• Sonuç bulunamadı

İzafi Şer (Musa ile Bilge Kul Kıssası Bağlamında)

4. ŞERRİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

2.2. KUR’AN’DA ŞER ÇEŞİTLERİ

2.2.4. İzafi Şer (Musa ile Bilge Kul Kıssası Bağlamında)

Daha önce şerrin mahiyetine ilişkin yaklaşımlar konusunda ele aldığımız üzere şerrin izafiliği meselesi; insanın sınırlı olan algısından yola çıkmak suretiyle kötü olduğuna hüküm verdiği bazı olumsuz hallerin iyi veya kötü olma vasfının, aslında zamandan zamana, mekândan mekâna, kişiden kişiye yani durumdan duruma tamamen değişiklik arz edebileceğini ifade eder. Bu çeşit şerre Kur’an-ı Kerim’de de rastlamak mümkündür. Nitekim Yüce Allah kitabında şöyle buyurmaktadır;

“(Ey Müminler!) Kâfirlere karşı savaş size farz kılındı. Gerçi bu hoşunuza giden bir şey değildir. Ama şunu bilin ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için iyi/hayırlı olabilir; çok sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için pekâlâ kötü/şerli olabilir. Allah sizin hakkınızda hayırlı olanı bilir, fakat siz bilemeyebilirsiniz.”377

“İnsan sanki iyi bir şey istermişçesine kendisi için kötülüğü ister. Çünkü insan acelecidir.”378

“(Ey Müminler! Peygamber’in eşi Aişe hakkında) iftirada bulunanlar sizden beş-on kişilik bir güruhtur. Fakat siz bu olayı kendiniz için şer olarak görmeyin. Aksine bunda sizin için hayır vardır. İftiracılara gelince, onlardan her biri işlediği günahın cezasını çekecektir. Bu iftirada başı çeken kişi ise çok korkunç bir azaba mahkûm edilecektir.”379

İnsan aklının bir şeyin iyi veya kötü olduğuna hükmetmedeki acizliğini ve sınırlılığını ortaya koyan bu ayet-i kerimelerin dışında Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili mesaj yüklü bir kıssa ele alınmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz ayetlerin bir nevi tefsiri niteliğinde olan bu kıssa Kehf Suresi’nin 60-82. ayetlerinde mealen şöyle anlatılmıştır;

“Vaktiyle Musa yanındaki genç yardımcısına şöyle dedi: “İki denizin birleştiği yere kadar gideceğim. Oraya varmam yıllarımı alsa bile yoluma devam edeceğim.”

377 Bakara, 2/216. 378 İsra, 17/11. 379 Nur, 24/11.

137

İki denizin birleştiği yere vardıklarında mola verdiler. Ama o sırada balıklarını unuttular. Balık da denize dalıp gözden kayboldu.

İki denizin birleştiği yerden uzaklaştıklarında Musa yardımcısına şöyle dedi: “Getir artık şu öğlen azığımızı; zira bu yolculuk gerçekten bizi çok hırpaladı.”

Yardımcısı ise “Tüh, bak sen şu işe?!” dedi, “O kayanın yanında mola verdiğimizde balığı unutmuşum. Sana bundan söz etmemi unutturan da şeytandan başkası olmasa gerek! Doğrusu, balık inanılmaz biçimde canlanarak denize dalıp gittiydi.”

Bunun üzerine Musa, “İşte bizim aradığımız yer orası!” dedi. Derhal yola koyulup geldikleri istikameti takip ederek tekrar o kayanın yanına vardılar.

Orada seçkin bir kulumuzla karşılaştılar. Biz ona vahiy vermiş, tarafımızdan bahşedilen bilgi sayesinde işlerin iç yüzünü anlayıp kavrama, gelecekte olup bitecekleri önceden görme kabiliyeti bahşetmiştik.

