• Sonuç bulunamadı

II. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ

1.4. SANATTA PLASTİK DİL

1.4.2. Sanatın İlkeleri

Sanatın ve aynı zamanda tasarımın olmazsa olmazlarından olan ilkeler, nasıl ki herhangi bir şey kendisini meydana getiren unsurların birleşmesiyle meydana geliyorsa sanatın ilkeleride birçok öğenin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Sanatın ilkeleri çerçevesinde belli başlı sayıda öğelerden bahsedilebilir. Bunlardan birkaçını şu şekilde ifade edebiliriz; denge, kontrast (zıtlık-karşıtlık), ritm, kompozisyon, ölçü ve oran, derecelendirme vs. gibi öğeler sanatın ilkelerini oluşturan önemli unsurlardan bazılarıdır (Karabulut, 2004: 95).

Bir tasarı oluşturmada kullanılan tasar öğelerinin birbirleriyle bağlantılı ve ilişkilerinin sağlanması için bazı kurallara ve ilkelere göre düzenlenmesi gerekir. Bu ilkelerle, birçok alanda veya çok boyutlu alanlar üzerinde düzenleme yapma gereği

düşünüldüğünde birçok kolaylaştırıcı etki ve yol gösterici roller üstlenebilir (Karabulut, 2004: 95).

Tasarım: Tasarım kavramını anlamak için öncelikle tasarlamak, tasarımlamak, tasarı ve tasar gibi bazı alt kavramlara değinilmesi gerekmektedir.

Tasarlamak, insanın zihninde herhangi bir düşünceyi ve olguyu geliştirmek ve ifade etmek için hazırlık yapmak ve kurgulamaktır denebilir. Tasarımlamak ise; bir nesnenin bir şeyin şeklini, biçimini zihinde canlandırmaktır. Tasarı ise; kişinin yapacağıyla ilgili kalemle eğlemde bulunmasıdır, yani çizilen şeyin ilk şeklidir. Tasar kavramı, bir düşüncenin bir fikrin veya bir yapıtın ortaya çıkması ve gerçekleşmesi için uyulması gereken plan veya düzendir (Karabulut, 2004: 96).

Tasarım, herhangi bir ürünün tamamı veya ürünün bir bölümü ya da ortaya çıkan ürün yüzeyindeki süslemenin, desen, motif, çizgi, renk, doku veya esneklik gibi insan duyularıyla hissedilen ve algılanan farklı özellikler taşıyabilen bütünü ifade etmektedir. Herhangi bir konu veya kavram üzerinde tasarım yapılacaksa, öncelikle zihinde şekil ve renk bakımında canlandırılır ve yapılacak tasarımda özgünlük ve estetik gibi kavramlar üzerinde durulması da tasarımı daha da etkili kılacaktır. Farklı ve güzel görünen eser toplumun büyük bir çoğunluğunda hoşa giden etkiler yaratacaktır. Modern dönemin ve teknoloji çağının getirmiş olduğu yenilikler tasarım kavramını daha da şahlandırmış, insanı ve toplumu etkileme kabiliyeti noktasından her alana hitab etme anlayışıyla tasarım son dönemin en önemli güçlü unsuru hâline gelmiştir (“Tasarım Nedir?”, t.y. pp. 1).

Kılıçkan’ın şu ifadelerinin önemi büyüktür, “Uygar insan, güzel görünümlü özgün eşyaları kullanmayı sever. Ev eşyası, bisiklet, otomobil gibi araçları satın alırken sağlamlığı yanında bu özelliklerinin de olmasını ister. Bu istekler, teknolojik çalışmalara yansır. Teknolojinin gelişmesi ve büyümesi ülke ekonomisine kazanç sağlar” (Kılıçkan, 2005: 75). Bu yaklaşımdan da anlaşılacağı üzere yaşamıızın her alanına tesir eden estetik ve güzellik anlayışı bizi daima estetik tasarımlar oluşturma çabalarına zorlamaktadır.

