• Sonuç bulunamadı

Tarihsel ve Tasavvufi Arka Planı

Belgede Klasik Türk şiirinde tipler (sayfa 142-147)

1.5. ZÂHİT

1.5.1. Tarihsel ve Tasavvufi Arka Planı

Sözlüklerdeki anlam karşılığıyla kısaca dünyevi hazlara meyletmeyen biri olarak tarif edilen zâhit, klasik Türk şiirinde ise züht kavramının özünü kavrayamamış bir tip olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle züht hakkında bazı bilgilere sahip olmak gerekmektedir. Züht kavramı kelime anlamı itibariyle Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’nde, “Dünyaya ait şeyler ve hazlara rağbet etmeyip perhizkâr olmak, daima takva-yı iltizam ile ibadette bulunmak yerinde kullanılır bir tâbirdir. ‘Müntehabat-ı Risale-i Kuşeyriyye’de bunun için şu tafsilat vardır: Zühdün lügat manası bir şeye meyli terk etmektir. Hakikat ehli ıstılahı olarak dünyaya buğz ve nefret ibraziyle andan i‘razdır ve bazılar râhat-ı bekâyı (ahiret

128

rahatı) talepten için râhat-ı dünyâyı terktir.” (Pakalın, 2004: 665) tanımı ile karşımıza çıkar. Bir başka deyişle ise “Bir şeye rağbet etmemek, ona karşı ilgisiz davranmak, ondan yüz çevirmek gibi anlamlara gelir. Malı az olan kişiye müzhid, az yemek yiyene zâhid, az olan şeye zehîd, dünyaya karşı perhiz hayatı yaşamaya zehâdet denir. Zühdün karşıtı rağbettir.” (Ceyhan, 2013: 530).

Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü’nde züht kelimesi “Arapça, rağbetsiz

olmak, yüz çevirmek demektir. Kur’an-ı Kerim’de sadece Yusuf suresinin 20. ayetinde geçer. ‘Yusuf'un satışı konusunda rağbetsiz idiler.’ Tasavvufta dünyaya doludizgin dalmamak esastır. Zira Kur‘an-ı Kerim’de bunu destekler tarzda çok sayıda ayet-i kerime vardır, işte bir kaçı: ‘Ey inananlar! Eş ve çocuklarınızdan bir kısmı size düşmandır, onlardan sakının...’ (Tegâbün/14), ‘Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız bir fitnedir.’ (Enfâl/28), ‘Dünya hayatı, gurur metaından başka bir şey değildir.’ (Al-i İmran/185) ‘Dünyanın metaı azdır. Ahiret ise mutlakiler için daha hayırlıdır...’ (Nisa/77), ‘Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir.’ (En‘âm/32) ‘Ahiret dururken dünya hayatına mı razı oldunuz. Dünya hayatının geçimi, Ahirete nisbetle çok azdır.’ (Tevbe/38). Sûfiler, zühdü çeşitli şekillerde yorumlamıştır:

a) Haramdan zühdetmek, zühddür.

b) Helalden de zühd edilir. Bu ikincide, nasibine düşenin azıyla yetinip, artanı fakirlere tasadduk etmek gibi bir fazilet vardır. Süfyan-ı Sevrî, dünya ile ilgili isteği azaltmayı, zühd olarak tanımlar. Cüneyd de ‘elin boş olduğu şeyden, kalbin de boş olması, yani elde olana kalbin razı olmasıdır’ diye bir tanım getirmiştir. Mesrûk ‘Allah ile beraberken, bir sebebin etkisinde kalmayan kişiye’ zâhid der. İbn Muâz ‘alâka olmadan amel işleme, tamasız söz söyleme, reisliğe ulaşmadan izzetli olmaya ulaşılmadıkça, zühdün hakikatine erilmez’ şeklinde farklı bir yorum yapmıştır. Muhsinlerin, salihlerin müminlerin ve müslümanların zühdü, dünya ve onun zatından dolayı olurken, şehidlerinki, hem dünya, hem de âhiret konusunda gerçekleşir. Sıddıkların ki de diğer mahlûklar hakkındadır; onlar Hakk’ı O'nun sıfat ve

129

isimlerinden başkası olarak müşahede etmezler. Mukarrabînin zühdü de, isim ve

sıfatlarla bekada olur ki bu son grup, zatın hakikatındadır.’41

Dünya işlerinden uzak durmak ve dünya ile ilgili şeylere olumsuz bir tavır sergilemek olarak karşımıza çıkan züht, dünyanın faniliğinden mütevellit makam, mevki ve şöhret gibi şeylere ilkesel açıdan karşı olmayı ihtiva eder. Tevazu sahibi olma, ibadet etme ve ahirete yönelme zühdün bazı göstergeleridir (Ceyhan, 2013: 530).

