• Sonuç bulunamadı

A Moment On Technological Determinism: Computopia

6. Computopia: Ütopik Bir Sonuç

Masuda’nın enformasyon toplumu teorisinin doruk noktası, kitabının sonucu niteliğindeki Computopia bölümüdür. Adından da anlaşılacağı üzere ütopik bir toplum önerisi olan Computopia’da, günümüzde insanlığın yaşadığı hemen tüm sorunlardan azade bir resim çizilmiştir.

Masuda (1990:139), Computopia’nın asli amacının teknolojik sinerjizmin yeniden doğuşu olduğunu belirtmiştir. Teknolojik sinerjizim, insan ve doğa arasındaki ilk ilişkiden beri, insanın doğaya tabi olma ya da onu yok etme eğiliminin kırılması anlamına gelmektedir. Sözü edilen aşama, insanların hem kendi aralarında hem de doğayla olan ilişkilerindeki tüm sorun ve yabancılaşmayı aştığı aşamadır.

Kitabın sunuş bölümünde Ronie Lessem, teknolojik sinerjizmin 6 özelliğini şu biçimde özetlemiştir: (1) Her birey zaman-değerin farkında olacak ve buna göre hareket edecektir. (2) Karar ve fırsat eşitliği olacaktır.

(3) Çok çeşitli gönüllü topluluklar var olacaktır. Enformasyonun üretici gücünün gelişimi, insanı geçimlik emekten azade edecektir.

(4) Birbiriyle dayanışma halinde sinerjik toplumlar olacaktır. Sinerjik bir toplumda birey ve grup ortak hedeflere ulaşmak için beraber hareket ederler.

(5) Toplumlara hükmeden yönetici bir güç olmayacaktır. Sinerjik toplumlar bireylerin ve grupların bağımsız harmonisiyle var olacaktır.

(6) Computopia’nın amacı, teknolojik sinerjizmin yeniden doğuşu ve Tanrı’dır. Kutsal yeniden doğuş, Tanrı’nın inayeti ve insanın isteklerinin işbirliğine bağlıdır. Uygarlığın sanayi toplumundan enformasyon topluma evrilirken geçireceği öne sürülen değişimin son noktası bu şekilde özetlenmektedir. İnsan faaliyetlerinin, temelinde bilgisayarlaşmanın olduğu bir süreçle beraber, enformasyonun sonsuz üretimiyle çeşitlenmesi, beraberinde günümüze ait üretim ve iktidar biçimlerinin çözülmesini getirecektir. Sözü edilen evrenin en kritik noktası, enformasyonun nesne(l)leşmesi ve tüm insan faaliyetlerinin yeniden düzenlenmesinde yatmaktadır.

Masuda, özetlenen bu sonuca varırken, bazı kırılganlıkların (kontrol devleti riski ve bilgisayarlaşmayla beraber işsizliğin artması) olabileceğinden bahsetmiştir. Ancak sözü edilen bu iki tehlike, Computopia öngörüsü yanında çok ufak iki ayrıntı olarak kabul edilmiştir. Masuda’ya göre, insanlık, tezlerine hâkim olan maneviyatçı özle, bu iki sorunu da rahatlıka çözebilir (Masuda, 1990: 137-138).

Sonuç ve Değerlendirme

Enformasyon toplumu ve Computopia’ya dair ortaya atılanlar, kapitalizmin 1970’li yıllarda yaşadığı krize bir çözüm olarak ortaya atılmış tezlerle oldukça benzerlik taşımaktadır. Masuda’nın Japonya Enformasyon Toplumu Enstitüsü’nün kurucusu olması ve bu enstitünün çalışmaları kapsamında böyle bir sonuca varması, Computopia’nın kapitalist sistemin kırılganlıklarına verilmiş bir cevap olduğu fikrini pekiştirmektedir. Söz konusu durum, en kısa biçimiyle, enformasyonun nesne(l) leşmesine neden olan yenilikçi teknolojik devrimler ve insanın üretim pratiğinin eşitlikçi bir yön izleyerek tümüyle değişmesi çerçevesinde kurgulanmıştır.

