• Sonuç bulunamadı

2. TARİHİ, KÜLTÜREL VE DOĞAL ÇEVRE KORUMA TANIMLARI,

2.2 Tarihi, Kültürel ve Doğal Çevre Koruma Uygulamaları

2.2.2 Koruma-Kullanma Dengesi

Dünyadaki koruma olgusunun tarihsel gelişimi incelendiğinde tarihi, kültürel ve doğal çevre koruma anlayışının değişmesine sebep olan önemli olayların bulunduğu görülmektedir. Sanayi devrimi, dünya savaşları ve son olarak liberal ekonomi ve buna bağlı gelişen özelleştirme ve kapitalizm en önemli kırılma noktalarıdır (bkz. Şekil 2.1). Bu bölümde 1980 sonrası liberal ekonomi ve buna bağlı tarihi, kültürel ve doğal çevre korumada değişen anlayışlar ele alınacaktır.

Liberalizmin temel ilkeleri bireysellik, rasyonellik, özgürlük, sınırlı sorumlu devlet, piyasa ekonomisi ve “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesini benimseyen doğal düzen liberal ekonomik sistemi oluşturmaktadır. Liberalizm ekonomide, en başta özel girişim demektir. Yani kapitalist üretim ilişkilerini benimsemektedir. Kapitalist ekonominin temel özelliği üretim araçlarının büyük çoğunluğunun özel ellerde bulunması ve üretimle gelir bölüşümüne önemli ölçüde piyasaların işleyişinin yön vermesidir.

20. yy başlarında egemen olan devletleştirme akımlarından 180 derecelik bir dönüşü temsil eden “özelleştirme”, 1970 sonlarından başlayarak çekiciliği azalan devletleştirilmiş endüstrilerin ve kadroları şişmiş ve hantal kamu teşebbüslerinin etkinliğini kaybetmesi ile ortaya çıkmıştır. Özelleştirme hızını arttıran bir diğer etken ise küreselleşme ve buna bağlı uluslararası ticaret ve yatırımların artması, dış ticarette rekabetin ön plana çıkmasıdır. Buna karşılık, özelleştirmenin küreselleşmenin temel taşlarından birini oluşturduğu söylenebilmektedir (Gökdere, 2001).

1980 döneminden sonra, dünyada benimsenen neo-liberal politikaların etkisiyle kamu iktisadi teşebbüslerinin milli ekonomi içindeki payı azalmaya başlamıştır. Piyasa ekonomisi isleyişinin önem kazandığı bu süreçte küreselleşme, uluslararası düzeyde sermayenin serbest dolaşımını öngörmüş ve ülkeler milli ekonomilerinde kamu kesimine düzenleyici olarak yer vermeye başlamışlardır. Bu durum, kamu kesiminin milli ekonomi içindeki payı ile birlikte; kamu iktisadi teşebbüslerinin payının da azaltılması sonucunu doğurmuş ve benimsenen özelleştirme politikaları ile birlikte kamu iktisadi teşebbüsleri yerini özel teşebbüslere bırakmaya başlamıştır. 1980 sonrası dönemde, küresel düzende ortaya çıkan ülkelerin ekonomik entegrasyon hareketleri, özelleştirme yolu ile ticari ve diğer kamu hizmetlerinin

gerçekleştirilmesine yönelik faaliyetlerde doğrudan devlet katılımının azalmasına ve böylece kamu kesimi faaliyetlerinin azalmasına yol açmıştır (Demircan, 2008 ) Küreselleşme ile birlikte liberalizmin de benimsenmesi sonucu; özelleştirme, minimal devlet, nötral devlet, hukuk devleti gibi kavramlar etrafında gerek siyasetçiler, gerek ekonomistler tarafından yürütülen tartışmalarda devletin kamusal alandaki yeri sorgulanmaya başlanmıştır. Özelleştirme ile birlikte devlet kararlarının ekonomi üzerindeki etkileri minimize edilmiş ve devletin rolü düzenleme denetim ve gözetim ile sınırlandırılmıştır. Özelleştirme, devletin iktisadi yaşamdaki yerini daraltmanın, onu savunma, güvenlik, eğitim, sağlık gibi asli fonksiyonlarına döndürmenin bir aracı olarak görülmektedir.

Kapitalizmin yirminci yüzyıldaki tarihine bakıldığında, sistemin liberalizm ile müdahalecilik arasında gidip geldiği söylenebilir. Piyasalar, söz konusu yüzyıla liberal olarak başlamış, 1929’daki Büyük Çöküş ile takibi olan Büyük Bunalım ardından müdahaleciliğin kurallarını belirlemiş ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra uygulamış, 1970’lere damgasını vuran enflasyonist baskılardan sonra da yeniden liberalizme yönelmiştir. Kapitalizm, müdahalecilik sonrasında, kendini liberalizme doğru çevirmiştir. Özgür ve Özel’e göre içinde yaşadığımız “küreselleşme” döneminin, kapitalizmin yeni bir aşamasını temsil etmek bir yana, bir eskiye dönüşe, yani refah devleti ve “sosyal devlet” deneylerinin başarısızlığının ardından tarihin “sarkacının” daha liberal bir konuma doğru devinmesine tanıklık ettiği ileri sürülebilmektedir.