İslamiyet’in ortaya çıkışından sonraki süreçte ahireti düşünerek bu dünyada iyi işler yapmayı esas alan bir grup ile bu dünyayı bırakarak öte dünyaya yönelen ve ölmeden önce ölme düşüncesini benimseyen bir grup tabiri caizse İslam dünyasını teorik ve pratik esaslar çerçevesinde ikiye ayırmıştır. Bu bağlamda dünyadan vazgeçme ve ölmeden önce ölme düşüncesine züht, bu düşünceyi benimseyen kişilere de zâhit denilmiştir (Zeybek, 2015: 311).

Züht kavramıyla ilgili ifade edilen çeşitli görüşler olmakla birlikte bir başka görüş de şöyledir:

“Züht, her türlü dünyevî zevke karşı koyarak kendini ibâdete vermektir. Başka bir söyleyişle, ahiret mutluluğu için geçici dünya rahatlığını terk etmektir. Daha çok, ‘takvâ’ terimiyle birlikte (zühd ü takvâ) kullanılır. Başlangıçta olumlu bir anlam taşıyan ‘zühd’, IX. yüzyıldan sonra yerini ‘tasavvuf’ kelimesine bırakmış ve şiirde semantik kırılmaya uğrayarak ‘zühd-i bârid / zühd-i huşk’ deyimlerini karşılamak üzere kaba ve ham sofuluk, şekilci ve merasimci, ama katı ve sert dindarlık, yobazlık gibi anlamları yüklenmiştir.” (Kalkışım, 2002: 66).

Züht ile ilgili yukarıda verilen bilgiler, klasik Türk şiirindeki zâhit tipolojisinin daha somut bir şekilde ortaya konabilmesi ve söz konusu tipin, İslam esaslı züht kavramıyla ne kadar ilişkili olduğunun anlaşılabilmesi için önemlidir. İslamiyet’in ortaya çıkışıyla birlikte var olduğunu bildiğimiz züht olgusunda, zaman içerisinde farklı yaşam tarzları ve değişik yorumlamaların neticesinde birtakım değişiklikler

41 http://dosyalar.semazen.net/e_kitap/TASAVVUF_TERIMLERI_VE_DEYIMLERI_SOZLUGU.pdf

130

meydana gelmiştir. Özellikle İslamiyet’in ilk yıllarından klasik Türk şiiri geleneğinin şekillenmesine kadar olan birkaç yüzyıllık süreç göz önünde bulundurulduğunda klasik Türk şiirindeki zâhit tipinin, İslamiyet’in ilk yıllarındaki züht kavramıyla olan ilgisinin son derece zayıf olduğu hatta hiç ilgisinin olmadığı anlaşılacaktır. Tabii bu sadece aradan geçen zamana bağlı olarak değil, toplum nezdindeki sosyolojik değişimler, belli mevkilerdeki insanların topluma kötü örnek olması ve insanlardaki din algısının farklı yorumlanması gibi çok daha farklı faktörler ile ilgili olabilir. Dolayısıyla zâhit tipinin ilk olarak klasik Türk şiirinde değil, yüzyıllarca önceden de var olduğu bir gerçektir. Nitekim “Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî zâhidlerin ilk defa İslâm’da görüldüğünü, Hz. Peygamber zamanında zühd nisbetinin imân ve İslâm şeklinde olduğunu, sonraları zâhid ve âbid şeklini aldığını, zühde yapışan, ibadette aşırıya giden ve dünyadan elini eteğini çeken grupların ortaya çıktığını, bunların kendilerine has yollar edindiğini belirtir.” (Ceyhan, 2013: 530). Bu bağlamda “hicri ilk iki asırda, dünyayı önemsememeyi gerçek dindarlık sayan zâhid ile çok ibadet ederek cenneti kazanmaya çalışan âbid en mükemmel dinî şahsiyet kabul ediliyordu. Tasavvufun gelişmesiyle birlikte gittikçe marifete daha çok önem verilerek zühd ve ibadet, marifete ulaşmanın vasıtaları kabul edilmeye başlandı.” (Üstüner, 2007: 487).