Denge: Tabiatta ayakta duran, düşmeyen, dik duran, herhangi bir zemin üzerine yerleşen her varlık denge ile kendisini korumakta ve denge ile zemin üzerinde sağlamlaşmaktadır. Resim, heykel, mimarlık vb. gibi alanlarında ahenklik, göze hoş gelen biçimler yaratmada dengenin etkisi vazgeçilmezdir (Çağlarca, 1974: 123).

Aynı ve benzer ya da farklı cisimler arasındaki uyum ilişkisini düzenleyen denge, sanatsal tasarım ilkelerinin en önemli öğesinden birisidir (Buyurgan S., Buyurgan U., 2007: 120). Denge, sanatın elemanlarını bir düzen içerisinde hesaplı bir biçimde sağa, sola dağıtmada ve eşitlikler yaratmada en önemli ilkedir (Çağlarca, 1974: 123).

Sanatçının da deneysel çalışmalarıyla ortaya çıkardığı yaratıcı sonuçlar vardır. Özal denge kavramına ilişkin görüşünü şu şekikde açıklamıştır, “Sanatçı bazen duygu arar, bazen de düzen ve denge. Bu düzen ve denge içgüdüsel dışavurumla gerçekleşebildiği gibi, istemle ve bilgiyle de tasarımlara yansıya bilir” (Özal, 2012: 173). Örneğin, Sanat elemanları çerçevesinde renk, çizgi, nokta vs. gibi elemanları kullanan sanatçı, eserini meydana getirirken eserinde açık-koyu değerlerle denge anlayışı oluşturmaktadır ve açık – koyu değerlerin kapladığı yüzeyler arasında nasıl bir düzenin oluşturulacağı denge kurgusuyla oluşturulabilecektir. Denge kavramı, simetrik denge ve asimetrik denge olarak iki alt başlık altında incelenebilir.

Simetrik Denge: Bir bütün, herhangi bir eksenle katlandığında, her noktası birbiri ile çakışıyorsa simetriktir, çakışmıyorsa asimetriktir. Simetrik dengeyi yaşamımızın bir çok alanında görebiliriz özelliklede tasarım, üretim, işlevsellik alanlarında sıkça görülmektedir (Demir, 1993:114). Simetrik dengeye, özellikle tekstil ve süsleme sanatlarında; hâlı, kilim, dokumacılıkta çokça karşılaşılaşabiliyoruz. Ayrıca dekoratif çalışma alanlarında bütünlük etkisi oluşturmasıyla simetri sıkça kullanılmıştır (Şekil 1.2).

Asimetrik Denge: Demir, asimetrik dengeyi şu şekilde açıklamıştır, “Bir görsel anlatımı oluşturan, birbirleri ile ilişkili elemanların, biçim, renk, değer, ışık-gölge, yön hareket, uzak-yakın, büyük-küçük, az-çok gibi unsurlarla etkileşiminden göz ve beyinde oluşturduğu dengeler bütünü asimetrik dengedir” (Demir, 1993: 115).

Görsel anlatımda, nokta, çizgi, renk, mekân , biçim vb. gibi elemanların düzenli ve dengeli bütünlüğü çok çeşitli ortak ilişkilerle meydana gelebilir. Bunlar; benzerlik, zıtlık, üslüp ve uygunluk ilişkileridir. Görsel anlatımın temel elemanları olan form, renk, hareket ve açık-koyu ilişkilerinin düzen ve dengesi şiddetli-şiddetsiz, büyük-küçük, uzak-yakın, hareketli-hareketsiz etkileşimleri ile sağlanabilir (Demir, 1993: 115). Demir, bu konuyu şöyle örneklemiştir, “Hareketli küçükle hareketsiz büyüğün, uyarı etkisi az olan büyük renkle uyarı etkisi fazla olan küçük rengin, küçük boyutta çok formla büyük boyutta az formun dengeleri uyarıcı ve dikkat çekicidirler. Böyle dengede, çapraz bir etki eşitliği vardır” (Demir, 1993: 115). (Şekil 1.3).

Şekil 1.3. Asimetrik dengeye ait örnek, (Demir, 115, 1993).

