• Sonuç bulunamadı

4. ŞERRİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

1.1. GENEL HATLARIYLA ŞER PROBLEMİ VE TEODİSE

1.1.2. Problemin Dinlerdeki Yeri

1.1.2.1. Teist Dinlerde Kötülük Meselesi

Bilindiği üzere şer problemi özellikle, iyilikte ve merhamette sınırı olmayan, son derece adaletli bir Tanrı’nın varlığına inanan dinler için mevzu bahistir. Bu anlamda İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudiliğin problemle münasebeti gayet aşikârdır. Çalışmamızın geri kalan kısımlarında İslam düşüncesinde ve Kur’an-ı Kerim’de şer problemine detaylı bir şekilde değineceğimiz için burada konuyu İslamiyet ekseninde değerlendirmeye gerek duymuyoruz.

Hıristiyanlık ve Yahudiliğe baktığımızda ise; uluhiyyet telakkileri birbirine yakın olan bu iki dinin şer problemine dair izahları da çok büyük farklılıklar arz etmemektedir. Ehl-i Kitap şer mevzuunu insanoğlunun bilgisinin sınırlı olmasından yola çıkarak yumuşatma yolunu tercih etmiştir ki bu anlamda; “Kötülük ile ilgili bütün bu sorulara karşı hazır bir cevabımız yoktur. Şüphesiz Tanrı’nın hadiselerin bu şekilde olmasına müsaade etmesinde hikmetleri vardır. O’nun bu hikmetleri bizlere açık olmasa da daima iyi sebeplerdir.”32 ve “İnsan Tanrı’nın sınırlarını anlayamaz.

Ancak Tanrı ne kadarına müsaade etmiş ise onları kavrayabilir. Müsaade edilenden fazlasını öğrenmeye kalkışmak kâfirce bir küstahlıktır. Dünyanın ve cemiyetlerin uğradıkları musibetler, insanların günahlarının artmasından doğan ilahi ihtarlar ve cezalardır. İnsanların Tanrı’ya iteatkarlıkları artarsa felaketler azalacaktır.

19

Binaenaleyh çektiğimiz ızdıraplar, uğradığımız belalar Tanrı’nın adaletsizliğini ve inayetsizliğini göstermemekte, bilakis adalet ve lütfunun neticesi olmaktadır.”33 ifadeleri bu görüşü destekler mahiyettedir. Yine bu dinlerde Tanrı’nın şerri yaratmayacağı, aslında şerrin hayrın eksikliğinden kaynaklandığı, şerri isteyenin Tanrı olduğu fakat ona karşı koymak için kullarına ilim verdiği, şerlerin meydana gelmesinin Tanrı tarafından bilinmiş olduklarından kaynaklandığı düşüncesi hâkimdir. Ayrıca düalist doktrinin bir yansıması mahiyetinde âlemde iyi ve kötü olmak üzere iki esas olduğu ve dünyanın İsa’nın babası olan iyi esas tarafından değil, kötü esas tarafından yaratıldığı gibi düşünceler ile “Asli günah/düşüş” ve “Hür irade” teorileri şerri izah etmede başlıca öne çıkan fikirlerdir.

Fiziki kötülükler ile ahlaki kötülükler arasında bir bağ kurularak, esasen Tanrı’nın yarattığı her şeyin özünde iyiliği barındırdığı, dünyada meydana gelen tabii ve ahlaki bozuklukların insanların özgürce işledikleri günahların neticesinde meydana geldiği fikrini benimseyen hür irade teorisinin dayanaklarına Ahd-i Atik öğretilerinde rastlamak mümkündür.

Bunun yanı sıra şeytan ile ilişkilendirilen yılan figürü ve yeryüzünde kötülüğün ortaya çıkmasına sebep olan melekler hikayesi34, kötülüğün ilk

kaynağının, hür iradeye sahip insanı aşan bitakım varlıklara nispet edilmesinin yolunu açmıştır.

Hristiyan geleneği de kötülüğün, kaynağı itibariyle hür irade sahibi olan insanın Tanrı’nın emirlerine itaat etmemesi ile ilintili olduğunu savunan düşüncelerin izlerini taşısa da, bu dinde esas itibariyle kötülüğün kaynağının asli günah teorisi ile açıklandığı söylenilebilir.

