• Sonuç bulunamadı

Teknoloji ve Toplum İlişkisine Alternatif Yaklaşımlar

A Moment On Technological Determinism: Computopia

2. Teknoloji ve Toplum İlişkisine Alternatif Yaklaşımlar

Teknolojik gelişimin toplumsal gelişimin bağımsız bir belirleyeni olduğu ya da bir biçimde teknolojinin farklı toplumsal unsurlarla toplumsal gelişimi belirlediği yönündeki iddiaları eleştiren Mandel (2008: 155-164) ise, teknolojiyi sermayenin yeniden değerlenmesi sürecindeki aşamalardan biri olarak görmektedir. Sermayenin değerlenme sürecini kısaltmaya ve kârın artmasını sağlamaya dönük faaliyet, doğrudan doğruya bir teknolojik devrimin sonucu değildir, fakat bizzat kârı ençoklaştırmaya dönük faaliyet teknolojik gelişimin önünü açan bir rol oynamaktadır.

değerlendirmiştir. Mandel’e göre (2008: 162), Marx’tan alıntıladığı bir paragrafla, herhangi bir iş kolunda başlayan makineleşme, bir bütün olarak üretim sistemini kendi koşullarına uymaya ve makinelerin makine ürettiği teknolojik bir aşamayı zorlamıştır: “Bir makineler sistemi, ister dokumacılıkta olduğu gibi, benzer makinelerin basit bir işbirliğinden, ister iplikçide olduğu gibi, farklı makinelerin bir kombinasyonundan oluşsun, kendi kendine devinen bir ilk motor tarafından işletilmeye başlar başlamaz, kendi başına dev bir otomat meydana getirir” (Marx, Kapital’den aktaran Mandel, 2008: 162). Böylece makineleşmeyi ve bir bütün olarak teknolojik devrimi mümkün kılan süreç tüm kapitalist dünyada hızla yayılmıştır. Çünkü ona göre:

“Güç teknolojisindeki temel devrimler –devingen makinelerin makineler tarafından üretim teknolojisi- böylece bir bütün olarak teknolojik devrimlerdeki belirleyici moment olarak görülmektedir. 1848’den beri buharlı motorların makinelerle üretimi; 19. yüzyılın 90’lı yıllarından beri elektirikli ve içten yanmalı motorların makinelerle üretimi; 20. Yüzyılın 40’lı yıllarından beri elektronik ve nükleer aygıtların makinelerle üretimi – işte bunlar geç 18. yüzyıldaki ‘özgün’ sanayi devriminden bu yana kapitalist üretim tarzının doğurduğu üç genel teknolojik devrimdir. Devingen makinelerin makineler tarafından üretimi teknolojisinde bir devrim olduktan sonra bütün makineler sistemi ileriye doğru dönüştürülür. Çünkü Marx’ın açıkladığı gibi: ‘Bir sanayi dalındaki üretim tarzında köklü bir değişim, öteki alanlarda da benzer bir değişimi getirir” (Mandel, 2008: 163-164).

Mandel’in Marx’tan devraldığı bu tespit daha ileri boyutlarda, sadece üretim tarzlarını değil, tüm toplumsal ilişkileri kapsayacak biçimde genişletilmektedir. Bütün bir üretim tarzındaki dönüşüm iletişim ve ulaşım sistemlerinde görülen değişimi de koşullamaktadır. Mandel (2008: 164), güçlü biçimde Marks’a atfettiği bu fikri, bazı somut dönüşüm örnekleriyle desteklemiştir:

“Özellikle de, sanayi ve tarım üretim tarzlarındaki devrim, toplumsal üretim sürecinin genel koşullarında, yani ulaşım ve iletişim araçlarında bir devrimi zorunlu kıldı...Manüfaktür devrinden kalma ulaşım ve iletişim araçları da, hummalı üretim temposuyla, dev boyutlarıyla, sermaye ve emeği sürekli bir üretim alanında ötekine atmasıyla ve tüm dünyanın pazarlarıyla yeni kurulmuş bağlarıyla ortaya çıkan modern sanayi için kısa sürede tahammül edilemez ayak bağları haline geldi. Dolayısıyla...ulaşım ve iletişim araçları, nehirde çalışan buharlı gemiler, demiryolları, okyanus aşan buharlı gemiler ve telgraftan oluşan bir sistem yaratarak yavaş yavaş makine sanayisinin üretim tarzına uyarlandı.”