Derecelendirme (Koyu-Açık Valör): Sanatın temel ilkelerinden birisi olan derecelendirme (açık-koyu) kavramı resimde kullanılan temel elemanlardan biçim ve renge dayanak oluşturan görsel anlatımı sağlamada etken rol üsttlenen özelliğiyle de dikkat edilecek hususlardan birisidir. Sanatın ilkeleri çerçevesinde önemli nitelikleri olan ve üzerinde durulması gereken konudur. Bu bakımdan Güzel sanatlar, hâlk eğitim kursları ve sanat eğitimi veren kurumlarda sanat adı altında verilen derslerde

kurşunkalem tonlama, herhangi bir malzemeyle yapılan kolaj, lavi, fotoğraf vb. gibi tekniklerle birlikte bilgisayar programlarında kullanılan photoshop, autocad vs. gibi pogramlarda açık-koyu ilkesi araştırma konusu olmuştur (Özal, 2012: 159).

Dereceleme, herhangi bir çalışmada veya bir eserde kulanılan nesnelerin, cisimlerin açık koyu bakımından derecesini belirler. Eşyaların karanlık (siyah) aydınlık (beyaz) ve yarım aydınlık ilgisinde olmasıdır. Valör; herhangi bir parçanın veya bir alanın içerisinde kullanılan detayın karanlık ve aydınlık bakımından öteki parçaya ve detaya olan ilişkisidir. Dereceleme, rengin açık ve koyu değerleri arasındaki ilişkidir. Ton derecelerinin hangi düzeyde değer aldığını ifade etmesinin yanı sıra; sanatsal çalışmalarda kullanılan temel elemanların bir tablo da veya sanat yapıtında birlik ve bütünlüğü sağlaması, aynı zamanda hareket ve kontrast etkiler oluşturması da önemlidir (Terzi, 2007: 31).

Yanlızca belli bir yönden ve açıdan gelen ışığın cisimler üzerinde açık-orta-koyu leke değerleri oluşturduğu görülmektedir. Bu görünümün cisimler üzerinde üç boyutlu görünümler oluşturmasında ışığın derinlik etkisinden söz etmek mümkündür. Örneğin tabak içerisinde bulunan nesnelerde ışığın geldiği yer beli ise ışık almayan yerlerin koyu olması açık-orta-koyu leke değerleri oluşturur ve nesnelerin hacim kazanmasını sağlar (Kılıçkan, 2005: 12).

Bir resmin temel dengesi sanatın eleman ve ilkeleriyle valörün bir toplamıdır. Açık ve koyu değerlerden hangisi daha fazla yoğun ve ağır basıyor ise resmin kompozisyonu onun üzerine şekillenir ( ışık, aydınlık, renk). Bir resim içerisinde en başta aktif tutulan ilke valör veya renk hangisi ise resim onun başlama yönü olur (Terzi, 2007: 31-32). Bu renk biçimine göre diğer tüm valör ve renklerin biçimleri bu anlayışa göre yön kazanır. Bu kavramların dışında ressam kendi tarzıyla ve özgünlüğüyle kendine has formlar yaratır (Terzi, 2007: 32).

Karşıtlık (Kontrast, Zıtlık): Karabulut karşıtlığı şu şekilde ifade etmiştir; Cisimler arasında herhangi bir bakımdan ortak yada yakın nitelikler (vasıflar) olmadığı taktirde, bunlar arasında ilgi kurmanın güçleştiği görülmektedir. Herbiri diğerine yabancı ve ilgisiz kaldığında, cisimler arasında bir birlik kurulamayınca uyumsuzluk ve kargaşalık hüküm sürmeye başlar. Dengesizlik doğuran bu hâl,“Zıtlık“ın ta kendisidir (Karabulut, 2004: 103).

Bu anlayışı dikkate aldığımızda, zıtlıkların bir yandan düzensizlik ve uyuşmazlık oluşturduğunu diğer yandan ise bu uyuşmazlık etkisi, nesnelerin bir arada görüldüğü anda insanı düşündürmeye yönlendirdiğini görüyoruz. Kontrast etkiler, bir tasarda kullanılan elemenlarla birbirleriyle bağdaşmazlık oluştururken diğer yandan canlılık verici etkiler yaratmasıyla da dikkat çektiğinide kabul edebiliriz (Güngör, 1983: 88; Karabulut, 2004: 103).

