• Sonuç bulunamadı

TARİH ÖNCESİ ÇAĞLARDA VE İLK ÇAĞ’DA MODEL ANLAYIŞI

II. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ

4.1. TARİH ÖNCESİ ÇAĞLARDA VE İLK ÇAĞ’DA MODEL ANLAYIŞI

Prehistorique kelimesini ilk 1833’te kullanan Fransız Tournal olmuştur. Bugünkü “Prehistorya” terimiyle de kullanımı ilk kez 1851’de Daniel Wilson tarafından gerçekleştirilmiş ve böylece bilim diline girmesi sağlanmıştır. “Tarihi Çağlar Arkeolojisi” olarak anlam kazanan Prehistorya, “Yazı Öncesi Çağlar Kazı Bilimi” veya “Prehistorik Arkeoloji’si olarak adlandırılmıştır. Prehistorya bugün, tamamıyla yok olmuş, tarihsel iz ve kalıntıları kalmış insan topluluklarının yaşam biçimlerini, o zamanki fiziki ortamlarını, doğal ve biyolojik çevrede nasıl, ne şekilde ve nerelerde yaşamlarını idam ettirdiklerini açıklayan ve günyüzüne çıkaran bilim dalıdır (Esin, 2008: 1283).

Geçmişteki insan toplulukrarının barındıkları yerleşim yerlerini ve yaşam biçimlerini, tarihte ilk site yerleşim şeklini, topluluklar arasındaki kültürel ilişkileri ve bu kültürlere bağlı kültürel değişimleri de inceler ve aydınlatır diyebiliriz. Prehistoryanın (Paleolitik Çağ, Mezolitik Çağ, Neolitik Çağ, Kalkolitik Çağ ve Maden çağı) M.Ö. 2,5/ 3 milyon yıl ile M.Ö. 1. bin yılları arasını kapsadığını ifade edilir (Esin, 2008: 1284).

İnsanın yer yüzünde görünmesi dördüncü (Quaternaire) zamanda olmuştur. İnsan bu dönemde avla geçiniyordu. Bu dönemin ikiye ayrılmasıyla, birincisinde sıcak ve ıslak, ikincisinde kuru ve soğuk bir iklim sürüp gitmiştir. Sıcak dönemde insanlar nehir

kıyılarında yaşayarak geçimlerini sağlıyor, okların ve baltaların kullanılmasıyla da kendilerini savunarak yaşama tutunuyorlardı. Bu zamanın akabinde gelişen buzul (Glacier) çağının büyük buz dağları, Avrupanın kuzeyini ve ortasını kaplamasıyla insanlar dağ kavuklarına çekilerek mağara sığınaklarına yerleşmek zorunda kalmışlardır. Buna paralel olarak bazı hayvan (Geyik) türlerinin ortaya çıkmasıyla da insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra av aletlerinin yapımı da gerçekleşmiştir. Bu dönemde ilk aletlerin yapılması, kemik ve boynuz aletlerinin kullanılması ve buna paralel olarak aletlerin de yaygınlaşmasıyla sanatın, bu dönemde orataya çıktığı ifade edilir (Toprak, 1983: 3).

Mağara resimlerinde genellikle hayvan resimleriyle karşılaşılır. Bunların arasında; boğa, geyik, bizon, ayı, at ve çok az rastlansa da balık sunumlarının yer aldığı görülmektedir. “Paleolitik Çağ’da resmin ana konusu hayvandır. Mezolitik Çağ’da insan ve eylemleri oluyor; koşarken, kaçarken, savaşır ya da avlanırken ve hep bir grup içinde insan görülür” (İpşiroğlu, 1977: 12). Buna paralel olarak, insan figürlerinin resmedildiği durumlarda ise Hollingsworth, şöyle ifade etmiştir, “Çoğunlukla şematik olarak sunulmuştur. Mağara resimlerinde kadın figürü çok ender olarak betimlenmiştir, fakat; doğal kaya oluşumları sık sık kadın biçimine dönüştürülecek şekilde yontulmuş ve kadın vücudunun dokusal sunumunun daha gelişmiş örnekleri elde edilmiştir” (Hollingsworth, 2009: 24).