Böylece Mandel’in yaklaşımında ve genel olarak Marksist düşüncede, teknoloji ve toplum arasındaki ilişkide belirleyici yön daha kolay anlaşılır olmaktadır. Teknoloji, toplumsal alandan farklı ve bağımsız bir yenilik olarak ortaya çıkmamaktadır. En nihayetinde, 19. yüzyıldaki büyük teknolojik devriminin koşullayıcı etkeninin sermayenin en etkili yolla değerlenmesine yönelik çabanın olduğunu rahatlıkla ileri sürebiliriz. Bu çabanın ortaya çıkardığı üretim araçları ve sermayenin değerlenme sürecindeki kısalma, sermaye birikiminin ilişkide olduğu diğer tüm toplumsal faaliyet alanlarını kendisine uyarlamıştır. 19. yüzyılda sanayi devrimi gerçekleşirken iletişim ve ulaşım sistemlerinde görülen büyük değişim, sermayenin en etkili yolla değerlenmesine yönelik özetlenen çabanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Williams da (1989: 125) teknolojik belirlenimi eleştirirken benzer bir değerlendirmede bulunmuştur:

“Oysa bütün teknik deney ve çalışmalar, zaten mevcut toplumsal ilişki ve kültürel biçimler dâhilinde, genellikle zaten önceden tahmin edilen amaçlar için yapılır. Ayrıca bir teknik yenilik, toplumsal açıdan kendi başına o kadar önemli olmaz. Bir yenilik, ancak üretime yönelik yatırım için seçildiği ve bilinçli olarak belirli bir toplumsal kullanım yolunda geliştirildiği –yani teknik bir yenilik olmaktan çıkıp elverişli bir teknoloji haline gelmeye başladığı- zaman genel önem kazanır.”

Demek oluyor ki, en genel anlamda teknolojik araçlar ve özelde iletişim teknolojileri, toplumsal dönüşümü bağımsız bir biçimde sağlayan ve kendiliğinden gelişen unsurlar değillerdir. Teknolojinin gelişimi, sermayenin yeniden değerlenmesi aşamasındaki süreç içinde anlamını bulmaktadır.

Dolayısıyla sözünü ettiğimiz yaklaşım, teknolojinin toplumsal yaşam içindeki bağlamlarına odaklanırken, toplumsal dönüşümü sağlayan teknolojik ilerlemelerin tesadüfî nedenlere ya da bilim insanlarının ve girişimcilerin kişisel başarıları veya hırslarına dayandıran kavrayışlarla çelişki halindedir. Kapitalist üretim ilişkileri içinde teknoloji, değişim değerine sahip mallara dönüşebilme olanağı var ise yaygınlaşmaktadır.

Marksist ekonomi politik içinde belirginleşen bu izleğin, teknoloji ve toplum arasındaki ilişkiyi esasen daha büyük tartışmalar içinde ele aldığını belirtmekte fayda vardır. Marksist yaklaşım ve tabi Mandel, özel olarak teknolojinin mi toplumsal ilişkileri yoksa toplumsal ilişkilerin mi teknolojiyi geliştirdiği sorusuna odaklanmamıştır. Fakat daha genel anlamda Marksizm, üreten insanın ekonomik etkinliğine yön veren dinamiklere odaklanırken teknolojik gelişimin sermayenin birikim süreci içindeki anlamına odaklanmıştır.