1974 krizinin akabinde ortaya atılan gelişim politikaları, çoğunlukla neo-liberalizm olarak adlandırılmış ve özellikle, devletin bürokratik yapısından kurtulmak, emek sürecini yeniden düzenlemek ve ulusal pazar ve ulusal sınırları sermayenin hareketliliğini kolaylaştıracak biçimde yeniden düzenlemek noktasında yoğunlaşmıştır. Masuda’nın, esasen teorisini yaptığı bu süreç, 1980’li yıllarda başlayan ve 1990’lı yıllarda altın çağını yaşayan ama 2000’li yıllarda yeniden büyük bir bunalımla karşılaşan hâkim gelişim stratejisidir. Bu yönelim, öngördüğü gibi sinerjik bir demokratikleşme ve insanlar arasındaki eşitsizliği giderecek bir süreç başlatmaktan uzaktır. Bununla beraber, çokuluslu sermayenin ve bu sermayenin önünü açacak siyasi iktidarların güçlenmesine neden olmuştur. Yaşanılan süreçte, ulus devletler “ulusallıklarından” çok şey kaybetmiş olabilirler ve bürokratik düzenlemeler yerini daha hızlı ve daha pratik yönetim sistemlerine bırakmış olabilir, fakat özgürlüklerin ön planda olduğu, gönüllü toplulukların iktidarlarının geliştiği ve daha demokratik bir dünyanın kapılarının aralandığını söylemek oldukça güçtür.

Özetlediğimiz kadarıyla Computopia, adıyla müsemma bir öneri olarak 1970’li yılların bunalımına çözüm sunarken, teknolojik belirlenimciliğin sınırları içinde kalmaktadır. İnsanlar arasındaki eşitsizlik ve iktidarların işlerliğine dair bir tartışma, doğrudan ya da dolaylı bir bağlamda bulunmamaktadır. Hâkim bakış açısı, teknolojinin tüm toplumsal bağlamı belirlediğine dair bir tartışmayla şekillenmiştir. Bu anlamda Computopia, kaynağını teknolojik belirlenimcilikten alan kapitalist bir iyimserliğin ürünüdür. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağına ve iktidar süreçlerine odaklanmadığı gibi, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin kendisini başlı başına özgürleştirici araçlar olarak sunulmaktadır. Hâlbuki teknolojik araçlar, yine köklerini saldığı toplumsal bağlam içinde, önceden belirlenmiş amaçların bir sonucu olarak ortaya çıkar ve işlerlik kazanırlar. Bu sorunlu perspektif, kapitalizmin yeniden düzenlenmesinin ideolojik zemini olarak, özellikle 1980’li yıllardan itibaren hegemonik bir karaktere bürünmüştür. Düşün hayatını derinden etkileyerek, gelişim ve demokrasi sorununu, teknolojik gelişmenin bir koşulu olarak Batılı ülkeleri taklit etmek, onların belirlediği bir dünyada, onların kuralları çerçevesinde hareket etmek gibi çoğulcu ve demokratik olmayan politik amaçlara hizmet etmiştir.

Belirtildiği gibi 20. yüzyılda kapitalizm, bağımsızlığını yeni kazanmış diğer dünya ülkelerini de kapsayacak geniş bir ölçekte ekonomi ve hükümet politikaları içeren gelişim stratejilerine ihtiyaç duymuştur. Böylece, Batının kabul ettiği siyasi ve ekonomik politikaları benimseyen özellikle gelişmemiş ülkeler, Batılı ülkelerin gelişmişlik seviyesine açılan kapıları aralayabileceklerdir. Bu çerçevede, kapitalizmin gelişim sorunlarını çözmeye dönük temel kaygı, 20. yüzyılın gelişim modellerinde olduğu kadar, günümüzün gelişim modellerini de derinden etkilemiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, post-modernist tezler ve enformasyon toplumu teorileri de bu tarihsel arkaplana dayanmaktadır. Bu modellerin en belirgin özelliği çalışmanın da ana konusu olan, güçlü bir teknolojik belirlenim sorununa yaslanıyor olmalarıdır. Masuda’da ve daha genel olarak pek çok enformasyon toplumu teorilerinde teknoloji, toplumsal bağlamından kopuk, nasıl ve hangi koşullarda geliştiğine bakılmaksızın ele alınmıştır. Nitekim Dumenil ve Levy (2009: 58-59), yukarda özetlenen dönüşümün önemli unsurlarından olan Türkiye, Brezilya ve Meksika’nın GSYİH’nın (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) büyüme oranlarını karşılaştırarak şunları vurgulamaktadır:

“Birbirlerine çok benzer neo-liberal uygulamalarla geçen yıllar (1970-1998) içinde büyümenin yavaşladığı görülmektedir. Kırılma noktası gayet açıktır. Meksika ve Brezilya’nın büyüme oranları iki hatta üç kat küçülmüştür. Ekonomik durgunluğun tekrarı gündeme gelmiştir. Düşük büyüme hızı ve istikrarsızlık, neo-liberalizmin iyi öğrencilerine dikte ettiği yeni kapitalizm dersinin bilançosudur.”

Dolayısıyla, 1970’li yıllarda kapitalizmin içine düştüğü genel bunalım, yeni gelişme stratejilerinin belirlenmesine neden olmuştur. Kapitalizmin, bir sistem olarak hayatta kalmasını hedefleyen bu stratejilerin merkezinde, büyülü anlamlar içeren enformasyon toplumu vb. teorileri bulunmaktadır. Bu teoriler, çoğunlukla aktörleri belirsiz ve kendiliğinden olumlu bir takım öngörülere ve söylemlere yaslanmaktadır. Öyle ki, sözü edilen teoriler hegemonik bir nitelik kazanarak düşün dünyasını derinden etkilemiştir. Kallinikos (2007: 287), enformasyon ve iletişim teknolojilerinin kapitalist ekonomilerde olumlu dönüşümler yarattığını söylemek bir yana, kapitalist örgütlenmelerin adem-i merkezileşmesiyle, küresel çapta inşa edilen imparatorluk ve sermaye birikiminin el ele geliştiğini vurgulamaktadır. Tarihin hiçbir döneminde çokuluslu şirketlerin bu denli büyük bir zenginliğe sahiplik etmediği de sözü edilen sürece verilen örnekler arasındadır.

Dumenil ve Levy’nin gittikçe artan küresel eşitsizliğe dair ortaya koydukları resim bu bağlamda anlamını bulmaktadır. Bu nedenle enformasyon toplumu teorilerine hâkim olan, gelişmemişler ile gelişmişler arasındaki farkın kapanacağına vb. yönelik kendinden olumlu iddialar anlamsızlaşmaktadır. İletişim teknolojilerinin tarih boyunca süren gelişimi, eşitliği getirmek bir yana, içinde serpildiği ekonomik koşullara uygun bir işlev kazanmıştır. Küreselleşmeyi, yapısal ve teknik özellikleriyle mümkün kılan yeni iletişim teknolojileri, insanlar arasında eşitlik sağlamaktan çok kapitalist çelişkileri daha da derinleştirmiştir. Ayrıca Preston (2001: 34-36), sanayi toplumundan daha farklı bir toplumda yaşadığımızı ileri süren ütopik/gelecekçi üçüncü dalga teorilerinin 1980 ve özellikle 1990’lı yıllarda yakaladığı hegemonik üstünlüğe rağmen, ortaya attıkları iddiaların pek çok ampirik çalışma ile desteklenmediğini vurgulamıştır.