Musa, o seçkin ve bilge kişiye, “Doğru olanı kavramam ve hep doğru olan şeyi yapmam için, sana verilen bilgiden bana da öğretir misin? Bunun için sana tâbi olmama izin verir misin?” dedi.

Bilge kişi, “Sen benimle birlikteyken olup bitecek şeylere tahammül edemezsin. Gerçek mahiyetlerini anlayıp kavrayamayacağın olaylar karşısında nasıl kendini tutabilirsin ki?!” diye karşılık verdi.

Musa, “İnşaallah” dedi, “Benim sabırlı biri olduğumu göreceksin. Hiçbir konuda sana itiraz etmeyeceğim.”

Bilge kişi, “Peki, o halde”, dedi. “Bana tâbi olduğuna göre, hangi konuda olursa olsun, ben sana açıklamada bulununcaya kadar bana hiçbir şey sormayacaksın!”

Bu konuşmanın ardından Musa ve bilge kişi yola koyuldular. Nihayet (bir kıyıya vardılar ve orada) bir tekneye bindiler. Fakat bilge kişi teknede bir delik açtı.

138

Musa bunu görünce, “İçindeki yolcuları sulara gömmek için mi yaptın bunu?! Gerçekten çok korkunç bir iş yaptın sen!” diye çıkıştı.

Bilge kişi, “Benimle birlikteliğe katlanamazsın dememiş miydim ben sana?!” diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Musa, “N’olur” dedi, “Sana itiraz etmeyeceğime dair verdiğim sözü unuttum diye beni paylama! Şu birlikteliğimizde beni zora koşma!”

Yine yola koyuldular. Derken, bir erkek çocuğa rastladılar. Bilge kişi çocuğu öldürdü. Bunun üzerine Musa, “Başka bir cana karşılık (kısasa kısas) olmaksızın masum bir cana kıydın ha! Sen gerçekten çok kötü bir iş yaptın!” diye çıkıştı.

Bilge kişi, ”Benimle birlikteliğe katlanamazsın dememiş miydim ben sana?!” dedi.

Musa, “Eğer bundan böyle sana soru sorarsam benimle arkadaşlık/yoldaşlık etmezsin. Çünkü artık benden işitebileceğin kadar özür işittin.” diye karşılık verdi.

Derken, yine yola koyuldular. Sonunda bir kasabaya varıp oradaki halktan yiyecek istediler. Fakat halk onlara konukseverlik göstermeye yanaşmadı. Derken, Musa ve bilge kişi o kasabada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Bilge kişi duvarı onarıverdi. Bunun üzerine Musa, “Eğer isteseydin bu iş karşılığında ücret alabilirdin.” dedi.

Bilge kişi ise “Artık yollarımızı ayırmanın zamanı geldi.” dedi ve ekledi: Bir türlü sabır ve tahammül gösteremediğin bütün bu olayların iç yüzünü şimdi sana açıklayacağım. Hani o tekne vardı ya, işte o tekne, geçimini denizden sağlayan yoksul insanlara aitti. Ben, tekneye bilerek, isteyerek hasar verdim. Çünkü o yoksul insanların peşinde tüm sağlam tekneleri gasp eden bir hükümdar olduğunu biliyordum.

Erkek çocuğa gelince, onun ana ve babası mümin kimselerdi. Bu çocuğun gelecekte ebeveynini azgınlığa ve kâfirliğe /nankörlüğe sürükleyeceğinden korktuk. Bu yüzden, çocuğu öldürürken Rablerinin o ana babaya daha hayırlı, şefkat ve merhametçe de daha duyarlı bir evlat nasip etmesini diledik.

139

Gelelim duvar meselesine; yıkılmak üzere olan duvar iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında onlara ait bir hazine gömülüydü. Çocukların babası ise dürüst ve erdemli bir kişiydi. Bu yüzden Rabbin, bir lütuf ve rahmet olarak, o iki yetim çocuk ergenlik çağına eriştikleri zaman hazineyi kazıp çıkarsınlar istedi.

