Klasik Türk şiiri geleneğindeki karakteristik yapısı genel hatlarıyla belirlenmiş olan rakîp tipi, bünyesinde çok sayıda olumsuz özellikleri barındırır. Sevgiliye ulaşma noktasında âşığın aynı zamanda rekabet ettiği kişi olan rakîp, bundan dolayı âşığın nefretini kazanmış biri olarak klasik Türk şiirinde yer alır. Bu nefretin boyutları ve sınırları bazen o kadar çok artar ki türlü beddualar, hakaretler, küfürler olarak karşılık bulur. Bu ifadeler kimi zaman açık seçik bir şekilde ifade edilirken kimi zaman da türlü anlam oyunlarıyla ve birtakım edebi sanatların yardımıyla ifade edilir.
14. yüzyıl şairlerinden Nesîmî, âşık ile sevgili arasında sıkıntı yaratan rakîbin amacına ulaşamaması yönünde bir nevi beddua eder:
Rakîbin olmasın maksûdu hâsıl Elif tek kaddimi dönüdürdü dâle
Nesîmî, Dîvân, g. 395/5
Aşk bağlamında ve sevgiliye ulaşma noktasında kendisinden başka hiçbir yol erini istemeyen âşık, sevgiliden rakîbi kovmasını ister. Rakîp gibi iftiracı ve fitneci birisinin sevgilinin kapısından uzak olması gerektiğini söyler:
Sür kapuñdan rakîb-i gammâzı Lâyık olmaz behişte bühtâncı
Ahmed Paşa, Dîvân, g. 300/6
Rakîbe atfen gayrimüslim yakıştırmasının şiirlerde çokça yapıldığı dikkat çekmektedir. Bu niteleme rakîbin toplum içindeki konumunu da göstermekle birlikte, arka planda hakâretâmîz bir söylem olarak kullanılmıştır. Günümüzde de sevilmeyen, nefret edilen ya da öfke duyulan birisine karşı kâfir, gâvur, dinsiz gibi söylemlerin kullanıldığını göz önünde bulundurduğumuzda söz konusunu durum daha iyi anlaşılacaktır.
116
Rakîple ilgili olarak Ahmed Paşa, onun Müslüman olmadığını ve bundan dolayı da hac esnasında yapılması vacip kabul edilen sa’y vazifesini yapmaması gerektiğini söyler:
Ka‘be-i kûyuñ tavâfına ne sa‘y eyler rakîb
Mekkeye varmak revâ mıdır Müselmân olmayan
Ahmed Paşa, Dîvân, g. 227/6
Sevgilinin bulunduğu yeri Kâbe’ye benzeten âşık / şair, kendisi dururken sevgilinin muhitinde rakîbin olmasına gerek olmadığını söyler. Bunu dile getirirken hem kendinin hem de Hz. Muhammet’in diğer adı olan Ahmet ile Hz. Muhammet’in amcası ve aynı zamanda onun en şiddetli düşmanlarından olan Ebû Leheb örünütüsünü kullanır:
Ağyâr kapın Kâ‘besini beklemesin kim Ahmed var iken hâfız aña Bû-leheb olmaz
Ahmed Paşa, Dîvân, g. 115/8
Muhyî, rakîbin iman ehli olan kimselerden ayırt edilebilmesi için alnına haç şeklinin damgalanması gerektiğini söyler:
Dergehünde müştebih olmasun îmân ehline Ur rakîb-i kâfirüñ alnına tamga-yı salîb
Muhyî Dîvân, g. 76/8
Rakîbin kâfir, dinsiz, gâvur, şeytan, keşiş gibi çeşitli ithamlarla birlikte anıldığı beyit sayısı oldukça fazladır. Aşağıdaki beyitte Bâkî, sevgiliye uyarıda bulunarak “Bulunduğun yerin önünde âşıkların kavga etmesini istemiyorsan kâfir rakibi öldürmelisin. Eğer o ölürse herhangi bir vuruşma ve mücadele olmaz.” demektedir:
Ser-i kûyuñda ger gavgâ-yı ‘uşşâk olmasın dirseñ Rakîb-i kâfiri öldür ne ceng ü ne cidâl olsun
117