Göçebe yaşam kültürüne sahip olan ilk insanlar, sanatsal ürünlerini taşınabilir eserler şeklinde oluşturmuşlardır. Betimsel sanatın gelişiminin ilk buluntuları; pişmiş toprak, taş, kemik ve fildişinden yapılmış hayvan ve kadın heykelleridir (Resim 4.1).

Resim 4.1. M.Ö. 31.000, Hohlenstein Stadel’den yarı insan-yarı hayvan (hayvan insan), Fildişi heykelcik, (Bell, 2009, 12).

Güney Almanya’daki Hohlenstein-Stadel mağarasından çıkan bu heykelcik fildişi oymasıdır. Aslan kafasına benzer şekliyle insan gibi duruyor. “ Heykelin temel üretim standartları simetri, oranlama hissi, uzuvlar arasındaki çıkıntılardaki düzenli aralıklar; kafanın şekillenmesindeki iyi cilalamaya dayanmaktadır. Bu yarı insan veya canavar-insan anlamlarını sadece gözlemlenebilir doğadan değil, doğaüstü mitlerden de çıkarmalıdır” (Bell, 2009: 12). Heykelciğin zarif ve usta bir elden çıktığı görülür.

Willendorf Venüsü ve Laussel Venüsü heykellerine bakıldığında, taşlara yontularak yapılan kadın figürü betimlemelerinde çok az yüz ayrıntılarına yer verilmiştir, bu bakımdan heykellerin bir portre kaygısı güdülmeden yapıldığı açıktır. Fakat heykellerde dikkat çeken önemli bir nokta, göğüs ve kalçaların kadın olduklarını belirten özellikler taşımasıdır (Hollingsworth, 2009: 22). (Resim 4.2-3).

Resim 4.2. Willendorf Venüsü, Kireç taşı, M.Ö. 30.000, Viyana. (www.sozcu.com.tr). Tarih öncesi çağlarda su ve kadının bereket sembolleri oldukları öne sürülmüştür, bu nedenledir ki bu heykelciklere Venüs heykelcikleri denilmiştir. Bazı heykellerin ve mağara duvarları üzerine kazınmış resimlerde kadın üreme organına sahip olduğu da görülür. Hogarth, ilk insan betimlemelerini şu şekilde açıklıyor: “İnsan figürleri düz, boyutsuzdurlar çünkü kendisini kavim içinde önemsiz biri olarak görüyordur. İlk insan resimleri bugünkü sihirbazların kullandıkları ilkel figürlerin ataları sayılırlar” (Hogarth, 1993: 23). diyerek ifade etmiştir.

Resim 4.3. Laussel Venüsü, M.Ö. 15000-10000, h: 46 cm, Bordeaux Musee d’Aquitaine (Eroğlu, 2014, 34).

Laussel Venüsüne baktığımızda iri ve sarkık göğüsleri dikkat çekmektedir. Geniş kalça şeklinde betimlenmeside muhtemelen doğurganlığın bir göstergesidir. Şişkin bir karın bölgesi üzerinde sol kol ve sol eli bulunmakta. Sağ elinde bir boynuz tutmakta ve sağ ayakta sol ayaktan çok hafif öndedir. Yüz bölgesi ise belirsiz şekilde betimlenmiştir. Burada abartılı olarak ele alınan en önemli özellik şişirilmiş anatomik et yapısı, kalça ve sarkık göğüslerdir (Eroğlu, 2014: 34).

