• Sonuç bulunamadı

Tarihi, Kültürel ve Doğal Çevre Koruma Kavramı

2. TARİHİ, KÜLTÜREL VE DOĞAL ÇEVRE KORUMA TANIMLARI,

2.1 Tarihi, Kültürel ve Doğal Çevre Koruma Kavramı

Mardan ve Özgönül (2005)’e göre; hava, su, toprak gibi yaşam ortamları, bu yaşam ortamlarını insanlarla paylaşan bitki ve hayvan toplulukları, toplumların tarih boyunca yarattığı uygarlık ve bunun tanıkları olarak ortaya çıkan tarihsel ve kültürel değerler, bir bütün olarak çevre değerlerini oluşturmaktadır. En basit anlamı ile çevre; bir şeyin yakını, etrafı, civarı, ya da toplumsal anlamı ile bir kimse ile ilişkisi bulunanlar veya bireyin içinde yaşadığı toplumu oluşturan ortam, ya da yaşamın gelişmesine etki yapan doğal, toplumsal, kültürel dış etmenlerin tamamı olarak tanımlanmıştır.

Genelde çevre; “insan faaliyetleri ile canlı varlıklar üzerinde, hemen ya da belirli bir süre içinde, dolaylı ya da dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin belirli bir zamandaki toplamıdır”. Ya da insan ve diğer canlıların etkileşim içinde bulunduğu doğal-yapay ve sosyal sistemlerin tümüdür. Bu bağlamda çevre tüm eylemler için hem bir kaynak, hem de bir sınır oluşturmaktadır.

Çevre; doğal çevre ve yapay çevre olarak iki bileşene ayrılabilmektedir.

Doğal çevre, genelde insanın oluşumuna katkıda bulunmadığı çevredir. Canlılar (bitki, hayvan ve insan toplulukları) ve bu canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan hava, su, toprak ile yer kabuğunu oluşturan katmanlar, yeraltı kaynakları vb. cansız varlıklar doğal çevre tanımı içinde yer almaktadır.

 Tarım Alanları

 Kırsal Karakteri Olan Alanlar  Kıyı Alanları

 Yeraltı Sularının ve Mineral Kaynakların Olduğu Alanlar  Yamaçlar ve Manzaralı Alanlar

 Sulak Alanlar ve Su Kalitesi Korunması Gereken Alanlar  Yaban Hayatı Koruma Alanları

 Rekreatif Alanlar

Doğal çevre içinde bulunan korunması gereken alanlar yukarıda maddeler halinde verilmiştir. Tarihi, kültürel ve doğal alanların korunması Hepcan ve Güney (1996)’e göre;

 Canlıların yaşamlarını sürdürebilmesi,

 Ekolojik süreçlerin devamının ve bütünlüğünün korunması,  Biyolojik çeşitlilik ve ekolojik stabilitenin korunması,  Psikolojik ve estetik yararların sağlanması,

 Bilimsel araştırma ve rekreasyonel aktiviteler için imkan hazırlaması,  İklimsel uçların yumuşatılması,

 Tarihi ve kültürel çeşitliliğin korunması açısından büyük önem taşımaktadır. Mardan ve Özgönül (2005); insanlık ve doğa tarihi çok yakından ilişkili olduğunu, bazı doğal oluşumların insan yaşamında önemli yer kapladığını, jeolojik miras olarak tanımlanabilecek bu geçmişin kültür varlıkları gibi belge değeri taşıdıklarını ve bu nedenle korunmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Doğal alanlar ve biyolojik çeşitlilik ortak mirasımızdır ve sorumluluğumuz bu mirası korumak ve geleceğe aktarmaktır.

Yapay çevre, ise insanın bilgi ve kültürel birikimine dayalı olarak doğal çevresi ile etkileşim içinde ve de onun kaynaklarını kullanarak oluşturduğu çevredir. Toplumların tarih boyunca geliştirdikleri uygarlıkların ürünü olan kültürel çevre de yapay çevre tanımı altında değerlendirilebilir. Bu tanımdan yola çıkılarak, “insanlığın tarih boyunca yarattığı kültürel değerlerin fiziksel çevreye yansımış olan görüntüleri” de tarihsel ve kültürel çevre olarak tanımlanmaktadır. Çevre değerlerinin korunması söylemi; sonraki kuşakların emaneti olarak, geçmiş kuşaklardan alınan mirasın gelecek kuşaklara, geliştirilerek aktarılması temeli üzerine de oturtulmaktadır.