Bir başka beyitte ise rakîbe seslenen şair rakîbin, sevgilinin yanağına ve ayva tüylerine el uzatmaması gerektiğini, çünkü onun dininin ve imanının olmadığını söyler. Gelenek dâhilinde sevgilinin yanağının sayfaya, yüzündeki tüylerin ise sayfaya yazılmış âyetlere / sûrelere benzetildiği bilinmektedir. Şair bu örüntüyü kullanarak kâfir olarak nitelediği rakîbi, dokunmasının yasak olduğu şeyler konusunda uyarır:
‘Ârız ü hattına yârüñ iy rakîb el sunma kim Yokdur iy kâfir bilürsin dînüñ imânuñ senüñ
Livâyî, Dîvân, g. 243/5
Sevgilinin muhitinden kendisi uzaklaştıran rakîbe dinsiz ithamında bulunan şair, aynı zamanda rakîbi Hz. Âdem’in cennetten uzaklaştırılmasına sebep olan şeytan ile bir tutar:
Kûy-i dilberden beni dûr itdi ol bî-din rakîb Şimdi bildüm kim o kâfir âdemüñ şeytânıdur
Muhibbî, Dîvân, g. 609/2
Âşık, sevgiliyi uyararak kâfir rakibi yakınına konumlandırmaması gerektiğini söyler. Sevgilinin bulunduğu yerin kutsiyeti nedeniyle rakîbin oraya giremeyeceğini; ancak onun kiliseye gidebileceğini dile getirir:
Koyma rakîb-i kâfiri kûyuñ içine dostum
Deyr degül bu Ka‘be’dür Ka‘be’ye girmesün keşiş
Muhyî, Dîvân, g. 312/5
Âşık ile rakîbin bir güzel uğruna giriştikleri mücadele, tıpkı din uğruna yapılan bir gazâdaki kâfir ile Müslüman mücadelesine benzer:
Kaçan İshâk rakîb ile nigârı çekişe
Din içün kâfir ile san ki müselmân çekişür
118
Yine din eksenli söylenen bazı sözlerde rakîp ile ilgili ağır ifadelerin olduğu dikkat çekmektedir. “Rakîbi tenha bir yerde kılıç yarasıyla öldür. Çünkü eski bir atasözünde de yer aldığı gibi ibadet gizli yapılır.” diyen Sâbit, âşığın rakîbini gizlice öldürmesini söyleyerek bunun aynı zamanda bir ibadet hükmünde olacağını ifade eder:
Zahm-ı şemşîr ile tenhâda rakîbi öldür Eskiden darb-ı meseldür ki ‘ibâdet mahfi
Sâbit, Dîvân, g. 322/3
Âşığın, rakîbe olan nefreti çok büyüktür. Hatta âşık, rakîbi öldürenleri cennetle müjdeler:
Kasr-ı cinâna dâhil olur kâfir öldüren Oldur rakîb-i kâfir ile kârzârumuz
Pervâne Bey Mecmû’ası37/ Nev‘-i dîger g. 5228/2
Rakîbin hayatını kaybetmesi, âşığın temennilerinden biridir. Sevgili ile arasında engel teşkil eden rakîbin ölmesi, âşık için bir umuttur. Bundan dolayı âşık bazen beddua ederken, bazen de başkalarından medet umar:
Yârumı benden cüdâ kıldı cüdâm olsun rakîb Boğazından asıla ide yâ gire idi yirlere
Necâtî, Dîvân, g. 543/4
Söz konusu rakîbin ölümü ise, bu âşık için hayırlı bir iştir. Hadis olduğu rivayet edilen “Hayırlı işlerinizi ertelemeyiniz.” sözünü dile getirerek onun bir an önce öldürülmesi gerektiğini belirtir:
Tereddüd eyleme öldür rakîb-i bed-kârı Efendi eyleme hayr işde zerrece te’hîr
119
Süheylî, Dîvân, g. 71/4
Rakîbe izafe edilen menfi nitelemelerden dolayı bazı eski yazmalarda rakîp kelimesinin tersten yani baş aşağı yazıldığı bilinmektedir. (Onay 2014: 382) Bu durumu örnekleyen şiirler mevcuttur:
Rakîbüñ başı olmuşdur aşağı Eyâ Zâtî bizim divânımızda
Zâtî (Onay 2014: 382)
Sanmañ ki na‘ş-ı zâhid her dem karîbdir Ma‘kûs beyt-i hicvde lafz-ı rakîbdir
Kethüdâzâde Ârif (Onay, 2014: 382)
Rakîbe yakıştırılan kâfir ve dinsiz gibi söylemler ile bazı yazmalarda rakîp kelimesinin baş aşağı yazılması birlikte düşünüldüğünde bu durum, akıllara Hristiyanların ölülerini tabuta baş arkada koymalarını ve o şekilde taşımalarını getirmektedir.