Resim: 4.3’teki Laussel venüsü insanlık tarihi açısından bakıldığında önemli rölyef özelliği taşımaktadır. İnsan figürü betimlemesi açısından bakıldığında, erken taş heykel olmasının yanı sıra yine erken çıplak kadın olma özelliğini de taşıdığı görülür (Eroğlu, 2014: 34). Bu hususta kadın bedeninin model olarak betimlendiği de ortadadır. Mısır Sanatında Model Kavramı: Mısır sanatını ele aldığımız bu bölümde, Mısır’ın büyük bir medeniyete ev sahipliği yaptığı görülür. Dönem olarak baktığımızda M.Ö. 4500 yılları ile M.Ö. 670 yıllarını kapsadığı bilinmektedir. Konumuz amacı gereği Mısır sanatında insan betimlemeleri ve canlı model uygulaması üzerinde durulacaktır.

Coğrafi özelliklerine göre delta ve vadi olarak belirtilen aşağı ve yukarı Mısır, Tarih öncesi çağların sonundan itibaren sınırları belirsizdi ve yeşil alanlar üzerine yerleşimlerini inşaa etmişlerdi. Yukarı Mısırın dağınık yerleşimleri sonucu “Akrep Kral” olarak bilinen Zekhan tarafından birleştirilmiştir (MEB, 2011: 10).

Zekhan’dan sonra Narmer’in Mısır sınırlarını delta bataklıklarına kadar genişletmesiyle Erken Hanedanlık Döneminin ilk hükümdarı olarak sayılan Menes’in öncülüğünü yapmışlardır (MEB, 2011: 10).

Bazı Eski Mısır tarihçilerine göre, ülkeyi birleştirdiği ileri sürülen Menes (3300) ile Mısır tarihi ve hanedanlar döneminin başladığı düşünülüyor. 31 Hanedanlığın hüküm sürdüğü Mısır’ın, 3000 yıldan fazla olan sürenin daha kolay anlaşılması için dört döneme ayrılmış ve bu dönemlerde ara dönemlere ayrılmıştır. Eski Krallık Dönemi (M.Ö. 2700-2180), Orta Krallık Dönemi (M.Ö. 2065-1785), Yeni Krallık Dönemi (1580-1085) ve Geç Dönem (M.Ö. 1085-663). (MEB, 2011: 14; Toprak, 1983: 10; Sinemoğlu, 2008: 1052-1057). Mısır’ın kısaca tarihine değindikten sonra, Mısır’ da yapılan heykeller ve Mısır sanatının resim özelliklerinde insan betimlemelerinin özellikleri nelerdir anlayışıyla hareket ettiğimizde karşımıza şu sonuçların çıktığı görülür. Toprak, şu şekilde açıklamıştır,

Mısır resmi kabartmayı ve derinliği unutmuştur. Yüzey olarak yarattığı insan gövdesinde, profilden bacakların taşıdığı önden görünen gövdeye, profilden yüzler yapar. Mısır sanatının benimsediği bu kurallar, bu değişmeyen şekiller, dünyadaki ya da ahiretteki hayatın sonderece canlı ve zarif sahnelerini kompoze etmesine engel olmamıştır. Tapınakların, mezarların duvarlarına çoklu insan şeklinde yaptıkları tabutlara, titizlikle resimler çizerlerdi. Bu figürler Kral, Kraliçe, Tanrı ve Tanrıçalardı. Konular: Kralların yada zenginlerin hayatı; ekinciliğe, avcılığa, savaşlara, törenlere ait hikâyelerdi (Toprak, 1983: 17).

Mısır resim sanatında figürler ve olaylar derinlik hissinden arındırılmış ve düz bir yüzey anlayışıyla resmedilmiştir. “Figürlere derinlik duygusu yaratacak herhangi bir hareket vermekten daima kaçınılmıştır, insan vücudunun resmedilmesinde bacaklar tamamen profilden, gövde ve omuzlar cepheden, yüz profilden ve gözler daima cepheden gösterilmiştir” (Tansuğ, t.y. pp. 10). Bu şekilde değişmeyen teknik ve yöntemlerle figür yapma anlayışının çarpıcılığı ortadadır. Bu anlayış yüzyıllardır süregelen korunmuş bir kültürün eseridir.

