• Sonuç bulunamadı

Aşk Bağlamındaki İşlevi

Belgede Klasik Türk şiirinde tipler (sayfa 147-156)

1.5. ZÂHİT

1.5.2. Aşk Bağlamındaki İşlevi

Klasik Türk şiirindeki zâhit portresinin ana hatları genel itibariyle belirgin bir şekildedir. Hayata dar ve sınırlı bir pencereden bakan zâhit, kendi gibi olmayanları yerer. Ahiret, cennet ve cehennem gibi kavramları sıkça ön plana çıkarır. İnsanları sürekli, günah ve cehennem kavramlarıyla korkutan bir tip olarak karşımıza çıkar. Sevgi ve aşk olgularına bakış açısı oldukça farklıdır. Soyut düşünme yeteneğinden uzak bir şekilde yaşar. En büyük arzusu cennettir. En yalın tabiriyle de kaba ve ham sofu olarak bilinir. Bağnazlığı temsil eder ve samimi değildir. Dolayısıyla alaycı bir dille kınanır ve genellikle beyitlerde olumlu çağrışımı olmayan kelimelerle birlikte anılır.

14. yüzyıl şairlerinden Nesîmî’de görüldüğü üzere, aşk bağlamında olumsuz bir figür olarak konumlanan zâhit tipi, şekilci anlayışın tezahürü olan eşyalarla donanmıştır. Bunun kendisine sevap olarak döneceğine inanan zâhidin karşısında ise aşktan başka her şeyden kendisini soyutlamış bir âşık tipi vardır:

Eğerçi zikr ü tesbîhin sevâbı çokdur ey zâhid Ben anı ‘aşka değişirdim anuñ geçtim sevâbından

Nesîmî, Dîvân, g. 320/11

Yine aynı yüzyıl şairlerinden Ahmedî, zâhit tipinin aşk karşısındaki duruşunu eleştirir. Kurtuluşa ermeyi sadece ibadet ve takva gibi konularda arayan zâhit, âşıklık misyonunu kendisine rehber edinen kişileri de sürekli olarak zühde ve takvaya davet eder. Ancak âşık olan biri için bu tür davetler ayıp sayılır:

Zâhid baña takvâ buyurur bilmez anı kim ‘Âşık olana ‘ayb olur zühd ile takvâ

Ahmedî, Dîvân, g. 629/8

15. yüzyıla gelindiğinde zâhit tipinin yine ibadet ve takva gibi yönlerle ön plana çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda da kendisine birtakım özelliklerin bahşedildiğini

133

sanan zâhidin su üstünde yürümesi bile aslında ârif olan kişi için bir şey ifade etmemektedir:

Zâhid su üzre yüridügüñ satmagıl kim ol ‘Ârif katında mertebe-i hâr u has ola

Karamanlı Aynî, Dîvân, g. 24/6

Gerek soyut gerekse somut olan her şeyin sadece dış tarafıyla / görünen yüzüyle

meşgul olan zâhit tipi, İsa nefesli44 ve can bahşeden sevgiliyi her ne kadar arzulasa da

amacına ulaşamaz. Sevgiliye sadece ibadet ederek ulaşacağını zanneden zâhit, kanatlanıp gökyüzüne uçsa bile sevgiliye kavuşamaz:

İremezsün zâhidâ vasluña ol Îsî-demüñ Dem-be-dem sa‘y-i riyâzetle gerekse göğe uç

Necâtî, Dîvân, g. 40/5

Zâhit tipinin toplum içinde öne çıkan en dikkat çekici özelliklerinden birisi, onun ikiyüzlülüğü ve riyâyı kendine yoldaş eylemesidir. Öyle ki zâhidin, sevgilinin kaşının mihrabına baş eğmemesine şaşılmamalıdır. Çünkü onun ikiyüzlülüğü gözlerine perde olmuştur. Âşık tipinde karşılaştığımız gönül olgusu ve aşk konusunda köprü vazifesi gören sezgi mekanizması gibi Muhammedî değerler, zâhitte bulunmaz:

Ta‘n degül zâhid kaşuñ mihrâbına baş egmese Gözlerine çün anun zühd-i riyâyî perdedür

Çâkerî, Dîvân, g. 25/2

Ahmak zâhit, ikiyüzlülüğüne bakmadan bir de ibadet etmek için bir köşeye çekilir. O haliyle de diğer taraftan cenneti arzular:

Zâhid ki mu‘tekif geçinür bû riyâyıla

44 “Divan edebiyatında Hz. Îsâ ile ilgili olarak zikredilen mazmunların büyük bir kısmı beşerî planda

ele alınmış ve onun çeşitli vasıfları sevgiliyi, dudağını, nefesini ve sözlerini, şairin övdüğü kişileri daha iyi anlatmak için kullanılmıştır.” (Uzun, 2000: 474)

134 Gör eblehi ki cennet umar bu riyâyıla

Prizrenli Şem‘î, Dîvân, g. 166/1

Sadece gördüğüyle hareket eden zâhit, görünenin ötesine geçemez. Bu da onu, manâların sırlarını anlamaktan alıkoyar. Şarap denildiğinde aklına sadece üzüm şarabı gelen zâhit, zâhirden öteye geçemez:

Sakın mey dirsem ey zâhid mey-i engûrı fehm itme Hüner esrâr-ı ma‘nâ anlamakdur lafz-ı muglakdan

Bâkî, Dîvân, g. 366/4

Bâkî, zâhidin hakikat sırrını öğrenebilmesi için kin ve hainlikten arınmış bir gönle sahip olması gerektiğini söylemektedir. Aşkın esrarına vakıf olabilmesi için zâhidin, buna dikkat etmesi gerekmektedir:

Hakîkat sırrın iy zâhid dil-i bî-gışş u gılden bil Rumûz-ı ‘aşkı fehm eyle biraz sen de bu dilden bil

Bâkî, Dîvân, g. 312/1

Zâhit, sevgilinin büyüklüğünü / ululuğunu sürekli olarak dile getirir; ancak onun güzelliğini, lütuf ve ihsan ile tecellisini göz ardı eder. Riyâ ve ikiyüzlülük ile dünyada mâteme boğulur:

Celâlin zikr idüp hakkun cemâlin hergiz anmazsın Riyâ vü zerkle zâhîd cihânda gark-ı mâtemsin

Ahmed Sârbân, Dîvân, g. 178/6

Kötü yönleriyle öne çıkan zâhit tipi, kendisine toplum içinde örnek bir tip olarak yer edinen rind tipini model almalıdır. Nitekim ikiyüzlülük ile işi olmayan rind tipi, zâhit gibi riyâ denizinde boğulmaz:

Ta‘n itme kendü hâlüñe bak rinde zâhidâ Gark idemez hele anı bahr-i riyâ vü zerk

135

Zâtî, Dîvân, g. 663/4

Kalleş nitelemesiyle birlikte anılan zâhidin elinden düşürmediği ve âdeta esiri olduğu tespih, onun ikiyüzlülüğünün en belirgin biçimsel göstergelerinden biridir:

Esîr-i dâne-i zerk oldı zâhid-i kallâş Elüñde dâm-ı riyâdır çevürdügi tesbîh

Bağdatlı Rûhî, Dîvân, g. 112/8

Zâhit, estetik bakış açısından yoksun bir tiptir. Dolayısıyla güzel ve güzellik gibi kavramlara da âşinâ değildir. Tabiri caizse etrafına at gözlüğü ile bakan zâhit, gerçek güzellikleri göremez. Yaratılışın özünde yer alan estetik, sanat ve güzellik gibi esasların farkında olmayan zâhit, dîni ibadet, takva ve şekilcilikten ibaret zanneder. Bu duruma dikkat çeken Fuzûlî, güzel gördüğü zaman onun kaşının mihrâbına secde etmeyen zâhide, dinini değiştirme tavsiyesinde bulunmaktadır:

Hûblar mihrâb-i ebrûsına kılmazsan sücûd Dînini döndergil ey zâhid ki yahşi dîn değil

Fuzûlî, Dîvân, g. 179/4

İbadetlerini cennete ulaşmak amacıyla yapan zâhit, cennete girebilmek için sevgilinin yüzünü âşıklara yasaklar ama; âşıklar için cennetin, sevgilinin yüzü olduğunu bilmez:

Cennet içün men‘ iden ‘âşıkları dîdârdan Bilmemiş kim cenneti ‘âşıklarun dîdâr olur

Fuzûlî, Dîvân, g. 96/2

Aşktan âdeta habersiz yaşayan zâhit tipi, toplum içindeki tip özellikleri bağlamında sadece akıl ile hareket eden bir tip olarak ön olana çıkar. Gönlünü kendisine rehber edinemeyen zâhit, dîn hususunda belli kavramlara saplanıp kalmıştır. Nitekim âşığın en büyük sevdası sevgilinin yüzüyken zâhidin tek emeli cennettir:

136 Zâhidüñ fikrinde cennet ‘âşıkuñ dîdâr-ı yâr Her kişinüñ lâ-cerem başında bir sevdâsı var

Pervâne Bey Mecmû’ası45/ La‘lî-i Selef g. 2005/1

Zâhit, şarap denilince sadece üzüm şarabını anlar ve bunu da her yerde kötüler. Ancak şunu bilmesi gerekir ki bu dünyada sevgiliyle beraber aşk şarabını içmeyen kişinin cennete gitmesi mümkün değildir:

Meyi ma‘şûk-ıla nûş eylemeyen dünyâda Zâhidâ cennete girmez dir-imiş pîr-i mugân

Prizrenli Şem‘î, Dîvân, g. 136/6

Zâhit, gönlüyle hareket edemediği için aşkın ne demek olduğunu bilmez. Bu nedenle zâhit, aşk bağlamında âşığın / rindin karşısındaki bir tip olarak yer alır. Akıl ile hareket eden zâhit, âşığın / rindin sevgili nezdinde güçlü bir yer edinebilmesi için karşıt güç konumundadır. Ancak zâhitte idrak etme yeteneği olsaydı âşığa / rinde züht teklifinde bulunmazdı. Daha da kötüsü zâhit, akıllı biri olarak telakki edilirken; âşık / rind ise deli / divâne olarak görülür:

Baña teklif-i zühd itmezdi idrâk olsa zâhidde Yazıklar kim añı ‘âkil beni dîvâne yazmışlar

Nef‘î, Dîvân, g. 29/2

18. yüzyıl şairlerinden Nedîm de zâhidin, kaba sofuluğundan şikâyet eder. Zâhidin, cennet havuzunun gamıyla ölüp gittiğini, kendilerinin (âşıkların) ise bir kadeh ile gamdan halas olacaklarını dile getirir:

Zâhid ölür gider gam-ı havz-ı behiştden Biz bir kadeh şarâb ile def ‘-i gam eyleriz

Nedîm, Dîvân, g. 48/4

137

Zâhit tipinin toplum içindeki şekilci bakış anlayışı ve üstünlüğü sadece ibadette görmesi gibi bazı karakteristik özelliklerinin 19. yüzyılda da devam etmesi dikkat çekmektedir. Konuyu örneklemek gerekirse, klasik Türk edebiyatı şiir dilinde güzellerin kaşının mihrâbı, Allah’a olan yakınlığı ifade etmektedir. Allah’ın, güzeldeki tecellisini göremeyen zâhit, salt şekilci bakış açısıyla yetinmektedir. Bu bağlamda, zâhit haccetmek istiyorsa şekilciliği bırakıp gönül Kâbe’sini tavaf etmelidir diyen 19. yüzyıl şairlerinden Süleyman Fehim, bu durumu şu beyitle dile getirmiştir:

Hacc-ı ekberse garaz sûret-perestîden geçüp Zâhidâ gel tâ’if ol bir kerre de dil Kâ‘besin

Süleyman Fehim, Dîvân, g. 45/3

Zâhit, aşkın ne demek olduğunu bilmediği ve dolayısıyla empati yapma yeteneğinden de mahrum olduğu için sevgili uğruna gözyaşı döken âşığı kınar. Ancak âşık / rind, zâhide seslenerek sevgilinin aşkı uğruna döktüğü gözyaşları yüzünden ayıplanmamayı ister. Çünkü söz konusu aşk yolculuğu, zâhidin anladığı / anlayabileceği bir mevzu değildir:

Ta‘n itme eşk- i çeşmüme sen ‘aşk-ı yârda Zâhid senüñ bu añladığın mâcerâ degil

Harputlu Rahmî, Dîvân, g. 106/3

Zâhit tipinin aşk bağlamındaki konumu 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar neredeyse hiç değişmemiştir. Beyitlerin tanıklığında varılan bu kanı, zâhidin tip olarak kabul edilmesinde önemli bir faktördür. Nitekim toplum içinde ve yüzlerce yıllık süreçte kaba sofuluğu, dini kısıtlı bakış açısıyla yorumlayışı, ikiyüzlülüğü, şekilciliği, aşktan yoksunluğu gibi birtakım özellikleriyle vücut bulmuştur. Dolayısıyla zâhit tipi söz konusu olduğunda insanların zihinlerinde ortak yönleriyle tasavvur edilen ve toplum içinde hayatını idame ettiren benzer görüşteki insanların temsilcisi konumuna gelmiş bir tipin karşımıza çıktığını görürüz. Bu süreçte zâhit, rind tipinin karşısında yer alan ve gerek düşünce yapısı gerekse hayat tarzı itibariyle toplumdaki bireyler tarafından benimsenmeyen bir tiptir. Yukarıda bahsedilen olumsuz özellikleri