Sevgilinin kapısına saygı göstermek amacıyla başını koymak yerine ayağını koyan düşmanı normal karşılamak gerekir. Çünkü “O, kâfir ölüsü olduğu için onun ayağı tersinedir.” diyen Sâbit, bu durumu şöyle dile getirir:
‘Adû bî-hûş olup ser yerine pâ kor kapında O kâfir mürdesidir ayağı tersinedir cânâ
Sâbit (Onay, 2014: 264)
Rakîp kelimesinin bazı metinlerde ters yazılmasının yanı sıra bazen de söz konusu kelimenin yazılacağı esnada yazar kalem yazmaz olur, mürekkep müsaade etmez:
Rakîb adı gelicek nâmem içre Kalem yazmaz mürekkeb gılzet eyler
120
Mesîhî, Dîvân, g. 65/4
Küstah birinin padişahın yakınında bulunması uygun olmaz. Bundan dolayı rakîp de sevgilinin çevresinden uzak olmalıdır:
Rakîbi sür haremüñden revâ mıdur ki ola Nedîm-i hazret-i ‘izzet-me‘âb her güstâh
İshak Çelebi, Dîvân, g. 22/3
Erbâb-ı hased ya da ehl-i hased gibi nitelemelerle de karşımıza çıkan rakîp, âşığı
kıskandığı için sevgiliye âşık hakkında yalan yanlış bilgiler verir. Fakat âşık, sevgiliye tüm içtenliğiyle bağlı olduğundan emindir ve bunun için de Allah’ı şahit gösterir:
Çok dürûg eyler benüm hakkumda erbâb-ı hased Hak bilür cânâ saña sıdk ile ‘âşıkdur göñül
Hâletî, Dîvân, kt. 6156
Dürûg-i fitne-engîz-i rakîbe sarf-i gûş etme Sakın aldanma öyle bî-me’âl efsâneye lutf et
Nâşid, Dîvân, g. 9/5
Dürûg etmiş nifak-engiz olup yâr ile beynimde Rakîb-i mâr-dil habl-i vifâkı târ-mâr etmiş
Halepli Edib, Dîvân, g. 737/4
Osmanlılar, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı-Safevî çekişmesinin ortaya çıkardığı bir durum olarak devlet muhalifi ve isyancı gruplara karşılık olarak kızılbaş terimini kullanmıştır (Üzüm, 2002: 547). Bu durum, sosyal hayatın aynası mahiyetinde olan şiire de aksetmiştir. Nitekim Me‘âlî’nin aşağıdaki beyitlerinde rakîbi kızılbaşa, sevgiliyi ise Sultan Selim Han’a benzeten şair, rakîbin sevgili tarafından öldürülmesi konusunda şöyle söylemiştir:
121
Hîç Kızılbaş pençe-i Sultân Selîm Hândan halâs Me‘âlî, Dîvân, g. 268/4
İdiserdür leşker-i agyârı dil-dârum helâk Nitekim Sultân Selîm itdi Kızılbaş leşkerin
Me‘âlî, Dîvân, g. 189/3
Olumsuz her türlü özelliğin atfedildiği rakîp, bazı şiirlerde çeşitli hayvanlara benzetilerek aşağılanmış ve küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Aşağıdaki beyitte köpeğe benzetilen rakîple ilgili olarak şair, “Rakîbin saçma sapan ve boş sözlerine kulak asma. Köpeğin havlamasından ne çıkar?” demiştir:
Rakîbüñ herzesin gûş itme ‘Aynî Ne gam ol seg iderse saña ‘av ‘av
Karamanlı Aynî, Dîvân, g. 399/7
Rakîp, sevgilinin mahallesindeki köpeklerle birlikte ulur. Çünkü onlara baktıkça kendisini görür:
Seg-i kûyuñla uludı rakîbüñ K’olur aña nazar kıldukça hod-bîn
Mesîhî, Dîvân, g.182/8
