• Sonuç bulunamadı

İtikadi Şer (Hidayet-Dalalet Bağlamında)

4. ŞERRİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ

2.2. KUR’AN’DA ŞER ÇEŞİTLERİ

2.2.3. İtikadi Şer (Hidayet-Dalalet Bağlamında)

Kur’an-ı Kerim’de; “Sonra, Allah’ın ayetlerini yalanladıkları ve onlarla alay etmekte oldukları için, kötülük işleyenin sonu daha da kötü oldu.”357 buyurularak şer olgusunun itikadi alan için de geçerli olduğu belirtilmiştir. Hatta bazı ayet-i kerimelerde bu alan için söz konusu olan şerrin, “en kötü” şeklinde nitelendirilmesi suretiyle itikadi alanın önemi vurgulanmıştır;

“Hiç şüphesiz ki Allah katında canlı mahlûkatın en kötüsü/hayırsızı, (tıpkı bu müşrikler gibi) kâfirlikte direnenlerdir. Böyleleri imana gelmezler.”358

“Hiç şüphesiz kâfirlikte direnen Yahudi ve Hıristiyanlar ile müşrikler içinde temelli kalacakları cehennem ateşine mahkûm olacaklar. İşte mahlûkatın en kötüsü onlardır.”359

Bu çeşit şer kötülük problemi bağlamında ele alındığında ise; yaratıcıyı inkârın en büyük kötülük olarak kabul edildiği Kur’an-ı Kerim’de, hidayetin de dalaletin de Allah’tan olduğu beyanlarının bulunmasının, Allah’ın adaleti ile tenakuzluk arz edeceği hususunu gündeme getirmiştir. Bu noktada Kur’an-ı Kerim’de hidayet-dalalet meselesinin nasıl ele alındığına dair Rağıb el-İsfehani’nin şu tespitlerini aktarmakta fayda görüyoruz;

“Yüce Allah’ın insanlara hidayet vermesi dört şekilde olur:

Birincisi: Akıl, zekâ, zaruri bilgilerle donatılmış her insanın yükümlü tutulduğu hidayet. Bundan herkes kendi yeteneği, gücü, imkânı oranında istifade eder. Allah buyurur ki; “Musa: Bizim Rabbimiz her şeye şeklini veren, sonra da yolunu gösterendir”, dedi.”360

İkincisi: Peygamberlerin dili, Kur’an ve benzeri kitapları göndermek suretiyle insanlara yaptığı çağrı şeklinde ortaya çıkan hidayet. İşte Yüce Allah’ın şu ayette dile

357 Rum, 30/10. 358 Enfal, 10/55. 359 Beyyine, 98/6. 360 Taha, 20/50.

132

getirmek istediği de budur: “Onları buyruğumuz altında doğru yolu gösterecek önderler kıldık.”361

Üçüncüsü: Sadece hidayete erenlerin (hidayeti benimseyenlerin)362 elde

ettikleri tevfik (başarabilme imkanı sağlama). Yüce Allah’ın şu sözlerinde kastedilen de budur:

“Doğru yola girenlere gelince, Allah onların hidayetlerini arttırmış ve onlara kötülükten sakınma çarelerini ilham etmiştir.”363

“Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür.”364

“Hiç şüphesiz iman edip salih amel işleyenleri, imanlarından dolayı Rableri hidayete erdirir.”365

“Allah, hidayeti kabul edenlere, daha çok hidayet verir.”366

Dördüncüsü: Ahirette cennetin yolunu gösterme (hak kazananları ahirette cennetle mükâfatlandırma).367 Bu da yüce Allah’ın şu sözlerinde kastedilen

hidayettir: “Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin Peygamberleri bize gerçeği getirmişler.” derler.”368

Bu hidayet türleri basamaklandırılmıştır. Birincisini elde edemeyen ikincisini elde edemez. Hatta ikincisiyle mükellef olması bile doğru olmaz. Henüz ikinci basamağa gelememiş olanın üçüncü ve dördüncü basamağı elde etmesi söz konusu olamaz. Dördüncüsünü elde eden ise, önceki her üçünü de elde etmiş demektir. Üçüncüsünü elde eden de bundan önceki ikisini de elde etmiş sayılır. Bunu tersten okumak da mümkündür. Onun için bir insanın birinci sıradaki hidayeti elde edip ikincisini ve üçüncüsünü elde etmemiş olması mümkündür.

