• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: MESNEVİ’DE KALB/GÖNÜL

2.4. Kalbin Sıfatları

2.4.2. Hasta Kalbler

2.4.2.1. Kalb Hastalıkları

2.4.2.1.9. Taklit

İnsanoğlunun ekserisinde var olan eksikliklerden biri öz ve sözde bir olunmamasıdır. Bu durum, doğru ve dürüst olmakmaktan ziyade insanların dilde söyledikleri sözlerin kalblerinde etki uyandırmaması sadece lafta kalmasıyla alakalıdır.

İnsanın diliyle söylediğinin kalbine tesir etmemesi, özünün sözünün bir olmaması da bir çeşit kalb hastalığı olarak kabul edilebilir.

Bir kalb hastalığı olarak Mesnevî’de üzerinde durulan konulardan biri de budur, insanların söyledikleri sözlerin kalblerine tesir edip etmemesi. Hz. Mevlâna bu kişileri taklitçi olarak değerlendirir ve şunları söyler:

“Taklit, her iyiliğin afetidir. Sağlam bir dağ bile hakikatte samandan ibarettir. Köre; kuvvetli ve tez kızar olsa bile bir et parçasıdır, gözü yok!

Kıldan ince söz söylese bile gönlünün, o sözden haberi olmaz. …………..

Mukallit, söz söylerken ağlasa bile habîsin maksadı, ancak tamahtır.

Ağlar da yanık sözler söyler. Fakat kendisinde yanan yürek nerde, yırtılan etek nerde? Muhakkikle mukallit arasında çok fark vardır. Bu Davut gibidir, öbürü ses gibi. ……….

Kâfir de Allah der, mümin de. Fakat ikisinin arasında adamakıllı fark var. O yoksul, ekmek için Allah der, haramdan çekinense candan, gönülden. Eğer yoksul, söylediği sözü bilseydi, gözünde ne az kalırdı ne çok!

Ekmek isteyen yıllardır Allah der, fakat saman için Mushaf taşıyan eşeğe benzer. Dudağındaki gönlüne doğsa, gönlünü aydınlatsaydı bedeni zerre zerre olurdu.”400

399 Konuk, 6: 304.

A. Avni Konuk eserinde bu beyitleri şu şekilde izah etmiştir. İman ve amel taklit suretiyle de olsa iyidir. Fakat tahkik varken taklitle yetinmek zarardır. Çünkü taklidi olan şeyler görünürde sağlam bir dağ gibi olsa da gerçekte bir saman yığını gibi dayanıksızdır. Taklitçi güçlü görünen bir köre benzer. Ne kadar güçlü ve gazabı şiddetli olursa olsun bir et parçasından gibidir. Onun gazabının bir hükmü yoktur.

Taklitçi ulemâ kıldan ince mana içeren Birsöz söylese bile; o manaların zevkinden ve sırrından haberdar olmaz. Böyle kimseler zaman zaman ölünün arkasından ağıt yakan ağıtçılar gibi saçını başını yolarak yürek yakıcı sözler söylerler; fakat onlarda ne yürek yanıklığı ne sıdk ne de ihlâs vardır.

Muhakkik ve mukallit arasında çok fark vardır. Birinin sesi Dâvud’un (a.s) sesi ise diğerininki Dâvud’un (a.s) dağlardan gelen aksi sadâsı gibidir. Birisi asıl, diğeri gölgedir. Kâfir de, mümin de Allah der ama ikisinin hayalleri arasında pek çok fark vardır.