Buna benzer olarak Mike Wayne (2006: 59), 1990’lı yılların “yeni medya ve telekomünikasyon sektörünün iktisadından beslenen bir teknolojik determinizm örneğine sahne olduğunu” vurgulamaktadır. Ortaya koyduğu bu sorunun, kapitalist ekonomilerin ağırlıksız ekonomiler biçimine dönüştüğü, geleneksel üretim biçimlerinin yerini finans ve yeni medya ağırlıklı eğilimlere bıraktığı ve dolayısıyla kapitalizmin yapısal bir dönüşüme uğradığı şeklindeki iddialarda belirginleştiğine dikkat çekmiştir. Wayne, aynı yerde, Marx’ın Ekonomi ve Felsefe Yazıları adlı eserinde, “burjuva iktisat analizlerinin nasıl kapitalist gelişmenin kendi iç dinamiklerinden ve yapısal eğilimlerinden kaynaklandığını kavrayamadığını, onun yerine gelişimini ‘dış ve raslantısal gibi görünen koşullara’ bağlamaya tercih ettiğini” ileri sürmesini hatırlatarak, enformasyon toplumu, post-fordist toplum, sanayi sonrası toplum gibi kavramların ortaya atılış biçimindeki teknolojik belirlenimci özü eleştirmiştir.

Atlanılmaması gereken bir diğer nokta da, Masuda’nın Japonya devletiyle ve toplumuyla olan özel ilişkisi ve Japonya hükümetlerinin teknolojiye ilişkin politikalarıdır. Tarihsel süreç boyunca teknolojik gelişim ve devlet arasındaki ilişki değişken bir seyir izlemiştir. Devletler kimi zaman teknolojiyi ilerleten bir rol oynamış olsalar da, bazı zamanlar tutucu yasalar aracılığıyla teknolojik gelişimin önünde durmuşlardır. Japonya’nın bu açıdan durumu değişken olsa da, esas olarak 19. yüzyılın ortalarından itibaren teknolojik gelişmeye dönük ciddi bir devlet desteği ve geleneği geliştirdiği açıktır (Castells, 2008: 14-15, 86):

“Japonya deneyiminde küçük yenilikçi şirketlerin, üniversitelerin rolü olmamıştır. Dış Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın sürekli planlaması, keiretsu (dikey yapılanma ağında yer alan büyük şirketler) ile hükümet arasındaki sürekli etkileşim, Japonya’nın Avrupa’yı aşan, enformasyon teknolojisinin bazı alanlarında ABD’yi geride bırakan gücünün açıklanmasında kilit unsurlardır.”

kültürel yapısı üzerinde iki önemli etkisi olmuştur. Ekonomik açıdan, Japonya’da ilk etapta enformasyon teknolojileri “teknoloji ve işbirliği temelinde üretkenlik ve rekabet gücüne vurgu yaparak” ele alınmışken küreselleşmenin olumsuz getirileriyle henüz yüzleşilmemiştir. Ancak “uluslararası güçler Japonya’yı yurt dışı üretime, korunmasız, tali bir işgücü piyasasının rolünü genişletmeye zorlayınca” Japonya’da da bazı olumsuz algılar görülmeye başlanmıştır (Castells, 2008: 23). Kültürel açıdan ise enformasyon teknolojilerinin yaygınlaşmasının, geleneksel kimliklerin sarsılmasına ve yeni muhafazakârlık türlerinin popülerleşmesine neden olduğunu söylemek mümkündür (Castells, 2008: 28).

Masuda’nın bu çalışması, ilk olarak 1980 yılında basıldığı düşünüldüğünde, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin henüz yayılmaya başladığı ve hakkında oldukça iyimser bir havanın olduğu dönemin ürünü olduğu söylenebilir. Bunun yanında, çalışmanın henüz o yıllarda kültürel anlamda oldukça muhafazakâr beklentilerle şekillendiğini de belirtmekte fayda vardır.

Güncel gelişmeler de gösteriyor ki, günümüzün dünyası söz konusu toplum kurgularının öngördüğü değişimi yakalamaktan oldukça uzak ve sorunlu bir tablo çizmektedir. Öncelikle bahsedilen süreç, aktörleri belirsiz ve kendiliğinden bir gelişim öyküsüne sahip değildir. Yeni paradigmalar, yaptırım gücü yüksek küresel güçlerin belirleyiciliği altında, tek taraflı politikaları meşrulaştırmaktadır ve sermaye birikim alanlarının, kârı ençoklaştırmaya dönük amacına hizmet eden biçimde yeniden düzenlenmesini içermektedir.