Mısır sanatında kullanılan kadın fügürleri zayıf olmalarına karşın oldukça büyük göğüslü olarak tasvir edilmişlerdir. Bir kilise büyüğünün görüşüne göre, Mısırlı sanatçıların doğada kendilerine nasıl göründüyse ve onu nasıl buldularsa öyle taklit ettikleri için tasvir ettikleri figürlerden kadın cinsinin yaratılışını anlayabiliyorlardı. Bazı araştırmacılar bu duruma karşı çıksada, sanatçılar görünenden öykünerek aynısını yapmaya çalışmışlardır (Winckelmann, 2012: 42).

Mısırlılar çıplak insan gövdesinin güzelliğini ilk keşfedenler arasındadır. Mimarlığın kutsal sayıldığı bir anlayışta, çıplak insan vücudununda kutsal ve faydacı bir anlayışla doğduğunu görülür. Elimizde olan heykellerin birçoğu mezarlardan ve tapınaklardan araştırılarak elde edilmiştir. Tanrının, Tanrıçanın veya üst yetkili birisinin, mumyanın hayatını ilgilendiren birçok kompozisyona rastlıyoruz (Toprak, 1983: 14). (Resim 4.4).

Resim 4.4. Hesire’nin Portresi, Mezarının tahta kapısından, M.Ö. 2778-2723 dolayları, Ahşap, Mısır müzesi, Kahire, (3.bp.blogspot.com).

Mısırlı sanatçıların insan bedeninin oransal vücut ölçülerinden ve anatomi bilgisinden yoksun oldukları anlaşılmaktadır. Bu bilim Mısır’da bilinmiyordu ve ölen kişiye duyulan saygıdan cesetinden küçücük parça alınsa dahi büyük bir cinayet sayılıyordu. Mısır heykel sanatçılarının insan anatomisi üzerinde çok az bilgiye sahip olmalarının yanı sıra yapılan heykeler üzerindeki kas hareketlerinden ve kemiklerinden de anatomi bilgilerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Yine Mısır figürlerinde bazı oransal

anlayıştan sapmaların olduğuda aşikârdır, örneğin burun hizasından yüksekte duran kulaklar gibi, bunu Sfenkslerde görebiliriz (Winckelmann, 2012: 45)

Mısır sanatında canlı model etüt çalışmalarının geliştiğinide görüyoruz, bunu şu alıntımızla ifade edersek yerinde olacaktır, “Canlı modeli izleyerek etüt uygulamaları, Mısır sanatının Nefertiti portresinden başlayıp Roma sanatının portrelerinden, Rönesans’ın güçlü portre sanatçılarından geçerek günümüze kadar devam etmiştir. Model olarak canlı insan figürleri ve hayvan figürleri kullanılmıştır” (MEB, 2013: 4). (Resim 4.5).

Resim 4.5. Nefertiti’nin Büstü, Boyalı Kireçtaşı, M.Ö. 1350, Berlin, (www.catarticos.com.br). Mısır resim sanatının çıplak figür çizimlerinde, özellikle baş, el ve ayak çizimlerini ele aldığımızda; “Gözler yassı ve eğik çizilmiştir, Grek heykellerindeki gibi aşağıda değil, alınla aynı hizadadır; bu yüzden üzerinde kaşların iyice belirtildiği kemikler yassı ve düzdür. Kaşlar, göz kapakları ve dudakların kenarları birçoğunda oyulmuş çizgilerle belirtilmiştir” (Winckelmann, 2012: 48). Mısır sanatı, neredeyse tamamen bütünüyle simgeci, kesin anlam ve amac içerecek şekilde yapılıyordu. Örneğin Narmer’in düşmanlarına karşı zaferlerini anlatan bir Mısır resminde, figürlerin büyüklüğü bulunmuş olduğu statülerin özelliklerini gösterir niteliktedir. Ayrıca çıplak figürler ise alt sınıftan olan kişileri gösterir durumdadır (Cumming, 2008: 50).