Aynı şekilde dilenci ekmek kazanmak hayali ile muttaki ise ruhun hakikati olan Hak için Allah der. Dilenci yıllardır telaffuz ettiği o sözlerin manalarını hissetseydi erir giderdi. Oysa onun durumu yiyeceğine kavuşmak için taşıdığı Mushaf’ın manasından haberdar olmayan eşeğin hali gibidir.401

Hz. Mevlâna yine aynı hususa Mesnevî Şerif’in üçüncü cildinde Fil Hikâyesinde değinir. Hz. Mevlâna’ya göre kalbde bulunan kötülükler dilden dökülür, dil ile ne kadar güzel söz söylenirse söylensin kalbteki çirkinlikler gizlenemez. Böyle bir dilden dökülen dualar da Allah katında makbul olmaz. Öte yandan kişinin lafzı tam olmasa bile kalb-i selim ile ettiği dualar Allah katında kabul olunur.

“Kibir, hırs, şehvet kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar.

Yemin eder de ‘Ben onları ne zaman yedim? Soğandan da çekinmekteyim, sarımsaktan da’ dersen

O yalan yemini ederken nefesin, kovuculuk eder. Kokusu seninle beraber oturanların dimağına vurur.

O koku yüzünden dualar reddedilir. O kötü Kalb sözle kendisini gösterir.

401 Konuk, 3: 145-148.

………

Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Allah’a makbuldür.”402

İnsandaki nefsâni sıfatlardan her birinin kibir, hırs, tama gibi çeşitli kokuları vardır. O kokular tıpkı soğan yemiş bir insanın nefesinden yayılan koku gibi söz söylerken etrafa yayılır. Tıpkı soğan sarımsak yiyip de ben onları yemiyorum diyen bir insan gibi kibirli insan da bende hırs ve kibir yoktur der. Fakat onun hal ve tavrından sözlerinden hikmet ehli kimseler onun nasıl birisi olduğunu kalbinde hangi sıfatların barındığını anlarlar. Bundan dolayı birçok ağızdan çıkan güzel dua kalbin eğriliğinden dolayı Allah tarafından kabul eedilmeyip reddedilir. Çünkü duada esas olan bâtındır. Nitekim Allah Teâla “Kalblerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler” (Feth, 48/11) buyurur. Buna mukabil kişinin sözü eğri olup manası ve muradı doğru olursa yani ifade ve telaffuzda hatası, eksiği olsa da duası Hak Teâla hazretleri tarafından kabul buyurulur.403 Tıpkı Bilal-i Habeşi’nin ezan okurken ‘Hayye’i ‘Heyye’ okuması gibi. Zîra dostların hatası yabancıların doğrusundan daha iyidir.404

Netice olarak konun başında da ifade ettiğimiz gibi kalb, insandaki en yüce duyguların merkezi, marifet ve irfanın mahallidir. Genelde tasavvufta özelde ise Mesnevî’de kalb insanda en önemli noktada görülmüş ve davranışların düşüncelerin merkezi kabul edilmiştir. Bu kadar önemli bir konuma sahip olan kalb bazen çeşitli etkiler sebebiyle bu önemli işlevini yerine getiremez hatta tam tersi olumsukların doğduğu bir nokta olabilir. İşte kalbin asıl vazifesini yerine getirmeye engel olan duygular kabde ortaya çıkan mânevi hastalıklardır. Mesnevî’de bu manevi hastalıklara çokça değinilmiş, kalbin manevi hastalıkları hemen her ciltte farklı farklı şekillerde ele alınıp işlenmiştir. Bizde Mesnevî’den tespit ettiğimiz bu kalp hastalıklarını başlıklara ayırarak ele alıp detaylıca sunmaya çalıştık. Sonuç olarak bu noktada diyebiliriz ki kalb hastalıklarını tedavi etmek de bunlardan kurtulmak da ancak insanın kendi çabasıyla mümkün olabilir. İnsan öncelikle Allah’a sığınarak, O’nu zikredip dua ve niyazda bulunarak ayrıca bir mürşidi kâmilin önderliğine başvurup ondan yardım alarak kalbinin hakikatleri görmesine engel olan hastalıkları bertaraf edip bunlardan kurtulabilir.

402 Mesnevî, 3: 166-171.

403 Konuk, 5: 61-62.

Belgede Mesnevî’de kalb/gönül (sayfa 114-117)