361 Enbiya, 21/73.

362 Yusuf Şevki Yavuz, “Hidayet”, DİA, 1998, c.17, s.474. 363 Muhammed, 47/17. 364 Teğabun, 64/11. 365 Yunus, 10/9. 366 Meryem, 19/76. 367 Yavuz, “Hidayet”, c.17, s.474. 368 A’raf,7/43.

133

Yüce Allah’ın zalimlerden ve kâfirlerden esirgediğini belirttiği her hidayet türü, hidayete erenlere (hidayeti benimseyenlere) mahsus olan tevfik manasına gelip, üçüncü kısma giren hidayet ve buna bağlı olarak da ahiretteki sevap ve cennete koyma anlamındaki hidayettir. Yüce Allah’ın şu sözlerindeki gibi;

“İnandıktan, Peygamber’in hak olduğuna şehadet ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkâra sapan bir milleti Allah nasıl doğru yola erdirir? Allah zalimler güruhunu doğru yola erdirmez.”369

“Bu (azap) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”370

Hülasa; Allah, hidayetini kabul etmeyene, hidayet vermez. Bu tıpkı şuna benzer; Ben hediyemi kabul etmeyene, hediye vermem. Benim bağışımı kabul etmeyene, bağış yapmam…”371

Rağıb el-İsfehani’nin sözünü ettiği hidayet merhaleleri bizleri; tüm insanlar için umumi bir hidayetin söz konusu olduğu, bu umumi hidayeti benimseyenlerin sünnetullah gereği hususi hidayete mazhar oldukları, benimsemeyenlerin ise bu hususi hidayetten mahrum oldukları ve dolayısıyla da dalalete saplandıkları, Kur’an’da bahsedilen hidayetin de dalaletin de Allah’tan olduğu beyanlarının bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde Allah’ın adalet sıfatına halel getirecek bir mahiyette olmadıkları sonucuna götürmektedir.

Yine kötülük problemi bağlamında gündeme gelen “Allah dileseydi herkesi hidayete erdirirdi.” anlamındaki ayetlerin de Allah’ın adaleti açısından problem teşkil ettiği yönündeki itirazlara karşı bir temellendirme yapıldığı takdirde şunları söylemek mümkündür;

Yüce Allah kitabında şöyle buyurmuştur;

“(Ey Peygamber!) O müşriklerin imandan yüz çevirmeleri zoruna gidiyorsa şunu iyi bilmelisin ki, yerin derinliklerine doğru bir tünel kazmaya veya göğe

369 Al-i İmran, 3/86. 370 Nahl, 16/107.

134

merdiven dayamaya gücün yetse ve böylece onlara (istedikleri türden) bir mucize getirsen onlar yine imana gelmezler. (Yine bilmelisin ki) Allah dileseydi onların tümünü imana getirirdi. O halde, sakın bu gerçekten bihaber gibi davranma!”372

“(O müşrikler/kâfirler öyle inatçıdırlar ki senden istedikleri mucize olarak böyle bir Kur’an değil de,) Okunduğu zaman dağları yerinden oynatacak, yeryüzünü yarıp parçalayacak ve hatta ölüleri konuşturacak bir Kur’an olsaydı, onlar yine inanmazlardı.( Gerçi Allah böyle bir Kur’an göndermeye de muktedirdir); çünkü her şey Allah’ın sınırsız güç ve kudreti dâhilindedir.

(Allah’ın mucize göndermemesinden dolayı müşriklerin imana gelmediğini zanneden ve bu duruma üzülen) Müminler hala anlayıp kavramadılar mı ki eğer Allah dileseydi herkesi doğru yola iletirdi.

