içinde olmalarına gerek kalmazdı.63

Nesefî’nin tefsiri her ne kadar kategorik olarak dirayet tefsiri olarak değerlendirilse de Nesefî, tefsirinde hadislere oldukça fazla sayıda yer vermiştir. Fakat tefsirine aldığı hadislerin -tabiri caizse- kimliği niteliğinde olan senet zincirlerini ya hiç almamış ya da senet zincirindeki ilk râvinin ismini zikretmekle yetinmiştir. Nesefî hadisleri genellikle, ‘‘Hz. Peygamber’den rivayeten, Hz. Peygamber dedi, Hz. Peygamber böyle dedi, Peygamber (a.s) dedi ki, Hz. Peygamber’in bir kavlinde, Hz. Peygamber’in bize ulaşan bir sözünde, Hz. Peygamber bir hadisinde’’ gibi ifadelerle verirken bazen hadisleri sadece anlamlarıyla beraber zikretmektedir.

Nesefî’nin hadislerin seçiminde çok titiz davranmadığını belirtmek gerekir. Tefsirine aldığı hadislerin çoğu sahih olmakla beraber özellikle bazı ayet ve surelerin faziletiyle ilgili zayıf hadislere de tefsirinde yer vermiştir. Müfessir olmasının yanında iyi bir fıkıh âlimi olan Nesefî, özellikle ahkâm ayetlerinin tefsirinde hadislerden istifade etmiş, kendi mezhebinin görüşlerini kuvvetlendirmek için bunlardan istifade etmiştir.

Nesefî’nin, bazen hadislerin senet zincirlerini kısa verdiğini ve bazen hiç vermediğini daha önce söylemiştik. Nesefî, bazı uzun hadislerde bu tür bir yönteme başvurmuştur. Uzun olan hadisleri bir bütün olarak almak yerine tefsirini yaptığı ayetle alakalı hadis bölümünü almıştır. Kanaatimizce bunu yapmasındaki maksadı, eserinin başında da belirttiği gibi ‘‘eserinin okuyanı sıkacak derecede uzun olmaması’’ düşüncesidir. O, ayetlerin kendi mezhebinin görüşlerini teyit edecek şekilde anlaşılmasına yardım edecek ya da ayetleri açılayacak yerlerde ayetlerdeki kapalılığı giderecek hadisleri alarak bu metoda başvurmuştur.

Nesefî’nin tefsirinde hadisten istifade ederken nasıl bir yol izlediğini birkaç örnekle göstermeye çalışacağız.

34 1. Örnek:

Bakara suresi 2/173. ayette Allah’ın hangi yiyecekleri haram kıldığı belirtilmiştir. Haram kılınan yiyeceklerin de murdar olarak ölen hayvanlar, boğazlanmış veya kendiliğinden ölmüş hayvanın akan kanı, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar olduğu zikredilmiştir. Ancak bunlardan farklı olarak bazı hayvanların ölseler bile etlerinin yenilebileceğine dair hadis zikredilmiştir. Söz konusu ayet ve ayetle ilgili Nesefî’nin yorumu şöyledir:

‘‘Allah size murdar olarak ölen hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etini yemeyi yasakladı. Ancak her kim bunları yemek zorunda kalırsa, yerken arzu-istek duymamak ve zarurî miktarı aşmamak şartıyla yerse günaha girmiş olmaz. Çünkü Allah darda kalan kullarına karşı çok affedici, çok merhametlidir.( Bakara, 2/173.)’’

Ayette geçen اَمَّنِإ sadece ayette zikredilenlerle konunun sınırlı bulunduğunu ve bunların dışında kalanların ise haram kılınamayacağını belirten bir kelimedir. Kaldı ki hadiste iki ölü ile iki kanın helal kılındığı açıklanmıştır. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

‘‘ Bize iki ölü ve iki kan helal kılındı. İki ölü balık ve çekirgedir. İki kan ise ciğer ve dalaktır.’’64

Domuz eti derken, yani domuzun tüm organları ve cüzleri haramdır, demektir. Ayette özellikle ‘‘et’’ ifadesine yer verilmiş olması, yenen şeyin ‘‘et’’ olması bakımındandır.65

Görüldüğü gibi Nesefî yukarıda zikrettiği hadisin ne râvisini ne de senedini yazmıştır.