Âşığı, sevgilinin semtine yaklaştırmayan köpek rakîp, âşığın sevgilinin kapısında ölmesine bile izin vermez:
Kapuñda ölmege Nev‘î’ye mâni‘ oldı rakîb O seg komadı ki bir lahza istirâhat idem
Nev‘î, Dîvân, g. 309/5
Köpek sıfatlı rakîp, sevgili nereye giderse gitsin bir an olsun onun yanından ayrılmaz:
122
Kande gitse bir dem ayrılmaz rakîb-i seg-sıfat Ol kuloğlı meyl ider varise segbân olmağa
Nev‘î-zâde Atâyî, Dîvân, g. 201/4
Çirkin suratlı rakîbin bağırıp çağırarak hayvanlık etmesinin sebebini merak eden Tırsî, şöyle söylemektedir:
N’içün hayvânlık eyler ol rakîb-i bed-likâ bilmem ‘Aceb feryâdı açlıkdan mı yemlikde saman yok mı
Tırsî, Dîvân, g. 191/4
Rakîbin benzetildiği bir diğer hayvan ise eşektir:
Rakîb oldı hammâl-ı bâr-ı emek Ki kuvvetlü hardur ezelden ne şek
Mesîhî, Dîvân, g. 137/l
Âşık, rakîbi öldürmeye niyetlendiği zaman, debbâğlar hemen onun eşek derisine talip olurlar:
Har rakîbi öldüreyin didigüm her dem bu kim Derisine müşterîyüz didiler tabbâglar
Mecma‘u’n-Nezâ’ir38/Nazîre-i Muhibbî g. 1130/8
Bir başka beyitte de sevgilinin bulunduğu yeri gül bahçesine, kendini bülbüle, rakîbi ise kargaya benzeten âşık; sevgiliden rakîbi kovmasını ister:
Sür mahallenden rakîbi bes degül midür Münîr Zâğ n’eyler gül-sitânda bülbül-i gûyâ yeter
Münîrî, Dîvân, g. 97/5
38http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/56057,mecmaun-nezair-edirneli-nazmi-pdf.pdf?0
123
Giyimi nedeniyle rakîbi, kargagillerin bir türü olan alakargaya benzeten şair, onun alakarga gibi garip bir şekle sahip olduğunu ifade eder:
Alaca kaftânlar giymiş rakîb Turfe kuş ‘ucbe harîf olmış ‘acîb Hey’et ü vasfına bak kim göresin Alakarga gibi bir şekl-i garîb
Sergüzeşt-i Za‘îfî mes. 493
İslam dininde haram olarak kabul edilen domuzun eti, kemiği, yağı, kılı vs. ile
ilgili olarak kutsal kitap Kur’an’da da açık bir hüküm39 vardır. Bu beyitte de rakîbi
domuza benzeten âşık/şâir, domuz öldürmeyi bir gazâ olarak görür ve domuz rakîbin vurulmasından memnun olur:
Vurdı rakîb bagrına dil-ber safâdur oh Toñuzdur ol pelîd ana vurmak gazâdur oh
Karamanlı Aynî, Dîvân, g. 108/1
Rakîbin kendini tarif etmesine gerek olmadığını, çünkü onun aslında domuz olduğunu söyleyen şair, bu durumu şöyle ifade eder:
Gördügüm toñuzdur anuñ bilürem mâhiyyetin Hîç tarîf itmesün kendüyi din baña rakîb
Münîrî, Dîvân, g. 14/4
Rakîp ile ilgili din eksenli ve hayvanlarla ilintili yorumlar şiirlerde çoğunluğu oluşturmakla birlikte dikkat çeken başka detaylarla da karşılaşılmaktadır. Mesela bazı beyitlerde rakîp, siyah yüzlü / kara yüzlü olarak tasvir edilmiştir. Bu nitelemeden hareketle rakîp tipi siyahî / zenci biri olabileceği gibi mecazî anlatımdan dolayı utanç
verici ya da utanılacak durum şeklinde olumsuz anlamlar da kastedilmiş olabilir.