Din esaslı olmamakla birlikte bir hayat tarzı olarak züht anlayışı, basitlik, sadelik ve perhizkârlık bağlamında eski Yunan felsefesinde de önem verilen bir kavram olmuştur. Nitekim Aristo, Pisagor, Sokrat, Eflatun, Diogenes ve Anthistenes gibi kişilerde bu anlayışın yansımalarını görmek mümkündür (Uludağ, 2014: 76).

Zâhit tipi bağlamında, klasik Türk edebiyatından önceki dönemler incelendiğinde XI. yüzyılda Yusuf Has Hacib tarafından yazıldığı bilinen Kutadgu

Bilig’ in dört kahramanından biri olan Odgurmuş, özellikle zâhitlik yönüyle dikkat

çekmektedir. Mistik ve metafiziksel değerler gibi kavramları haiz olan Odgurmuş,

Kutadgu Bilig adlı eserin bazı beyitlerinde zâhit olarak nitelendirilmesine rağmen,

klasik Türk şiirindeki zâhit tipinden farklı bir yere sahiptir (Durmaz, 2008: 190). Odgurmuş’un zâhit olmasının yanı sıra münzevi bir hayat yaşaması, devlet işlerinden ve içtimai hayattan uzak durması dikkat çeken diğer hususlardandır (Çağatay, 1967: 41).

131 Bu dünya işinge katılmış kişi

Kılumaz tapug birle ‘ukbi işi42

Kutadgu Bilig b. 3340

Özüng koldı erse bu zâhid atın

Atıng boldı zâhid özüng tag katın43

Kutadgu Bilig b. 3915

Bu durumun, züht kavramına klasik Türk edebiyatından önceki dönemde yüklenen olumlu çağrışımlardan kaynaklandığını söylemek mümkündür. Nitekim Süreyya Beyzadeoğlu da zâhitlerle ilgili bazı hususlara ve tasavvuftaki bazı kavramlarda zamanla meydana gelen değişikliklere şu yorumu getirir:

“Yasaklar, katı davranışlar her zaman her yerde tepki doğurmuştur. Hele bu, dini sadece emirler ve daha çok da yasaklar manzumesi şeklinde gösterip, cennet yerine cehennemi ön plana alma şeklinde belirirse, kurtuluş kapıları tıkandığından kişiyi tepkiyi de aşarak isyana sürükler. İşte zâhidin âşıklar tarafından rakîp olarak görülmesinin sebebi, onların duygu, davranış ve yaşayışları karşısında müsamahasız oluşundandır. Divan şiirinde zâhid yerine bazen bir tasavvuf lügatı olan sofi kelimesi kullanılır. Bunun sebebini tasavvufun doğuşu ve gelişmesinde aramalıdır. Başlangıçta tasavvuf, güzel ahlaka sahip olmak, iyi işlerle uğraşmak ve başkalarına da güzel ahlakla ahlaklandırmak şeklinde ortaya çıkmış bir terbiye sistemidir. Fakat zamanla Müslümanlar arasında ortaya çıkan fitne sebebiyle bu anlayış kaybolmaya başlayınca bu sefer dinin emir ve yasaklarına sıkı sıkıya bağlı, müsamahasız bir zümre türemiştir ki, işte bunlar, sofilerin yerini alan zâhidlerdir.” (Beyzadeoğlu, 1991: 22).

Zâhitlere nâsik (nüssâk), kâri (kurrâ) münzevi adları da verilmiş olmakla birlikte Sühreverdî, İzzuddin Kâşî ve Câmî gibi kişiler zâhit, mütezzahit ve mürâî zâhit ayrımını yapmışlardır (Uludağ, 2014: 83).

42 “Bu dünya işine karışan kimse, aynı zamanda ibadet ve âhiret işini yerine getiremez.” [Reşit Rahmeti

Arat (hzl.) (1998). Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig II, Ankara]

43 “Sen bu zâhid adını istediğin için, adın zâhid oldu ve kendin de dağlara çekildin.” [Reşit Rahmeti

132

Belgede Klasik Türk şiirinde tipler (sayfa 142-147)