Mezopotamya’da Model Kavramı: Mezopotamya, Orta Fırat ve Dicle nehirlerinin meydana getirdikleri bölgeye verilen addır (Toprak, 1983: 21). Önemli özelliği Önasya’da kurulan ilk uygarlık olmasıdır ve birçok uygarlığa ve medeniyete de ev sahipliği yapmasıdır. Yıldırım’a göre,

M.Ö. 2000 yıllarında Arap yarımadasından göçeden kavimler Akdeniz kıyılarına ulaşmışlardır. Batı Samiler olarak bilinen bu kavimler Mezopotamya’ya gelerek burada var olan Sümer-Akad kültürüyle bütünleştiler. Burada Sümer-Akad hâkimiyetin de yaşadıktan sonra Samilerin Amurnu kolu Babil’i kurmuş, M.Ö. 19. yüzyılda krallık hâline getirmişlerdir. Coğrafi konumun uygun olmasıyla gelişen Babil, M.Ö. 18. yüzyılda Mezopotamya’yı hâkimiyeti altına almıştır. Babil krallarından en önemlisi olan Hammurabi Mezopotamya’yı birleştirmekle kalmamış, ülke sınırlarını batıda Akdeniz’e kuzeyde Toros Dağları’na, güney doğuda İran’a kadar genişletmiştir. Babilliler Sümer-Akad geleneklerini devam ettirmelerine karşın sosyal ve kültürel alanda köklü değişiklikler yapmışlardır (Yıldırım, 2002: 54-55).

Bu topraklarda cereyan eden diğer bir uygarlık ise Asurlar olmuştur. M.Ö. 2000’li yıllarda kurulan Asurlar, Irak sınırları içinde kalan Musul havzası boyunca uzanan bölgede, Yakın Doğunun en güçlü ve siyasi örgütü hâline gelmişlerdir. Üç siyasi döneme ayrılarak, Eski, Orta ve Yeni Asur dönemleri olarak adlandırılmaktadır (Sosyal, 2008: 146). Birçok dönemi ve uygarlığı içinde barındıran Mezopotamya sanatını, heykel, mimari ve resim sanatlarında hayvan ve insan betimlemelerine değinilecektir.

Mezopotamya heykelinin Mısır heykelinden farklı olarak bir vücut heykeline değilde bir elbise heykeliyle üsluplaştırılmasına dayanmaktadır. Mezopotamya sanatında figürler, Mısır sanatında olduğu gibi bir blok yapı içinde olmayıp, figürlerin kendisi bizzat bir blok şeklinde yapılmıştır. Önasya heykeli bu noktada form ve tasvirin bir bütün içinde şekillendirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu şekilde de figürler temsil edici bir üslupsal görünüş kazanmıştır (Turani, 2014: 77).

Mezopotamya heykel sanatının özellikleri arasında insan figüründe natüralist bir fiziksel özellik bulunmaz, örneğin Sümer sanatında başlar, yumurta formu içinde veril- miş, gözlerin yuvarlaklığı patlak olarak gösterilmiştir (Turani, 2014: 78). “Heykeller çoğunlukla Kübik veya silindir formunda yapılıyordu, gözler oldukça etkileyiciydi” (Buchholz vd., 2013: 22). Sümerlerin en önemli tercih ettikleri sanat formları sümer kabartmaları ve kil levhalardı. (Resim 4.6).

Resim 4.6. Lagash’lı Gudea, M.Ö. . 2141-2022, Detroit Sanat Enstitüsü, ABD, (www.sanatinyolculugu.com).

Figür özellikleri arasında, “…kaşlar bir palmiye sapı ya da balık kılçığı görünüşündedir. Yüzdeki bütün uzuvların formları sitilize edilmişlerdir. Saçlar ve sakallar da paralel taramalar hâlinde olup dalgalıdırlar” (Turani, 2014: 78). Buradanda anlaşılacağı üzere figürlerdeki özelliklerin bir mantık çerçevesinde biçimsel özellikler kazandırılarak gerçekçi bir yaklaşımla tasvir edildiği görülmektedir.