Özellikle taşınmaz kültür varlıklarının oluşturduğu kültürel miras, geçmiş yaşamla ilgili bilgileri bize aktaran en somut ve en anlatımlı belgelerin başında gelir. Bizden önceki nesillerin yaşam biçimleri, ilişkileri, estetik anlayışları, yapı ve süsleme sanatında ulaştıkları düzey vb. birçok önemli bilgi ancak yapılar aracılığı ile alınabilir. Bu nedenle Mardan ve Özgönül ( 2005) geçmişi öğrenmek, deneyimlerinden yararlanmak, gelecek için örnek almak, bir belge olarak gelecek nesillere aktarılmak vb. birçok nedene dayalı olarak geçmişin bu "tanıkları"nın korunmaları gerekmektiğini belirtmektedir.

Sürdürülebilir kalkınma kavramından yola çıkılarak geliştirilen sürdürülebilir koruma anlayışı 1972 yılında kabul edilen Dünya Doğal ve Kültürel Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmede, Doğal ve Kültürel Miras tanımları da, benzer şekilde, bu eksen üzerinde verilmektedir.

Doğal Miras, estetik veya bilimsel açılardan evrensel değeri olan fiziksel, biyolojik oluşumların yarattığı doğal görünümler, jeolojik yapı ve coğrafya oluşumları ile endemik bitki ve hayvan türlerini barındıran alanlar ile bilim, koruma veya doğal özellikler bakımından evrensel önemi bulunan alanlardır.

Kültürel Miras, anıtlar, tarih, sanat veya bilim açısından evrensel değeri bulunan mimari yapıtlar, heykel ve resim çalışmaları, arkeoloji, mağara vb. yapıların elemanları ya da bunların birlikte topluca oluşturduğu eserler; yapı grupları- mimari, özgünlük ya da peyzaj olarak tarih, sanat veya biçim açısından evrensel önemi olan, ayrık ya da bitişik yapı grupları, sit alanları (tarihi, estetik, etnolojik veya antropolojik özellikleri ile evrensel değeri olan arkeolojik ve tarihsel sit alanları ile, insanların kendilerinin ya da doğa ile birlikte oluşturduğu kentsel sit alanları) olarak tanımlanmaktadır. Geçmiş uygarlıkların tanığı olan ve binlerce yıllık yaratıcılığın birikimlerini oluşturan tarihi yapılar ve eski kent dokularının, doğal değerlerle birlikte korunup toplumlara kazandırılması bütüncül çevre koruma anlayışının bir gereği olmaktadır (Kiper, 2004). Konu çevre değerleri olunca, koruma kavramı bu çalışmanın önemli eksenlerinden birisi olmaktadır.

Sözlük anlamı “muhafaza etmek, himaye etmek, aynen saklamak” olan koruma kavramı terimsel olarak bir varlığı tehlike ve dış etkilere karsı güvence altına almak anlamını taşımaktadır.. Kent Bilimi Terimleri sözlüğünde “Kentlerin belli kesimlerinde yer alan tarihsel ve mimari değerleri yüksek yapıtlarla anıtların ve

doğal güzelliklerin kentte bugün yaşayanlar gibi gelecek kuşakların da yararlanması için her türlü yıkıcı, saldırgan ve zararlı eylemler karsısında güvence altına alınması” olarak tanımlanan koruma; yüzyıllık bir süreçte yapıdan kente doğru bir gelişim göstermiştir (Keleş, 1998).

Kentsel koruma; toplumun geçmişteki sosyal, ekonomik koşullarını ve kültür değerlerini yansıtan fiziki oluşumun, günümüz sosyal ve ekonomik koşulları altında yok olmasına engel olmak ve geleneksel kent dokusunun gelişen kentle fonksiyonel bütünleşmesine sağlamak, geleneksel dokuyu müze kent halinde bırakmayıp modern yaşama entegre etmektir (Z.Gülersoy, 1977).