Nitekim belirli bir teknolojik dönüşümü merkezine alan yaklaşımların gözden kaçırdığı nokta, söz konusu değişimlerin hangi aktörlerce belirlendiği, hangi politikaları içerdiği ve hangi amaçlar dâhilinde ortaya atıldığıdır. Tüm bu noktalara bakmaksızın, kapitalist sistemin mevcut dönüşümüne de facto olumlu özellikler vermek, dahası, bu fikirleri bir gelişim yasası içinde, kaçırılmaması gereken fırsatlarmış gibi sunmak, tümüyle sorunlu bir perspektife yaslanmaktadır.

Kaynakça

Başaran, Funda (2005). “Uzun Dalgalar ve Bilgi, İletişim Teknolojileri Paradigması”

İletişim Ağlarının Ekonomisi. Funda Başaran ve Haluk Geray (der.) içinde. Ankara: Siyasal Kitabevi. 59-72. Başaran, Funda (2010). İletişim Teknolojileri ve Toplumsal Gelişme. Ankara: Ütopya.

Castells, Manuel (2008). Ağ Toplumunun Yükselişi, Enformasyon Çağı: Ekonomi Toplum ve Kültür (Birinci Cilt). Ebru Kılıç (çev.). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.

Dumenil, Gerard ve Levy, Dominique (2009). Kapitalizmin Marksist İktisadı. Selin Pelek (çev.). İstanbul: İletişim. Harvey, David (1993). “Esneklik: Tehdit Mi Yoksa Fırsat Mı?”. Ayça Kurtoğlu (çev.) Toplum ve Bilim. Bahar (56-61): 83-92.

Jessop, Bob (2005). “Küreselleşme ve Mantık(sızlık)ları Üzerine Düşünceler.” Hegemonya, Post-Fordizm ve Küreselleşme Ekseninde Kapitalist Devlet. Betül Yarar. ve Alev Özkazanç. (der.). içinde. Ahmet Murat Aytaç (çev.). İstanbul: İletişim. 267-299.

Kallinikos, Jannis (2007). “ICT, Organizations and Networks.” The Oxford Handbook of Information and Communication Technologies. Robin Mansell, Chrisanthi Avgerou, ve Roger Silverstone (der.) içinde. Oxford: Oxford University Press.

Krishan, Kumar (2004). Sanayi Sonrası Toplumdan Post Modern Topluma. Ankara: Dost. Masuda, Yoneji (1990). Managing In The Information Society. Oxford: Basil Blackwell.

Mandel, Ernest (2008). Geç Kapitalizm. İstanbul: Versus Kitap.

Marx, Leo (1994). “The Idea of “Technology” and Postmodern Pessimism.” Does Technology Drive History? içinde. Leo Marx ve Morrit Roe Simith (der.). London: The MIT Press. 237-257.

Mutlu, Erol (2004). İletişim Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat.

Preston, Pascal (2001). Reshaping Communication: Technology, Information and Social Change. London: Sage Publications.

Somel, Cem (2002). “Az Gelişmişlik Perspektifinden Küreselleşme”. Doğu Batı. Şubat-Mart-Nisan (18): 195-204.

Timisi, Nilüfer (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi. Ankara: Dost.

Törenli, Nurcan (2003). “EİT Dolayımında Kapitalist Üretim İlişkilerinin Yeniden Yapılandırılması: Enformasyon Toplumu ve Düşündürdükleri.” SBF Dergisi. 58 (Nisan-Haziran): 191-219.

Törenli, Nurcan (2004). Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye. Ankara: Bilim ve Sanat. Törenli, Nurcan (2008). Yeni Medya, Yeni İletişim Ortamı. Ankara: Bilim ve Sanat.

Stevenson, Nick (2008). Medya Kültürleri. Ankara: Ütopya.

Van Dijk, Jan (1999). The Newtwork Society. London: Sage Publications.

Wayne, Mike (2009). Marksizm ve Medya Araştırmaları, Anahtar Kavramlar, Çağdaş Eğilimler. İstanbul: Yordam Kitap.