Bir tasarda zıtlıkların olaması ve bu zıtlıkların dereceleri birbirlerinden farklılık gösteriyor ise bu zıtlıklar kendi aralarında zıtlık oluşturacak şekilde hareketlilik ve canlılık meydana getirebilir (Güngör, 1986: 88). Biçimler arasındaki boşluklara “aralık” denmektedir. Aralıklar da zıtlığın oluşmasında büyük bir öneme sahiptir. Çünkü aralıkların oluşturduğu boşluk dereceleri zıtlığı meydana getiren unsurlardır. Aralıkların derecesi bakımından, en küçüğüne “ en küçük aralık ” (minör aralık), en büyüğüne “en büyük aralık” (majör aralık) denmektedir (Güngör, 1983: 88).

Aralıkların majör ve minör oluşturması kompozisyonlardaki nesneler arasında öbek öbek oluşumları ve uzaklaşmaları belirtmek açısından önemli rol oynar ayrıca kompozisyonun dikkat çekme olumlu etkiler yaratabilir.

Kontrast kavramını, renk bakımından ele aldığımızda ise, renk skalsında bulunan yedi renk kontrastı arasında en kolay ve basit olanı saf (yalın) renk kontrastıdır. En düşük olasılıkla üç rengin kullanılması gerekir. Yalın renk zıtlığı ana renklerden uzaklaştıkça zıtlık münasebetleride zayıflar. Yalın renk zıtlığı, diğer renklerle de çoğaltılıp çeşitlendirilebilir. Örneğin, siyah ve beyaz nötr renklerin kullanılması renklerin etkisini ve derecesini değiştirip güçlü etkiler yaratabilir. Ünlü ressamların eserlerini incelediğimizde yalın renk kontrastı kullandıklarını görebiliriz, Mondrian, Picasso, Matisse, Kandinsky, Miro, Leger, Franz Mare gibi ressamların eserlerinden faydanılması konuya açıklık getirmesi açısından önemlidir (Karabulut, 2004: 104).

Sıcak-Soğuk renk kontrastı açısından, renklerin kendi aralarındaki ilişkiler, gözümüzde ve beynimizde meydana getirdiği fizyolojik ve psikolojik etkiler yaratır. Bu etkilerin oluşmasında sıcak-soğuk kontrası önemli rol oynamaktadır. Renk çenberinde en açık renk sarı, en koyu renk de mordur. Bu iki renk arasında kuvvetli bir açık-koyu kantrastlık vardır. Demir, renkler arasındaki kontrast ilişkisine şöyle bakmaktadır,

“Kırmızı turuncu ve mavi yeşil de şiddetli bir sıcak-soğuk ilişki içindedirler. Kırmızı ve kırmızı turuncu en sıcak, mavi ve mavi yeşil de en soğuk renklerdir” (Demir, 1993: 44).

Üç ana renk açısından baktığımızda; en sıcak rengin kırmızı olduğunu en soğuk rengin mavi olduğunu görüyoruz, Sarı renk ise kırmızı renge göre soğuk renk, mavi renge göre ise sıcak renk konumundadır. Sıcak-soğuk renk işlişkisine renk doygunluğu ve parlaklığı açısından baktığımızda; renk parlaklığı ve renk doygunluğu fazla olan renkler arasındaki sıcak-soğuk ilişki yüksek, renk parlaklığı ve renk doygunluğu az olan renkler arasındaki sıcak-soğuk ilişkisi ise düşüktür (Demir, 1993, 46).

Ritm ve Tekrar: Sanat yapıtında ritm, insan zihninde görsel bir hareketlilik oluşturmak için ard arda gelen elemanların düzenli bir şekilde tekrarlanmasıyla ilgilidir. Tekrarlanan tasarım elemanları yapıt karşısında izleyicinin eseri, rahat ve kolayca göz taraması yapmasını sağlar. Bir nü, natürmort, peyzaj veya bir portre resminde kullanılan yatık ve eğri çizgilerin uyumu eserde ritmi (arabesk) meydana getirir diyebiliriz. Resim sanatında, oluşturulan bir kompozisyonda gerekli olan en önemli ilkedir. Çünkü; ritmin kullanılması hareketle yakından ilişkilidir (Boydaş, 2007: 25). Buyurgan S. ve Buyurgan U., konuya şöyle açıklık getirmekteler,