Geçmişte dini, ideolojik simge olan, yaygın beğeni kazanan yapıtlar toplumun iradesiyle ya da yaptıran kişinin geleceği düşünerek hazırladığı maddi kaynaklarla, örneğin vakıflarla yaşatılmışlardır. Bugün ise korumanın kapsamı anıtsal tek yapı çerçevesini aşmış tarihi kent dokusunu oluşturan mütevazı yapılar da koruma kapsamına alınmışlardır. Günümüzde tarihi bir sokak, mahalle, kent korunacak bir değer olarak benimsenmekte ve korunması kamu fonlarıyla desteklenmektedir (Ahunbay, 1996)

Kentsel kimlik öğeleri öncelikle, ister doğal ister insan eliyle yapılaşmış yapma çevreye ilişkin olsun, zaman içinde oluşur, döneminin tanıdığıdırlar. Onlar toplumun belleği ve “Ortak Mirası”dır. Sürdürülebilir planlama anlayışı içinde kimlik öğesi olan bu varlıkların yitirilmeden korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması temel görevdir (Suher, 2005).

Ö. Özden ve Görgülü (2006); kent kültürünün ve kent kimliğinin önemli bir parçası olan tarihi çevrenin gelecek kuşaklara aktarılmasının en önemli sorumluluklardan biri olduğunu ve bu sorumluluğun en temel sonucunun ise, kültür ve tabiat varlıklarını korumada, tüm dünya ülkelerinin ortak bir dil ve kritere sahip olma zorunluluğu olduğunu belirtmektedir. Bu amaçla korumaya ilişkin bir yasal sistem ya da sistemlerin gerekliliği kabul görmüş, önceleri bireysel çaba ve girişimlerle sınırlı kalan koruma kavramındaki gelişim; giderek her ülke için ulusal ve uluslararası sorumluluğa ulaşan bir konuma gelmiştir.

Sanayi devrimi sonrasında yaşanan gelişmeler yalnızca doğal çevre üzerinde değil, tarihi kültürel çevre üzerinde de baskılara neden olmuş, tüm çevre değerleri hızlı bir bozulma ve yok olma sürecine girmiştir. Bugüne kadar geliştirilen çevre söylemi

içinde, hava, su, toprak kirliliği gibi konularla, daha çok doğal çevre değerleri vurgulanmıştır. Doğal çevre değerlerinin korunması kuşkusuz, yaşamsal önemdedir. Ancak, doğal çevre değerleri ile tarihsel-kültürel varlıklar bir bütündür. İnsanlığın yüzyıllardır yarattığı tarihi ve kültürel değerlerin yitirilmesi de en az, doğal değerlerin yitirilmesi kadar önemli görülmelidir (Kiper, 2004).

Tarihsel-kültürel miras; geçmişle gelecek arasında bağ kuran, kimlik sorununu çözebilen, tarih derinliği ve bilinci yaratan, kuşaklararası iletişimi sağlayabilen; yenilenemez, sınırlı kaynak niteliği olan değerlerdir. Bu değerlerin yok olması, toplumlar arasındaki bağı, iletişimi ve dayanışmayı zayıflatmakta, giderek kimlik bunalımı ya da bir yere ait olamama “aidiyetsizlik” duygusu gibi sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Binlerce yıllık uygarlık tarihi içinde insanlığın belirli doğal ortamlarda yarattığı tarihsel-kültürel değerlerin korunması da, çağımızda tüm toplumların ortak sorunu olarak algılanmaktadır. Tarihsel-kültürel mirasın korunması, değerlendirilmesi, yaşatılması, bir yandan ulusların kimlik sorunları tartışmalarının temelini oluştururken; diğer yandan da, söz konusu değerlerin; dünyanın ya da insanlığın ortak mirası olduğu ve bu bağlamda korunmaları gerektiği savunulmaktadır (Kiper, 2004).

Kentlerin doğal, sosyo-ekonomik ve insan eliyle yapılaşmış çevre verilerini, özetle doğa, kültür varlıkları ve tarihsel gelişme sürecinde kazanmış olduğu kent yapısını, kent kimliğini, özetle ortak mirası, kültürel mirası büyük kayıplara uğramadan koruyabilmek, sınır ve sistem tanımadan tüm dünyayı sarmakta olan liberalizm içinde değil, planlama içinde aranmalıdır (Suher, 1998)

2.2 Tarihi, Kültürel ve Doğal Çevre Koruma Uygulamaları