Bu çerçevede Gerard Dumenil ve Dominique Levy Kapitalizmin Marksist İktisadı (2009: 85) isimli eserlerinde sermayenin birikim süreci içinde tekniğin rolünü geniş bir perspektif içinde değerlendirmektedirler. “Kâr oranı, teknoloji ve ücrete bağlıdır; ücret istihdama bağlıdır; istihdam teknolojiye ve sermaye stokuna bağlıdır; sermaye stoku artışı kâr oranına bağlıdır vb.” Anlaşılacağı üzere, teknolojinin sermayenin birikim süreci içindeki anlamı pek çok değişkene bağlıdır. Ancak yazarların temelde vardıkları sonuç her koşulda tekniğin kâr oranlarını arttırdığı değildir. Marx’ın bu konu hakkındaki kimi görüşleri ise bu savı desteklemektedir. Ona göre, kapitalistler açısından “verimli yenilikler bulmak oldukça zordur” ve “emekten tasarruf ettiren fakat yüksek miktarda sermaye gerektiren yeni tekniklerin bulunma olasılığı epey yüksektir. Çok kârlı olsalar bile yeni buluşlar ortalama olarak sermaye verimliliğini azaltmaktadır” (Dumenil ve Levy, 2009: 89). Bir başka deyişle, teknolojik gelişme uzun vadede olumlu etkiler yaratma kapasitesi taşısa da, pahalı olduğu için kısa vadede sermaye verimliliğini azaltabilmektedir. Bu bağlamda yeniliğin kapitalistler için yarattığı maddi külfete dikkat çekilmiştir. Burada, teknolojik bir yeniliğin insan faaliyetlerine dâhil oluşunun ardında yatan koşullar daha da belirginleşmektedir. Yenilik ilk etapta pahalı olsa dahi emek girdisinde yarattığı azalmayla beraber yine kârlılığı sağlayabildiği ölçüde kullanılabilir. Bununla beraber Mandel (2008: 158), “her radikal teknolojik yenilik dönemini sermaye birikiminin ani bir hızlanması dönemi olarak” görmektedir. Mandel bu görüşü, teknolojik devrim süreçlerini kapsayan Marksist uzun dalgalar yaklaşımı çerçevesinde daha genelleyici ve teknolojinin sağladığı olumlu olanaklara dair bir yaklaşım sunarak detaylandırmaktadır. Mandel’e göre (2008: 165), bütün ekonominin ve iletişim ve ulaşım sistemlerinin makine üretimine uyarlanması, ilk dönemlerde sermaye birikimde ani bir hızlanmaya neden olurken, ilerleyen dönemlerde teknolojik gelişimin sunduğu gelişim dalgalarının sona ermesine neden olur. “Yeni motorların uygulanması daha da genelleştikçe, bu motorları yapan sanayilerin büyüme oranı gittikçe düşer ve büyümenin ilk evresinde hummalı bir tempoyla biriktirilen sermayelerin değer kazanmalarını sürdürmeleri gittikçe daha zor hale gelir” (Mandel, 2008: 165-166).

Mandel bu noktada, kapitalizmin tarihi ve gelişim dönemlerine ilişkin teknolojinin rolünü de kapsayan oldukça önemli bir sonuca varmaktadır. Teknolojinin gelişmesi ve yarattığı olanaklar dâhilinde kapitalizmin tarihi üç ana teknolojik devrimle mümkün olan genişleme dönemlerine tanıklık etmiştir:

“18. yüzyılın sonundan 1847 bunalımına kadarki uzun dönem. Bu dönemin temel özelliği, el zanaatları yapımı ya da manüfaktür yapımı buharlı motorun sanayinin tüm önemli dallarına ve sınai ülkelere giderek yayılmasıdır. Bu bizzat sanayi devriminin uzun dalgası idi. 1847 bunalımından 1890’ların başına dek süren uzun dönem. Bu dönemin temel özelliği birincil devingen makine olarak makine yapımı buharlı motorun genelleşmesidir. Bu birinci teknolojik dönemin uzun dalgası idi. 1890’lardan İkinci Dünya Savaşı’na dek süren uzun dönem. Bu dönemin temel özelliği, sanayinin tüm dallarında elektrikli ve içten yanmalı motorların kullanımının genelleşmesidir. Bu, ikinci teknolojik devrimin uzun dalgası idi. Kuzey Amerika’da 1940’ta ve öteki emperyalist ülkelerde 1945-48’de başlayan uzun dönem. Bu dönemin temel özelliği, makinelerin

elektronik aygıtlar yoluyla kontrolünün genelleşmesidir (ve aynı zamanda giderek nükleer enerjinin kullanımının yayılmasıdır). Bu üçüncü teknolojik devrimin uzun dalgasıdır” (Mandel, 2008: 166-168).

Dolayısıyla, teknolojik ilerlemeler kapitalist sistem içinde sermaye çevriminde ortaya çıkardığı hızlanma ve gelişme süreçleri bağlamında ele alınmalıdır. Daha önce de vurgulandığı gibi, sermayenin değerlenme sürecini kısaltmaya ve kârın artmasını sağlamaya dönük faaliyet, doğrudan doğruya bir teknolojik devrimin sonucu değildir, fakat bu faaliyet kârı ençoklaştırma amacı dâhilinde teknolojik gelişimin önünü açan bir rol oynamaktadır.