Ritm uyumlu hareketler bütünü olarak ifade edilir. Yani hareketin olmadığı yerde, ritmden bahsetmek pek olası değildir. Bu açıdan bakıldığında ritmi uyuşum, hareketi ise bir eylem olarak tanımlayabiliriz. Ritmin oluşabilmesi için düzenli tekrarların olması kaçınılmazdır. Kalp atışlarındaki düzenli hareket veya ellerimizi birbirine vurarak oluşturduğumuz hareketin, düzenli bir şekilde tekrarı, ritmik harekete güzel bir örnek oluşturabilir (Buyurgan S., Buyurgan U., 2007: 119).

Ritm denildiğinde ilk aklımıza gelen müzik sanatında kullanılan seslerin belli aralıklarla yinelenmesidir. Aslında sadece müzik açısından bakıp sınırlı kalınmamalıdır. Çünkü; tabiatta ve yaşantıda doğanın devinim ve hareket içerisinde olduğunu görebili- yoruz, hareketlilik sürekli kendini yinelenmelerle meydana gelir. Örneğin, gece ve gündüzün oluşması, mevsimlerin sürekliliği, ekim-dikim, kalp atışları, kuşların kanat çırpmaları, denizlerdeki dalgalar vs. gibi örneklerle çoğaltabiliriz (Karabulut, 2004: 107). (Resim 1.7).

Resim 1.7. Kuşların kanat çırpmaları, (www.bilgiustam.com).

Karabulut’un, ritm konusundaki ifadesi konumuza açıklık getireceği gibi konuyu anlamamızada yardımcı olacaktır,

Sanatsal ritmle doğal devinim birbirine karıştırılmamalıdır. Yani resimde, koşan bir figürün bulunması ritm sorununun çözülmüşlüğünü gerektirmez. Kaskatı duran bir Asur kabartmasının ya da frontal duruştaki Mısır heykelindeki ışık-gölge ve biçim ilişkileri o yapıtlardaki ritm sorununu en güçlü biçimde çözen öğeler olarak düşünülmektedir(Karabulut, 2004: 109).

O zaman bir sanat yapıtındaki ritm kavramı, sanat yapıtını oluşturan biçimlendirme elemanlarının zıtlıklarının oluşturduğu düzen bütünlüğünden kaynaklandığını ifade edilebilir.

Derinlik: Derinlik kavramına Wölfflin’in, şu ifadeleriyle değinmek yerinde olacaktır:

16. yüzyılda yani sanatın tam da uzayı tasvir için bütün imkânları elinde bulundurduğu sırada, şekilleri düzlemler üzerinde toplamak ilke olarak kabul edilmişti; bu düzlem kompozisyonu ilkesi sonradan, 17. yüzyılda yerini apaçık bir derinlemesine kompozisyona bıraktı. Birincisinde bütün dikkat, sahnenin önüne paralel, birbiri ardına sıralanan düzlemlere çevrilidir; ikincisindeyse gözü bu arka arkaya düzlemlerden kurtarmaya, onları değerden düşürmeye ve görülmez hâle getirmeye çalışmıştır, bunun için resmin ön ve arka kısımları bir bütün hâlinde birleştirilmiş ve bunun sonucu olarak da seyirci derinliğine bağlılıkları görmeyezorlanmıştır (Wölfflin, 2000: 90).

Herhangi bir sanat eserinin iki boyutlu veya üç boyutlu özelliklerine bakılmaksızın yan yana duran biçimler ile ard arda duran biçmler arasında yakınlık ve uzaklık durumları hissedilebiliyorsa derinlik kavramından söz edebiliriz (Karabulut, 2004: 111). (Resim 1.8).

Resim 1.8. Farklı uzaklıktaki cisimlerin verdiği derinlik, (İnceoğlu, 104, 1995).