İşledikleri günahlar sebebiyle o kâfirlerin/müşriklerin başlarından bela hiç eksik olmayacak ve/veya yanı başlarında dönüp duracaktır. Sonunda Allah’ın müminlere zafer vaadi yerini bulacaktır. Çünkü Allah vaadinden asla dönmez.”373

“(İşte bütün bunları yaratmak Allah’a ait olduğu gibi,) Doğru yolu göstermek de O’na aittir. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.”374

Bu bağlamdaki ayet-i kerimeler ilk okunduğunda zihinlerde şöyle bir önerme belirmektedir;

‘Eğer Allah isteseydi herkesi hidayete erdirirdi. Herkes hidayete ermiş değildir.

O halde Allah bazılarının hidayete ermesini istemedi ve böylece bazıları hidayete eremedi.’

Bu ayetlerin yukarıdaki önermeden yola çıkarak yorumlanması Kur’an’ın sarih beyanı ile bağdaşmamaktadır. Zira bu önermeden; Allah’ın en büyük kötülük olarak nitelendirdiği şirk ve küfre sapmak suretiyle dalalete saplanmanın, Allah’ın

372 En’am, 6/35. 373 Ra’d,13/31. 374 Nahl,16/9.

135

bazı kulları için murad ettiği ve bizzat dilediği bir durum olduğu gibi yanlış bir değerlendirme ortaya çıkar. O halde bu ayetler kötülük problemi bağlamında nasıl izah edilebilir? Bununla ilgili şu iki bakış açısını aktarmakta fayda görüyoruz;

İlk bakış açısına göre; “Eğer Allah dileseydi herkesi doğru yola iletirdi.” ifadesinde bir sünnetullaha, yani Allah’ın yarattığı ve insanın da var olduğu bu düzenek içerisinde değişmeyen bir takım ilahi kanunlara işaret olduğu söylenebilir. Evet hiç kuşkusuz Allah dileseydi herkesi doğru yola iletirdi. Ama böyle olmasını dilemedi. Aksine, insanın irade ve akıl sahibi bir varlık olmasını, bu vesileyle de iman veya inkarı kendi özgür iradesiyle seçmesini istedi.375

İkinci bakış açısı ise şu şekilde ifade edilmiştir; “Kainatın yaratılış ve yönetilişini kendi tasarrufunda bulunduran Allah’ın mutlak iradesiyle vazettiği bir esasa göre canlı veya cansız bütün varlıklar tabii olarak yaratıcılarına tesbih ve secde ederler. Şuurlu varlıklardan şeytan mutlak isyan, melekler de mutlak itaat çerçevesinde planlanmış, insanlar ise kendi iradelerine bağlı olarak bu ikisi arasındaki bir statüde tutulmuştur. Buna bağlı olarak Cenab-ı Hakk’ın bunca yaratık içinde bilindiği kadarıyla yalnız insan ve cin türü için tanıdığı hidayet veya dalaleti tercih hürriyeti O’nun mutlak irade hürriyetine herhangi bir sınırlandırma getirmez.”376 “Eğer Allah dileseydi herkesi doğru yola iletirdi.” bağlamındaki ayetler Allah’ın sınırsız kudretine vurgu yapmaktadır. Yani, evet Allah hidayet ve dalalet noktasında insanı hür ve irade sahibi kılmıştır. Fakat eğer dileseydi sınırsız kudreti ile insana bu irade hakkını tanımaz ve bütün kullarını bizzat kendi dilemesi doğrultusunda hidayete erdirirdi, muhakkak ki buna gücü yeterdi.

Aktardığımız iki bakış açısının da bahsi geçen ayetlerle ilgili makul düşünceler olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu iki paradigma da, bu ayetlerde Allah’ın adaletine halel getirecek bir yön olduğunu savunan tezi çürütecek nitelikte olup akla ve vicdana hitap edebilmektedir.

375 Akgüç, Kader Bağlamında İnsan Fiilleri, s. 89, 90. 376 Yavuz, “Hidayet”, c.17, s.476.

136