Liberal ekonomik sistem, özelleştirme ve beraberinde gelişen küreselleşmenin kentlerin mekansal dönüşümünü de beraberinde getirdiği görülmektedir. Küreselleşme sürecinde insanoğlu büyük bir dönüşüm yaşamaktadır ve bu sürecin zihinsel ve mekânsal dönüşüm merkezi olarak kentler ön plana çıkmaktadır. Bu süreçte dünya üzerinde birçok kent özellikle ticaretin sağladığı avantajla öne çıkmaya ve uluslararası alanda adı devletlerden daha çok anılmaya başlamıştır. Bu da ulus devletin artık yetersiz bir örgütlenme olduğu, geleceğin hâkim yönetim mekânlarının kentler olacağı tartışmalarını da beraberinde getirmiştir (Keyder, 1993). Bütün bu gelişmeler ışığında, kentler ve küreselleşme süreci arasındaki etkileşim, yeni bakış açılarını gündeme getirmektedir. Kentin dünya ekonomisine eklemlenme biçimi ve bu süreçteki mekânsal fonksiyonlar, kentte oluşan yapısal değişiklikleri

etkilemektedir. Bu süreçte küresel sermayeyi çekebilecek altyapıya sahip olan kentler giderek dünya kenti hiyerarşisinde yerlerini almaya başlamışlardır. Dünya kentleri, uluslar arası göç konusunda odak noktaları olarak öne çıkmaktadırlar. Kentler artık günümüzde ekonomisiyle, kültürüyle, sosyal ve siyasal yapılanmasıyla ön plana çıkan birimler olmuşlardır (Aslanoğlu, 1998).

Şekil 2.1 : Koruma-Kullanma Dengesi

Küreselleşmeye paralel olarak gelişen süreçler şu şekilde özetlemek mümkündür;  Gelir dağılımındaki dengesizliğin artışı

 Ulus devletin zayıflaması

 Sermaye ve kentlerin öne çıkması  Sömürünün yaygınlaşması

 Yoksullukların artması

 İşsizliğin küreselleşmesi ve artması  Suçun küreselleşmesi ve artması

 Yaşamların birörnekleşmesi  Kültürel göreliliğin yok olması  İnsan haklarının yozlaşması  Doğal çevrenin tahribatı

 Bilginin ve iletişimin metalaşması  Çevrenin ve kıt kaynakların metalaşması

 Belirsizlik, korku ve kaosun öne çıkması (Yıldızoğlu, 2006)

Çevre, devletin işlevlerinin değişmesinin ve piyasalaşmanın en doğrudan ve kritik etki doğurduğu alanlardan biridir. Neoliberal yaklaşıma göre çevre varlıkları, sermaye birikimi sürecindeki üretim unsurlarından biridir. Başka bir söyleyişle, “kaynak deposu”dur. Denizler, okyanuslar, ormanlar, bitkiler ve hayvanlar, yeraltı ve yerüstü su varlıkları kısacası doğa, kapitalist meta döngüsü içine girmiştir. Doğa varlıkları hızla değişim değeri yüksek ürünlere dönüştürülmekte ve aynı hızla atık üretilerek yeniden doğaya bırakılmaktadır.

Doğaya bu biçimde yaklaşan neoliberal sermayenin çevre koruma önlemlerine karşı tavrı da şu gerekçeler nedeniyle olumsuzdur;

 Doğayı korumak ya da doğayı koruyarak üretim yapmak maliyet ve rekabet eşitliğini bozmaktadır.

 Çevresel önlemler, üretim sürecinin ve ticaretin kontrol edilmesi, kamu denetimi oluşturulması anlamını da taşımaktadır. Kamu karışması ise piyasa işleyişini bozmaktadır.

 Çevresel önlemler, yerli sanayinin dış rekabetten korunması işlevi de görmektedir; bu nedenle de küresel serbest ticareti öteki deyişle sermayenin sınıraşan dolaşımını engelleyen en önemli engellerden biridir (Şengül, 2008). Tek kutuplu dünya savı ile ortaya atılan küreselleşme sürecinde tarihi, kültürel ve doğal değerlerin korunması sorunu farklı bir nitelik kazanmıştır. Küreselleşmenin etkisi ile fiziksel çevreler, tüketim eğilimleri ve yönetim anlayışları gibi kentsel yaşamın her alanında giderek birörnekleşme süreci yaşanmakta, özgün yerel kimlikler zamanla yitirilmektedir. Geçmişte kentlerdeki tarihsel-kültürel değerlerin korunması konusu daha çok yerel, bölgesel ya da ulusal kimlik oluşturmanın bir aracı

olarak görülüp, bunların ilgili ülkelerce korunması gereğinden söz edilirken, çağımızda söz konusu değerlerin doğal değerlerle birlikte insanlığın ortak mirası olduğu vurgulanmaktadır. Bu bağlamda; koruma, küresel ölçekte de uluslararası bir sorumluluk alanı olarak değerlendirilmektedir.

2.3 Tarihi, Kültürel ve Doğal Çevre Koruma Uygulamalarında Kullanılan Yasal