Mezopotamya sanatı, her şeyde varlığını hissettiren güç ve hükmetme anlayışıyla insan, biçimlemesi ortaya koymuştur diyebiliriz. Çünkü saçlardaki çeşitlilik ve sakallardaki farklılıklar figürlerde, zengin ve heybetli görünüş anlayışı oluşturmaya yönelik durumlar içerir. Elbiselerdeki süs anlayışıda yine bu anlayışla örtüşmektedir. Mezopotamya’da vücut bulan Sümerlerde, eski, anıtların bir çoğunda figürler dönemin modasına göre tasvir edilmiştir. Figürlerin başları çıplak ve tıraşlı, yüzleri ise sakalsız ve bıyıksız olarak betimlenmiştir. Daha eski olan kabartmalarda ve heykellerde sahıslar bazen kısa bazende uzun olmak üzere çember şeklinde sakalla gösteriliyordu (Başçavuşoğlu, 1951: 19). Tansuğ’a göre,

“Figürler, başın profilden, gövdenin cepheden ve bacakların yine profilden ele alındığı yaygın şemaya uygun olmakla birlikte, düzenleme sürekli donuk ve hareketsiz bir görünüş ortaya koymaz. İnsan figürünün yalın klişelere indirgenip, hayvan figürünün belirli bir gözleme bağlı oluşu doğu sanatlarında yüzyıllarca kendini göstermiş olan bir kavrayıştır” (Tansuğ, 2006: 36).

Mısır ve Mezopotamya sanatlarında model kavramının farklılık gösterdiğini görülür, Mısır’da en çok tercih edilen ve sürekli kullanılan model tasvirleri sürekli oturur vaziyette yansıtılmıştır. Bu modellerin betimlenmesinde en eönemli nokta özellikle kalça, diz ve dirsek çıkıntılarının dik köşeler şeklinde betimlenerek yansıtılmasıdır. Önasya heykel tıraşçısı modelin oturma pozisyonunu bazen fazlasıyla abartırken bazende sadeleştirme yaparak önemli bir nokta olan kalça ve diz arasındaki bölgenin yatay yayılım göstermesine dikkat etmiştir (Moscati ,1978: 22).

Mezopotamyada modelin kullanım özelliğine ilişkin bir diğer ifademizde, Resim 4.7. ‘de savaşı konu alan sahnenin canlandırılmasıdır. Resimde kağnı türü masif ahşap tekerkeli bir savaş aracının eşekler tarafından çekilmesi resmedilmiştir. Savaş aracının altında yatan düşman figürü çıplak bir şekilde tasvir edilmiştir. Bu figürler Mezopotamya resminde binlerce yıl model olarak kalacaktır (Sevin, 2014: 3).

Resim 4.7. Savaş Arabası, Ur Standardı’ndan ayrıntı. (Sevin, 2014, 3).

Mezopotamya heykel sanatında heykel ve rölyeflerde heykeltıraşın adının değilde temsil edilen kişilerin adları bulunmaktadır. Bu da heykeltıraşların modele bağlı kalmadan da eserler yaptıklarını gösterir. Bu anlayıştan şunu çıkarabiliriz; heykeli yapılan kişilerin kişisel özelliklerine bağlı kalınmadan sadeleştirmeye yönelik eğilim gösterilmektedir. Mezopotamya sanatında, “zaman zaman saçsız veya ilginç şekilde şapkalı insan figürlerine de rastlanmaktaydı” (Moscati, 1978: 26). Bu şapkalar Mezopotamya sanatının karakteristik özelliğinide ortaya koymuştur diyebiliriz. Ayrıca; sakalın olup olmaması o ozamanki dönemin modasıyla ilişkilendirilebilir ve ırk farklılığını ifade etmeyen bir anlayış gözetilmiştir.