Kısacası, bütün bu işleri kendiliğimden yapmış değilim.

(Ey Musa!) Bir türlü sabır ve tahammül gösteremediğin olayların içyüzü işte budur!”380

Görüldüğü üzere kıssada insan aklının ve algısının sınırlı ve aciz kapasitesine birtakım kötü görünümlü hadiseler üzerinden atıfta bulunulmuştur. Bu atıf üzerinden de “kötülük” olgusunun değişkenliğine vurgu yapılmıştır. Biz bu noktada Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün kıssa ile ilgili birtakım değerlendirmelerini aktarmakta fayda görüyoruz;

“Zira Musa bu kıssada zayıf ve aceleci tabiatlı insanoğlunun gaybi hakikatlerin ağırlığını taşıma kudretinden yoksun oluşunu, Bilge kişi ise zaman ve mekan kaydından bağımsız olan Zat-ı ilahiyyenin gaybi hakikatlere ilişkin sınırsız bilgisini temsil etmektedir.381 Bilge kişi(kul)-Musa kıssasında, nesneler dünyasındaki

gerçeklerin salt akıl ve duyularla algılanandan ibaret olmadığı; bilakis beşeri bilginin dış dünyada olup bitenlerin sadece bir boyutunu kavramaya kifayet ettiği; ancak bu dışsal-görüngüsel (zahiri) kavrayışla gaybi alanda mahfuz bulunan ilahi plan ve hesapların künhüne vakıf olunamayacağı ve nihayet nesnel varlık dünyasının bize meçhul veçhesindeki hakikatlerin ancak mutlak gayba muttali olan Allah tarafından bilinebileceği gibi çok önemli röper382 noktaları işaretlenmiştir. Bu cümleden olarak

Allah gaybi hakikatlerin bilgisine sahip oluşunu bir bilge kişi üzerinden dile getirmiş ve bu bilgiye atfedilen fiillerin te’viliyle, yani akıl ve duyuların kavramaktan aciz kaldığı gerçek anlamının ortaya konmasıyla birlikte, biz insanlara varlık âleminin öteki yüzüne dair birtakım ipuçları vermiştir. Yani ‘nesneler dünyasında olup biten

380 Kehf, 18/60-82.

381 Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2017; s.185. 382 Röper; belli bir yeri, bir noktayı yeniden bulmak için konulan sabit işaret.

140

olayların içyüzünü idrak hususunda rasyonel ve mantıksal veriler yeterli değildir.’ gerçeğini tikel örneklerle somutlaştırmıştır.”383

Bu değerlendirmelere katılmakla beraber kıssada dikkatimiz çeken başka bir hususa da değinmek istiyoruz;

Kıssada geçen ‘masum bir çocuğun öldürülmesi hadisesi’nde her ne kadar olayın iç yüzünde anne ve babayı azgınlığa ve küfre sürüklemesinden endişe duyulan çocuk yerine hayırlı bir evlat vurgusu varsa da sonuç itibariyle bu fiil, zahiren akılların ve vicdanların kabullenemeyeceği bir durum olmasının yanında, hiçbir ilahi dinin ve şeriatin de onaylamayacağı bir durumdur. Buna rağmen kıssanın sonunda bilge kulun “Bütün bunları kendiliğimden yapmış değilim.” şeklindeki ifadesi burada bir ilahi emrin olduğuna işaret etmektedir. Bu konunun kelam ilminde fiillerin ve eşyanın vasıflanmasında aklın ve şeriatin rolünün tartışıldığı hüsün-kubuh meselesi ile doğrudan irtibatlı olduğunu düşünüyor ve bu tartışmaların Musa ile Bilge kul kıssası kapsamında yeniden değerlendirilmesi gerektiğini belirtmek istiyoruz.

2.3. KUR’AN’DA ŞERRİN NİSPET EDİLDİĞİ VARLIKLAR