İki boyuta hacim kazandırma ve derinlik oluşturmada çizgi perspektifi ve hava perspektifinin kullanılması istediğimiz derinlik etkisini oluşturabilir. Uzaktaki bir nesnenin yakındaki cisim ve nesnelerden daha küçük görünmeside perspektif-derinlik ilişkisiyle açıklanabilir. Cisimlerin bizden uzaklaşmasıyla önce ayrıntıları sonrasında ise cismin kandisi belirsiz hâl oluşturur (Karabulut, 2004: 111; Demir, 1993: 120).

Demir ise şu şekilde açıklamaktadır, “Cisimler uzaklaştıkça form sınırları niteliğini ve keskinliğini kaybeder. Renkle göz arasına giren uzaklık arttıkça renklilik şiddetleri azalarak gerçek değerleri kaybolur ve giderek griye dönüşürler” (Demir, 1993: 120).

Gerçekte oluşan bu durum göz ve beyini şartlandırarak renk, biçim, açıklık ve koyuluk ilişkileri ile iki boyutta derinlik hissi oluşturulabilir (Demir, 1993: 120). Derinlik konusunda yapılan araştırmalara baktığımızda, perspektif kavramının derinlik yanılsamasının, grafiksel yöntemle veya boyama yöntemiyle elde edildiğini söylemişlerdir.

Derinlik kavramını renk açısından ele aldığımızda şu sonuçlar artaya çıkar, sıcak-soğuk renk bağlamında derinlik kavramına baktığımızda sıcak rengin, sıcak-soğuk rengin önüne geçtiğini görüyoruz. Şöyleki; sıcak-soğuk renk ilişkisinde sıcak renkler öne çıkar, soğuk renkler ise geride ve arkada kalır. Bir renk ışığın yüksekliğiyle uyarıcı etkisini öne çıkarır, renk ışıksızlanınca da uyarıcı etkisinin düşdüğünü ve zayıfladığını görebiliriz. Doygunluğu ve parlaklılığı yüksek olan renklerin uyarı etkisi gözü daha fazla uyarır (Karabulut, 2004: 112; Demir, 1993: 120).

Derinlik kavramına açık-koyu açısından baktığımızda ise, Demir, bu konuya şöyle açıklık getirmektedir,

Açık değerle koyu değer arasındaki ilişkide, koyu değerler öne çıkar ve açık değeri geri plana iter. Çıplak gözle görme olayı aydınlanma ile başlar ve açık değerler açıklıkları oranında aydınlıkla birleşerek daha geriye giderler. Koyu değerler ise aydınlığın zıttıdır, daha sert ve keskin hatlı görünerek öne çıkarlar (Demir, 1993: 121).

Bu açıklamayı örneklendirdiğimizde; küçük bir mekânın açık değerlerle boyanması mekânı büyük gösterecektir.

Birlik: Plastik elemanların uygunluk, zıtlık, egemenlik ve değişkenlik kavramlarının tek ve bütünü oluşturacak durumu meydana getirmesi ile ilgilidir. Sanatın elemenlerının ( nokta, çizgi, renk, doku, mekân , biçim vs.), sanatın ilkeleri (tasarım, denge, derecelendirme, karşıtlık, derinlik, ritm vb.), doğrultusunda bir bütünü ifade edecek estetik anlayış oluşturmasıdır. Wölfflin, şunları söylemektedir,

Kapalı form ilkesi, eserin bir birlik olarak tasarımlanmasını önceden varsayar. Eğer formların hepsi birden bir tüm olarak duyumlanırsa, ancak o zaman bu tümün ortak bir kanuna göre düzenlenmiş olduğundan söz edilebilir; bu eser ister tektonik üslupta, ister daha bağımsız bir düzende olsun, bu kural değişmez. Bu birlik duygusu ancak yavaş yavaş gelişebilir. Sanat tarihinde: îşte tam zamanı budur! denebilecek bir an belirtilemez; bura da da göreli değerlerle hesaplamak zoru vardır. Bir baş bir form tümüdür, bunu 15. yüzyıl Floransa ressamları da, eski Hollanda'lılar da hiç şüphesiz aynı yolda, yani tüm olarak duyumlamışlardır (Wölfflin, 2000: 184-185).