Başçavuşoğlu’na göre, “Sümer sanatının geleneği, pek küçük ölçüde olan modele uymak usulünü terk etmeden realizm’e meclup görünüyor. İncelikler, heykelin yapacağı tesirde dikkate alınmaz. Büyük bir kudretin ağırbaşlı vasıtaları kullanılmıştır” (Başçavuşoğlu, 1951: 26). Mezopotamya duvar resmine baktığımızda, insanların profillerinde ve giysilerinde oluşturulmaya çalışılan stilizasyon anlayışı doğallaşarak, sakallardan ve gözlerden hissedilebilir niteliktedir diyebiliriz (Resim 4.8).

Resim 4.8. Til-Barsip valisinin sarayında yer alan duvar resminden bir baş, (İ.Ö. 7. yüzyıl) Hâlepmüzesi, (www.alamy.com).

Yunan Sanatında Model Kavramı

Miken uygarlığının etkisinde kalan Ege dünyası M.Ö. 16. yüzyıldan M.Ö. 1200’e kadar Mikenlilerin himayesinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Araştırmalardan edinilen Miletos, Troja, Ephesos Müskebi bulguları bu durumu kanıtlar niteliktedir. M.Ö. 1200-1050 yılları arasında yaklaşık 150 yıllık bir süre içerinde Batı Anadolu karanlık dönem yaşamıştır. M.Ö. 1050 yıllarından sonra kent devletleri adı verilen “Polis” şehirlerini kurmuşlardır (MEB, 2011, 54).

Kendi devletlerinin Yunan uygarlığında oluşturulmaya başlanmasıyla düzensiz ve plansız yerleşim yerleri meydana gelmiştir. Düzenli ve planlı yerleşim kentleri, ancak M.Ö. 5. yüzyıldan sonra oluşturulmuştur. Buna Miletos ve Priene kentleri örnek gösterilebilir. Bu kentlerin ana merkezlerinde tapınaklar, pazar meydanları (agora), devlet ocağı, resmi yapılar ve diğer yapılarda yer alıyordu (MEB, 2011, 54). M.Ö.

“1050 civarında ortaya çıkan ve Grek Sanatı’nın başlangıcı olarak kabul edilen Geometrik dönem sanat ürünleri” (Şahin, 2011: 4), Minos veya Miken sanatlarına yabancı olmaları nedeniyle Dorlar’a ait olduğu düşünülmüştür.

Yunan sanatı, heykel, resim, vazo ressamlığı ve mimari anlayışlarda insan figürü, hayvan figürü ve bitki motiflerinde, model ve canlı model bağlamları anlayışları çerçevesinde değerlendirilecektir. Yunan heykal sanatının ilk örneklerini Geometrik Dönem, “Figürler Çağı” olarak adlandırıldığını biliyoruz. Buna paralel olarak;

Geometrik dönemde tapınakların içerisinde fazlasıyla ahşaptan yapılan tanrı heykellerinin günümüze kadar gelemediği bilinmektedir. Atina ve Olympia’da küçük boy tunç ve pişmiş topraktan yapılmış hayvan, at ve insan heykelcikleri bunlunmuştur (Tigrel, 2008: 1646). M.Ö. 10. ve 9. yüzyıllar da olgun geometrik dönemin mezar kapları üzerindeki figürlerin düzenli ve titiz yerleştirilmesi, erken geometrik dönem anlayışındaki “katı süslemenin yerini, figüratif bir kompozisyon almaya başlar” (Turani, 2014: 138). Yine geç dönem anlayışında ise figürler, soyut-geometrik süs, desen ve motifleriyle birlikte tasvir edilmemiştir (Turani, 2014: 138).