Hristiyan itikadına göre; insanlar, babaları Adem ve anneleri Havva’nın cennette işledikleri ilk günahın cezasını yüklenmiş olarak dünyaya gelirler. İnsanda bu asli günahın izi fıtraten mevcuttur ki bu anlamda insanoğlu günah işlemeye her zaman meyillidir. İnsanlar fıtratlarında bulunan bu günahtan tek başlarına

33 Cebeci, Kur’an’da Şer Problemi, s.24.

20

kurtulamazlar. Bunun için Tanrı’nın oğlu İsa kendini feda edip, insanlığın fıtratından doğan günahlara kefareten insan şeklinde dünyaya inmiş ve çarmıha gerilmiştir.

Protestan geleneğindeki ilk reformistler, bu teoriyi benimsemekle birlikte insanın işlediği kötülüğün Tanrı’nın kuşatıcı ilminden ötürü ön bilgisi sonucu değil de ezeli takdiri ve bu takdire göre yaratmasıyla meydana geldiğini savunmuşlardır. Bu durumda ilk günah ve buna bağlı olarak bozulan insanın doğası da Tanrı’nın bizzat tayini ile olmuş zorunlu bir hadisedir.

Protestan gelenekte daha farklı yaklaşımlara da rastlamak mümkündür. Nitekim Doğu Hıristiyanlığın erken dönemlerinde de görülen; kötülüğün kaynağını insanın doğası gereği mükemmel olamayışı ve günah işlemeye meyilli oluşuyla ilişkilendirmekle birlikte, Tanrı’nın insana doğru yolu gösterdiği ve insanı kemale erişmeye muktedir bir yetenekte yarattığını kabul eden yaklaşımın da protestan geleneğinde kendine yer bulduğu söylenilebilir.

Bunların dışında Yahudi gnostisizminden sızan mistik düşüncelerin de etkisiyle Hıristiyanlıkta dünyada kötülüğün egemen olduğu fikrinin yer yer kendini gösterdiği görülmektedir. Mesela İsa’nın Kadisiye Çölü’nde imtihan edilmesiyle alakalı şöyle bir hikaye anlatılır; “İblis, İsa’ya çölde musallat olur. Onu açlıkla, susuzlukla ve kendisine eziyet vermekle çeşitli şekillerde imtihan eder. İsa kendisine kanmadıkça imtihanlarını zorlaştırır ve sonunda tepelik bir yere gelirler. Oradan aşağısı uçurum ve bir vadidir. Vadiden bütün dünya şehirleri gözükmektedir. Orada İblis İsa’ya şunu söyler: Sana yeryüzünün krallığını vereyim, yeter ki bana tabii ol! O zaman İsa da şöyle der: Benim krallığım göktedir!”35 Bu hikâyenin Hristiyan

literatüründe şeytanın yeryüzünün kralı olarak tanımlanmasıyla örtüştüğü ve bir bakıma dünyanın şeytana yani kötülüğe teslim edildiği mesajını verdiği görülmektedir.

Son olarak şer mevzuu ile bağlantısı hasebiyle Yahudilik ve Hristiyanlıktaki mesih inançlarına kısaca değinmenin faydalı olacağını düşünüyoruz;

35 Mustafa Armağan, İslam Ve Batı Kültüründe Şeytanın Farklı Konumları, Köprü Dergisi, yy.,

21

Hristiyanlıktaki evrensel bir kurtarıcı fikrinden farklı olarak Yahudilik’te; Tanrı’nın özel manada İsrail oğullarını (iyileri) koruduğu inancından yola çıkılarak, iyilerin çektiği acıların mesihin gelmesi ile sona ereceğine inanılır. Yahudilikteki mesih inancının Hristiyanlıktaki mesih inancından farklı olması, sadece evrensel olup olmamasıyla ilgili olmayıp, Yahudilikte mesih olarak yeni bir şahsın geleceğine inanılırken, Hristiyanlıkta ise İsa b. Meryem’in ric’at edeceğine inanılır. Her ne kadar şahıs ve kapsadığı alan açısından farklılıklar arz etse de diğer dinlerde olduğu gibi bu iki dinde de mesih inancının dünyadaki kötülükleri anlamlandırma ve bu kötülüklerin bir şekilde bertaraf edileceğine inanma isteğinden kaynaklandığı ve bu anlamda kurtarıcı mesih aracılığıyla gelecek olan dünyanın sonundaki nihai adalet ve mutluluk beklentisinin Yahudilik ve Hristiyanlıkta şerrin izahına dair baskın temalardan birini oluşturduğu söylenilebilir.