Birlik bir kompozisyonda farklı elemanların bir araya gelerek dengeli ve düzenli bir bütünlük oluşturmasıdır. “Birbirine zıt olan öğeler bile birlik oluştururken bir uyum ve düzen içinde olmalıdır (insan vücudu örneği, organların uyum içinde çalışması gibi). Birliğin oluşması için önce denge gerekir” (Genç, 2012: 9; Karabulut, 2004: 113). Dengesiz birlik oluşturmak hiçbir şekilde kabul edilemez, Birliği meydana getiren etmenler uygunluk yolu, egemenlik, değişkenlik ve zıtlığın (Güngör, 1983: 103), bir arada sağlanmasıyla gerçekleşmektedir. Birliğe örnek olarak aşağıdaki şema gösterilebilir (Resim 1.4).

Şekil 1.4. Birliğe Ulaşan Yolları Gösteren Şema, (Krabulut, 376, 2004).

Birliği oluşturmada olmazsa olmazlardan bahsettiğimiz; uygunluk, zıtlık, egemenlik ve değişkenlik kavramlarının birlik oluşturmada en iyi sonuç doğuranı, egemenlik ve değişkenlik kavramıdır. Birliği oluşturmada uygunluk yolu seçilecek ise zıtlık yolunun kullanılması bütünlüğü oluşturmada denge ve birliği sağlayacaktır. Yine zıtlık yolunun seçilmesinde de uygunluk yolunun kullanılması denge ve birliği oluşturmada önemli rol üstlenecektir (Karabulut, 2004: 113-114).

Ölçü ve Oran: İnsan doğada var olanı anlamak ve anlamlandırmak için; algılamada, değerlendirmede, incelemede, değiştirmede zihninde birçok hesaplamalar yapar ve bunları birimlendirerek soyut matematiksel sayılar ve işlemler kullanır.

Ölçü, genel olarak var olanın insan tarafından birimlendirilmesidir. Doğada bulunan her şey, oldukça büyük bir düzen içerisinde ölçülendirilmiştir. Doğadaki Cisimlerin, nesnelerin ve varlıkların her şeyin belli başlı ağırlığı, sınırı, hacimi, boyutu kendi yapısına göre sınırlandırılmış, birimlendirilmiş ve ölçülendirilmiştir (Atalayer, 1994: 204). Kısaca ölçü, evrende var olan her şeyin kapladığı alanların her yönüyle birimlendirilmesidir.

Oran ise, Artut’un Enstice W. ve Peters M.‘den aktardıklarına göre oran, “Modelin bölümleri ile bütünü arasındaki anlamlı ilişkidir. Modelin parçalarını ve bu parçaların bütüne olan ilişkilerinin-boyutlarının doğru gözlemlenip betimlenmesidir” (Artut, 2013: 164).

Oran (proporsiyon-parça), bir nesneyi meydana getiren parçaların, parça ve uzunlukları arasındaki farklılıklarıyla ifade edilmesidir. Parçayla nesnenin bütünsel yapısının farklılık ilişkisini araştırır (Çağlarca, 1999: 65). (Şekil: 1.5).

Şekil 1.5. Parçayla bütün arasındaki fark, (Çağlarca, 65, 1999).

“Bir bütünün parçalarının, bütün ile olan ölçü ilişkileri” (Turani, 2006: 104-105), anlamına gelen oran aslında iki nesnenin birbirine göre büyüklük ve küçüklük açısından ele alınışında küçüğünün büyükte kaç kez var olduğunu ispatlamak için kullanılan birimdir.

Kompozisyon: Kompozisyon, resmi (sanat yapıtını) oluşturan elemanların (biçimsel öğelerin-şekillerin ve renklerin) bir yüzey üzerinde uyumlu yerleştirilmesidir. Bir sanat yapıtını oluşturan parçaların birbirine uyum sağlayarak bir araya getirilmesiyle bir bütünlük içinde düzen oluşturmasıdır (Artut, 2013:151). Kompozisyon, yapılacak herhangi bir çalışmanın, sanat yapıtının belli kurallar çerçevesinde düzenlenerek yapılmasıdır. Lowry ise şu şekilde açıklamaktadır,