Yunan sanatı heykellerinin ilk örnekleri arkaik dönemde görülmüştür. Arkaik dönem Yunan heykelleri, Mısır ve Önasya heykelleri gibi durağan, frontal, sert ve katı görünüşlüdür (Şahin, 2011: 4; Boardman, 2001: 21-26; Tigrel, 2008: 1646; Gombrich, 2013: 78; Turani, 2014: 141; Gombrich, 2015: 220). “Gözlerin büyük, kaşların onlara paralel oluşu, saçlardaki inşai bukle düzeni, blok anlatım ve erkeklerde vücudun çıplak gösterilmesi gibi özellikler dikkati çeker (Turani, 2014: 141). Ama Yunan heykelinde ise, el ve ayak uzuvlarının betimlenmesi bu heykel yansımalarının doğru olmadığını belirtir (Gombrich, 2015: 220). (Resim 4. 9). Kadın figürler giyinik olarak gösterilmiştir. Yunanlılar Kuros adı verilen çıplak erkek figürleri yapmaya başlamışlardır. “Benzer tipte heykeller arasında Kore denen giyimli kadın figürleri ve oturan erkek heykelleri de görülür” (Tigrel, 2008: 1646; Conti, 1982: 40; Buchholz vd., 2013: 43; Turani, 2014: 143). Bu heykellerin belirgin özelliği de yüzlerdeki “arkaik gülümseme” (Şahin, 2011: 4; Boardman, 2001: 72; Tigrel, 2008: 1646) olmuştur.

Resim 4.9. Argoslu Polymedes Cleobis ve Biton Kardeşler, M.Ö. 615-590, Delphoi. (Gombrich, 2013, 79).

Yunan heykel sanatında, M.Ö. 7. ve M.Ö. 6. yüzyıllarda anatomik ayrıntıların ve anlayışların yavaş yavaş gelişmeye başladığı görülmüştür (Tigrel, 2008: 1646).

Yunan arkaik dönem heykellerinde insan figürünün idealleştirilmesine yönelik biçimlendirme görülür. Omuzların genişliği, bel kısmının inceliği, göğüslerin şişkinliği ve düz kalçaların biçimsel özelliği Mısır heykel anlayışından farklılık göstermiştir. Yine dikkat edilirse Yunan “arkaik heykellerinde, bacaklar ve kollar birbirlerinden ayrılmış uzuvlar halindedir” (Turani, 2014: 142). Bu anlayış vücudun ağırlığını eşit birşekilde bacaklara dağıtmıştır.

Bu dönemin tapınaklarında rastlanılan vazo resimlerinde, “…metop’lara bölünmüş, dama tahtası motifi, gamalı haç, meandr ve içi taramalı üçgenlerle bezenmiş, şematik biçimde hayvan ve insan figürleri yapılmıştır” (Tigrel, 2008: 1646). İnsan ve hayvan betimlemeleri olduğunca aşırı bir derecede üslüplaştırılmıştır (Conti, 1982: 58; Buchholz vd., 2013: 50). Bu dönemde konu bakımından farklılaşmaların görülmesiyle birlikte konu zenginliğide söz konusudur. Yoğun figürlerin işlendiği “kompozisyonlar, frizler, mitolojik sahneler resimlendirilmiştir” (Tigrel, 2008: 1646). (Resim 4.10).

Resim 4.10. Kırmızı figürlü Atina Pelikesi ( yağ saklama kabı) M.Ö. 460, Atina. (Boardman, 2005, 198).

Vazo ressamı üçgen biçiminde bir insan bedeni betimlerken “güçlü ve geniş omuzlar, uzun ve yapılı bacaklar, dar kalçalar yaratır” (Boardman, 2001: 10). “Profilden başlarda bunlara uygun çizilmiş gözler görülmektedir” (Boardman, 2005: 198). Vazo ressamı hareketi vermek için duruş ve jestlerle çalışmalarını ileriye götürme kaygısında olmuştur.

Tekrardan arkaik döneme dönecek olursak, Yunan mimarisinde kullanılan Dor ve İyon nizamı sütunlarının üzerine insan figürü heykelleri de dikilmiştir (Boardman, 2001: 25). Attika’nın kırsal bölgesinde bir mezarda bulunan New York kurosu özellikle şaşırtıcı nitelikte yapılmıştır öyleki; Mısır heykel anlayışıyla örtüşsede, “ belki dikkat ile gözlenip öyle ifade edilen bir anatomi söz konusu değildir ama bütün bir insan figürünü