Bununla birlikte rakîbin siyah yüzlü olarak tasvir edilmesinde farklı etkenlerin
124
varlığından da bahsedilebilir. A. Atilla Şentürk, rakîp tipinin klasik Türk şiirine yansıyan tipleşme süreciyle ilgili olarak maddî durumu iyi olan ailelerin çocuklarının bakımı ve onlara refakat etmesi amacıyla tutulan bakıcı, dadı ya da lala gibi kişilerin etkili olduğunu ve beyitlerdeki birtakım göstergelerin de buna işaret ettiğini belirterek şu tespitte bulunur:
“Eski edebiyatın yaşandığı devirlere bakılacak olursa zengin ailelerde çocuk doğunca bir dadıya emanet edilir, dadı çocuğun beslenme, bakım ve terbiyesiyle ilgilendiği gibi sokağa çıkılacağında da kendisine refakat ederdi. Çocuk kızsa büyüdüğünde de yanından ayrılmaz, hatta evlendiğinde dahi onunla birlikte giderdi. Erkek çocukları da -özellikle her cins insanın bulunduğu büyük şehirlerde- sokağa yalnız salınmazlar, yanlarında çoğu zaman siyahî kölelerden seçilmiş dadı veya lala, yahut aileden bir şahsın gözetiminde gezerlerdi. Bu refâkatçılar sokakta rast gelebilecek serseri güruhunun sataşmalarını yahut âşıkların lâubâlî hareketlerini hattâ dikkatlice bakmalarını dahi engelleyerek hâliyle onları zor durumda bırakırlardı.” (Şentürk, 1995: 355, 356).
Rakîp tipinin siyah yüzlü biri olarak tasvir edilişinin örneklerine 14. yüzyıl şairlerinden Nesîmî’de rastlamaktayız. Rakîbe “kara yüzlü” yakıştırmasını yapan Nesîmî, onun sultan konumunda olan sevgilinin civarında olmaması gerektiğini dile getirir:
Ey Nesîmî şol kara yüzlü rakîbe söyle kim Durmasın haddi değil sultân önüñden böyle gel
Nesîmî, Dîvân, g. 238/7
Rakîp, yüzünü ne kadar yıkarsa yıkasın onun yüzü ağarmaz diyen Aynî, rakîbin ten renginin siyahî olmasından ötürü onun asla beyaz tenli olamayacağını kastetmiş olabileceği gibi günümüzde de kullanılan yüzü kara deyimindeki gibi utanılacak ve yüz karartacak bir iş yaptığından dolayı ne yaparsa yapsın bu durumu telafi edemeyeceği çağrışımını da kastetmiş olabilir:
125
Rû-siyeh rengi kaçan reng-i siyâhından döner
Karamanlı Aynî, Dîvân, g. 144/3
Siyah yüzlü rakîp ile karşılaştırılmak istemeyen âşık, bu durumu cinsi bozuk karga ile şahinin bir olamayacağı mukayesesi ile dile getirir. Renk ilişkisinden dolayı “rû-siyâh” ve “zâğ” tabirlerinin birlikte kullanılmış olması da ayrıca dikkat çekici bir durumdur:
Rakîb-i rû-siyâh ile beni bir görme hıdmetde Bir olmaz zâg-i nâ-cins ile ey sâhib-hüner şâhîn
Rahîmî, Dîvân, g. 244/64
Karşusında ol gözi âhûyı teshîr eyleyüp Geçmiş oturmış rakîb-i rû-siyâh âdem gibi
Süheylî, Dîvân, g. 344/4
Siyah yüzlü rakîp, âşık ile sevgiliyi bir arada görünce kıskançlıktan dolayı benzi sararak tuhaf bir renge bürünür:
Sarardı beñzi hasedden benümle yârı görüp Rakîb-i rû siyehe bir garîb reng oldı
Pervâne Bey Mecmû’ası40/ Nev‘-i dîger g. 7244/4
Rakîbin fiziksel yapısıyla ilgili olarak dikkat çeken özelliklerden biri de yüzünün oldukça çirkin olmasıdır. Bu yüzden onunla yakın ilişki kurmamak gerekir ve uzaktan merhabalaşmak daha iyidir:
Ayak basmak ne lâzım meclis-i ‘uşşâka ey sûfî Rakîb-i bed-likâ ile ırakdan merhabâ yigdür
Bâkî, Dîvân, g. 186/3
126
Çirkin yüzlü rakîp, düşmanlık ve kıskançlık duygularıyla âşığı sevgilinin meclisinden ayırarak uzaklaştırır:
Ey rakîb-i bed-likâ hıkd ü hased ibrâz idüp Bezm-i cânândan beni dûr eyledüñ ifrâz idüp
Edincikli Ravzî, Dîvân, g. 107/1
Çirkin suratlı rakîp, tıpkı ayın önündeki kara bulutlar gibi âşığın, sevgiliyi görmesine engel olur:
Perdedir çeşm-i temâşâya rakîb-i bed-likâ Âh ol ebr-i siyah arada ey mâh olmasa
Bağdatlı Esad, Dîvân, g. 227/3
Rakîp tipi, kimi şairler tarafından etnik aidiyetler noktasında da ele alınmıştır. Bu bağlamda rakîp ile çingene arasındaki benzetme ilişkisinin kurulduğu beyitler dikkat çekmektedir. Bu hususta rakîbe atfedilen yüzün siyah olması ile çingene benzerliği göz önünde bulundurulabilir. Tırsî’nin ifadesine göre, sevgilinin bıyığının çıktığını gören çingene rakîp üzülerek kaçmıştır:
Bıyıgın gördi rakîbüñde üzildi ol dem Yel gibi yellenerek gitdi hemân çingane
Tırsî, Dîvân, g. 179/3
Rakîp ve çingene ilişkisi noktasında bir başka beyitte rakîbi çarşıda elekle gezerken gören âşık, onun çingene olabileceğini söyleyerek rakîbin kökeniyle ilgili bir tespitte bulunma çabasındadır:
Çingâne midir aslı rakîbüñ nedir âyâ Gördüm anı sûk içre bugün geçdi elekle
127
“Sembolize edilmiş bir tipi temsil etmekle beraber günlük hayatın türlü safhalarında yerine göre bazı şahıslara da âlem olabilen ‘rakîb’ en kısa ifade ile ‘engel’ teşkil eden herkestir.” (Şentürk, 1995: 340) şeklinde tanımı yapılan rakîp, önceleri Arap edebiyatında daha çok gözetleyici, murakabe eden; İran edebiyatında ise bekçi ve muhafız gibi anlamlarda kullanılmıştır. Kısmen 16. yüzyıla kadar Türk edebiyatında da bekçi, gözcü ve âşığın engeli çağrışımlarıyla ele alınan rakîp, sonraki süreçte âşık ve sevgili tipleri bağlamında araya giren kişi olarak olumsuz nitelemelerle anılmaya başlanmıştır. Ancak 14. yüzyıl şairlerinden Nesîmî ve Kadı Burhaneddin ile 15. yüzyıl şairi Ahmed Paşa’dan 19. yüzyılın temsilcisi Leylâ Hanım’a kadar olan süreçte beddua edilen, haset, fesat çıkaran, güvenilmez, yüzü kara, dinsiz, köpek, domuz, karga, eşek, kızılbaş vs. gibi türlü nitelemelere maruz kalan ve genel hatlarıyla çoğu şair tarafından ortak hususiyetler doğrultusunda eleştirilen bir tip olagelmiştir.
Tipleşme sürecinde Arap ve İran kültürlerinin yanı sıra rakîp tipi, toplum içinde bozgunculuk yapan, fitne ve fesat çıkaran, amaçları doğrultusunda her şeyi mübah gören bir zihniyeti temsil etmektedir. Bu zihniyetin temsilcisi olan bireyler her toplumda olabileceği gibi Osmanlı toplumunda da bulunmaktaydı. Dolayısıyla toplum içinde bir karşılığının olduğunu bildiğimiz rakîp tipi, çok sayıda kötü özellikleri bünyesinde toplayan bir tip şeklinde tasavvur edilmiştir.