2. Örnek:

Bakara suresi 2/238. ayette geçen ‘‘orta namaz’’ ifadesinin hangi namaza delalet ettiğine dair Hz. Peygamber’in hadisine müracaat edilmiştir. Zira Hz. Peygamber bir hadisinde bu ayette geçen orta namazın ikindi namazı olduğunu belirtmiştir. Nesefî de ayeti tefsir ederken bu hadise başvurmuştur. Ayette mealen şöyle denilmektedir:

‘‘ Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin ve namazlarınızı Allah için bütün samimiyetinizle kılın.( Bakara, 2/238.)’’

Ayetle ilgili Nesefî’nin yorumu da şu şekildedir:

64 Ahmet b. Hanbel, Müsned, II/97; İbn Macce, Kitabu’s Sayd, Bâb 9. 65 Nesefî, Medârik, I/98.

35

‘‘Namazların vakitlerine, rükünlerine ve şartlarına titizlikle uyarak devam edin ve bu namazlar arasında fazilet ve derece bakımından daha üstün olan orta namaza da devam edin. Burada ِ ةَلاَّصلا kelimesinin tekil olarak zikredilmiş olması ve aynı zamanda çoğul olan ِ تا َوَلَّصلا üzerine atfedilmesi, fazilet ve derece bakımından tek olması içindir. Bu orta namaz da Ebû Hanife’ye göre ikindi namazıdır. Nitekim cumhur da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Hendek savaşında söylediği hadise dayanarak bunu ikindi namazı olduğunu söylemişlerdir. Hz. Peygamber Ahzâb (Hendek) gününde şöyle buyurmuştu:

"Bizi meşgul ederek orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular. Allah onların evlerini ve kabirlerini ateş doldursun."66

Bu namazın önemi ve faziletine gelince, ikindi vaktinin ticaretin, alış-verişin, yoğun olduğu ve uğraşıların çok daha fazla olduğu bir vakit olmasındandır.67

3. Örnek:

Âl-i İmrân suresi 3/91. ayette geçen ‘‘Kâfirlikte direnip kâfir olarak ölenlere gelince, bunlar azaptan kurtulmak için dünyalar dolusu altın vermek isteseler bile bu istekleri asla kabul olmayacaktır. Bunların hakkı elem verici azaba mahkûm olmaktır. Kendilerini bu azaptan kurtaracak kimse de olmayacaktır.’’ ifadelerde inkâr edip kâfir olarak ölenlerin kıyamette yeryüzü dolusu altın verseler bile bunun kendilerine zerre miktarı fayda sağlamayacağından bahsedilmektedir. Bunların fidyelerinin kabul edilmeme nedeni de söz konusu kişilerin Allah’ı inkâr etmiş olmaları ve bu hal üzere ölmeleridir. Nesefî de benzer görüşleri dile getirdikten sonra ayetle ilgili olarak Hz. Muhammed’in şu hadisini vermiştir:

‘‘ Kıyamet gününde kâfirlere denilecek ki: Eğer senin dünya dolusu altının olsa kurtulman için onları fidye olarak verir misin? O da; Evet diyecek. Ancak kendisine; Oysa bundan çok daha kolay olanı daha önce senden istenmişti, denilecektir.’’68

Daha önceki hadislerde hadisin râvisini ve senedini zikretmeyen Nesefî bu hadiste bunlarla beraber hadisi aldığı kaynağı da zikretmemiştir.69

66 Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/79; Buhârî, Kitabu’l Cihat, Bâb 98; Nesâî, Kitabu’s-Salât, Bâb 14. 67 Nesefî, Medârik, I/134–135.

68 Ahmed bin Hanbel, Müsned, 3/218. 69 Nesefî, Medârik, I/188–189.

36