138

nedeniyle rol model olabilecek bir yapıya sahip olmayan zâhit, insanlar tarafından örnek gösterilecek bir tip değildir.

1.5.3. Karakteristik Özellikleri

Bir tipin portresinin ortaya konulabilmesi adına onun karakteristik özelliklerinin tespit edilmesi önde gelen bir husustur. Diğerlerinden ayırıcı ya da öne çıkan hususlar olarak algılayabileceğimiz karakteristik özellikler; fiziksel özellikler olabileceği gibi ruhsal özellikler de olabilir. Yaratılıştan gelen ya da sonradan elde edilen birtakım değerler de bu bağlamda değerlendirilebilir.

Toplum içinde yüzyıllardır yaşayan ve hala da yaşamakta olan zâhit, kendi düşünsel dünyasında her şeyi doğru yaptığını zannetse de bu durum sadece fiktif düzlemde kalır. “İmgelemleri kuvvetli ve canlı olan kimselerin kendileri ve kendi özellikleri hakkında besledikleri saygı, cesaretlerini kabartır ve onlara hâkim ve kesin bir hal ve tavır takındırır. Başkalarını ancak istihfafla dinlerler; onlara ancak alay ederek cevap verirler, yalnız kendilerini ölçü tutarak düşünürler. Hakikati bulup ortaya çıkarmak için çok zaruri olan zihin dikkatini bir çeşit kölelik sandıkları için bu gibiler tamamıyla disiplin altına alınamaz bir haldedirler. Gurur, bilgisizlik ve körlük daima el ele vererek yürürler.” (Malebranche, 1997: 290).

Zâhit, her şeyden önce toplum nezdinde yani diğer bir deyişle sosyal tabakada karşılığı olan bir tiptir. Var olduğu dönemde gündelik hayatta karşılaşılan ve toplum içindeki konumuyla insanlar tarafından bilinen bir tiptir. Bilinmesinde ve tanınmasında en büyük etkenlerden biri de onun fiziksel özellikleri ve dış görünüşüdür. Klasik Türk şiirinin bizlere sunmuş olduğu verilerden hareketle ifade etmek gerekirse zâhit tipi tasvir edilirken ona izafe edilen özellikler bakımından ilk olarak sakal, cübbe, hırka, sarık, tespih, asa gibi maddî unsurlar akla gelmektedir.

Zâhit tipinin tespih taşıması ve dinî nitelikteki birtakım sözleri zikretmesi, onun kadim özelliklerindendir. Nitekim bunun yansımalarını 14. yüzyıl şairlerinden Kadı Burhaneddin’de de görmekteyiz. Önceleri zâhit gibi yaşayan âşık / rind, sevgilinin yüzünü gördükten sonra zâhidâne yaşam tarzını terk etmiştir:

139 Ben bir zemân zâhid idüm tesbîh ile tehlîl ile Şimdi ki gördüm yüzüñi uş rind ü evbâş olmışam

Kadı Burhaneddin, Dîvân, g. 757/2

16. yüzyıl şairlerinden Bâkî, cübbe ve sarık gibi şekilciliğe dayalı enstrümanlarla toplum içinde kendine yer edinmeyi amaçlayan ve cennete onlarla gideceğini zanneden zâhidin bu halini eleştirirerek cübbesiyle sarığını çıkarmasını tavsiye eder:

Zâhid ol sıklet ile uçmaga hazırlanma Çıkar ol cübbe vü destârı biraz hıffet bul

Bâkî, Dîvân, g. 307/5

Zâhit tipi ile ilgili dikkat çekici bir diğer özellik ise onun misvak taşımasıdır. Zâhit, aynı zamanda kullanımının sünnet olduğu da bilinen misvağı genellikle sarığının içinde taşır. Fakat misvak bile zâhidin ağzını temizleyemez:

Dehân-i zâhidi misvak ider mi hiç tathîr Bu çûb-i sünnet-i pâke yazık ola çârûb

Hakîm Mehmed Efendi, Dîvân, g. 10/6

Zâhitlerin ellerinde asa taşımalarının sebebinin de peygamber sünnetine dayandığına dair bazı bilgiler vardır. (Şentürk, 2016: 357) Ancak zâhit aşkın hallerini anlayabilmek için asa, tac ve hırka gibi eşyaları terk etmelidir:

Tâcı terk it hırkayı kar it ‘asâyı oda ur Zâhidâ bilmek dilersen n’idügin etvâr-ı ‘ışk

Hayretî, Dîvân, k. 7/13

Zâhidin üzerinde taşıdığı cübbe ve sarık gibi şeyler, âşıklar için ahmaklık yükünden başka bir şey ifade etmez. Zâhidin taşıdığı eşyalarla ilgili olumsuz izlenimlerin 17. yüzyılda da devam ediyor olmasını Dimetokalı Vahdetî aracılığıyla öğrenmekteyiz:

140 Çıkar ol cübbe vü destârı zarîfâne yüri Zâhidâ biz añı bir bâr-i hamâkat bulduk

Dimetokalı Vahdetî, Dîvân, g. 67/4

Zâhit tipinin fiziksel görünümüne yönelik bir başka özellik ise onun yüzünün çirkin olmasıyla ilgidir. 17. yüzyıl şairlerinden Rezmî, şarap kadehini görünce yüzünü kaçıran zâhidin, çirkin suratlı olduğu için ondan hazzetmeyeceğini söyler ve şu beyti dile getirir:

Câm-i sahbâyı görince dönderür zâhid yüzin Bed-likâ hazz eylesün mi baksa ol âyîneden

Rezmî, Dîvân, g. 385/3

Zâhidin fiziksel görünümüyle ilgili olumsuz tasvirler, 18. yüzyılda da şiirlere konu olmuştur. Bu bağlamda Sünbül-zâde Vehbî de zâhidin çirkin ve kötü yüzlü olduğunu dile getirir:

Kalmadı şimdi sâkî vü ney ü mey Zâhid-i bed-likâdır eglencem

Sünbül-zâde Vehbî, Dîvân, g. 192/6

Genel olarak asık suratlı ve çatık kaşlı bir portreye sahip olan zâhidin yüzü, ancak düşünde sevgiliye ulaştığını gördüğü zaman güler:

Zâtî degil beşâşet-i sîmâsı zâhidin Ancak düşünde yâri şikâr eyledikçedir

Halepli Edib, Dîvân, g. 570/3

Yüzünün çirkinliğinin yanı sıra zâhit, aynı zamanda ekşi suratlı ve somurtkan biridir. Bu durumu 19. yüzyıl şairlerinden Âkif, şöyle dile getirmiştir:

141 O turş-rû-yı ‘abûsı hayâl olursa kelâl

Âkif, Dîvân, g. 69/5

Tespih, sarık, misvak ve asa gibi zâhidin en belirgin alametlerinden olan eşyalar, 19. yüzyıl şairleri tarafından da ele alınmaya devam edilmiştir. Bu bağlamda söz konusu eşyalar, zâhidin ikiyüzlülüğünü gösteren enstrümanlar olarak algılanmıştır:

Sübha46 vü destâr ü misvak ü ‘asâsız hîçdür

Zâhid-i nâ-çîzi esbâb-i riyâdur gösteren

Yenişehirli Avnî, Dîvân, g. 340/3

Zâhit tipi 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar karakteristik özellikleri itibariyle neredeyse hiçbir değişime uğramadan güncelliğini korumuştur. Gerek sarık, asa, tespih, cübbe vs. gibi eşyaları olsun gerekse asık suratı, çatık kaşı, çirkin yüzü olsun, fiziksel açıdan sürekli olarak olumsuz nitelemelerle anılmıştır. Bunun yanı sıra taşıdığı eşyalar, onun ikiyüzlülüğünün delaleti olarak görülmeye devam edilmiştir. Dolayısıyla bir tipin, tipleşmesinde önemli bir yer tutan belirgin karakteristik özelliklerin, zâhit tipi nezdinde sağlam bir konuma sahip olduğu ifade edilebilir.

Belgede Klasik Türk şiirinde tipler (sayfa 147-156)