• Sonuç bulunamadı

Hevâ/Heves

Belgede Mesnevî’de kalb/gönül (sayfa 90-95)

BÖLÜM 2: MESNEVİ’DE KALB/GÖNÜL

2.4. Kalbin Sıfatları

2.4.2. Hasta Kalbler

2.4.2.1. Kalb Hastalıkları

2.4.2.1.3. Hevâ/Heves

Hevâ kelimesi sözlüklerde şeriatın ölçülerine bakmaksızın nefsin hoşuna giden şeylere yönelmesi321 ve nefsin tabiatının gereğine yönelmesi ulvi yönlerden yüz çevirmesi gibi biçimlerde tarif edilmiştir.322

Hevâ insanoğlunun en büyük zaaflarından biridir. İnsanın dünyaya fazlaca meyletmesi, kendini dünya heveslerine kaptırması, mal mülk biriktirmeye düşkün olması da hevâ ve

319 Mesnevî, 1: 3213-3216.

320 Konuk, a.g.e., 2: 361,362; Abidin Paşa, a.g.e., 2: 361-362.

321 Târifat, 250.

heves olarak görülebilir. Bu duygunun insanda gereğinden fazla olması da bir kalb marazı kabul edilebilir. Oysa kâmil bir mümin olmanın yolu insanın kalbini dünya muhabbetine kapatıp; ilâhi muhabbetle doldurması, dünya malını gözünde hiç etmesi ile mümkündür. Hevâ kelimesi daha çok şehvetle aynı anlamda kabul edilmişse de dünyaya meyletme, dünya zevklerine aşırı düşkünlük gibi anlamlarda da kullanılmıştır.323 Biz kalb hastalıkları başlığımızda şehvet konusunu ayrı bir başlık olarak ele aldığımız için bu bölümde hevâyı dünya meyli anlamında ele alacağız.

Hevâ ve heves Hz. Mevlâna’nın Mesnevî’de zaman zaman üzerinde durduğu hususlardandır. Mesnevî’de insanın kalbinde dünya hevesine yönelik bir hastalığın da olduğu ve bu durumdan kurtulmak için hangi çarelere başvurmak gerektiği yönünde pek çok beyit bulunmaktadır.

Mesnevî’ye göre dünya boş ve geçici bir yerdir. İnsan dünya malı biriktirmek için değil,

dünyayı terk etmek için çarelere başvurmalıdır. Dünya insanoğlu için bir zindandır ve insan bu zindandan kurtulmak için çaba göstermelidir. Peygamber Efendimizin tavsiyesine uyularak kazanılan malın din yolunda harcanmasının güzelliği, bundan hareketle suyun geminin içinde olmasıyla gemiyi batıracağı dışında olmasıyla ise gemiyi yürüteceği, yani mal sevgisinin insanın kalbinde olmasının ona zararı diğer taraftan Allah yolunda harcamasıyla ise Hakk’a ulaşma vesilesi olması gibi hususlar üzerinde durulmuştur.324

Aşağıdaki beyitlerde de dünya meyli, hevâ-heves ve mal mülk sevgisinin gönülde bulunmasının insana zararları, bunların gönülden çıkarılarak Allah yolunda harcanmasının insana hizmet yonunda sarf edilmesinin faydaları anlatılmıştır.

“Mal, mülk sevgisini gönülden çıkardığından beri Süleyman, ancak yoksul adını takındı. Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz bucaksız suda yüzüp gitti. İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde yüzer durur.

Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk gözünde hiçbir şey değildir.

323 Mustafa Çağrıcı, DİA, “Hevâ”, 1998, 17: 274-276.

Şu halde kalbini Min Ledun ululuğunun havasıyla doldur, ağzını da bağla, mühürle! Çalışma da haktır, devâ da haktır, dert de hak. Münkir kimse çalışmayı inkârda ısrar eder durur.”325

A. Avni Konuk, Can ve Abidin Paşa şerhlerinde bu beyitlerin açıklamarı özetle şu şekilde karşımıza çıkar. Hz. Süleyman o kadar büyük bir saltanat sahibi olduğu halde kalbinden mal mülk sevgisini çıkardı ve kendisini fakirler arasına koydu. Bu sebeple de malının çokluğu ve mülkü ona asla zarar vermedi. İnsanın asıl hüneri servet sahibi olduğu halde kibre düşmeyip, servetini Hak yolunda harcamasıdır. Dünya, kalbi ilâhi muhabbetle dolu olan kimsenin mülküdür ama böyle olan kimsede Süleyman meşrebi olduğundan, mülk onun kalbinin gözünde hiçtir. O halde insan kalbinin ağzını dünya muhabbetine kapatıp ilahi aşkla doldurmalı sonra da mühürlemelidir.326

Hz. Mevlâna başka bir yerde de içten içe gizlice hevâ duygusuna sahip olan bâtıl hayallere nefsine tabi olan kimselere değinir. Bu kimselerin dışarıya kendilerini farklı yansıtıp iç dünyalarında dünyaya dair hayallere kapıldıklarını söyler. Oysa insan iç dünyasında hayallerini değil imanını taze tutması gerekir.

“Ey gizlice hevâ ve hevesini tazeleyen kimse! İmanını tazele yalnız dille olmasın. Hevâ ve heves tazelenip durdukça iman taze değildir. Çünkü hevâ, iman kapısının kilididir.”327

Yine beyitlerin Konuk ve Abidin Paşa şerhlerine baktığımızda şu ifadelerle karşılaşırız. İman etmek için Müslüman olmak şarttır. Fakat imanın sadece dil ile söylenmesi yeterli değildir. Asıl önemli olan kalbde olan ve diğer insanlar tarafından görülmeyen duygulardır. İnsan kalbindeki bu kötü duyguları sökerek imanını tazelemelidir. Kalbi bâtıl hayallerle ve nefsâni hevâ ile dolu iken kişinin diliyle kelime-i tevhidi söylemesi, iman tazelemek sayılmaz. Nitekim âyet-i kerimede “Ey lîsanen kelime-i tevhidi zikredip, ızhâr-ı iman edenler; kalbinizden dahi iman ediniz!” (Nisa, 4/136) buyrulur. Din yolunda insanın kalbine yeni yeni bâtıl hayaller ve fâsid fikirler geldikçe îmanın tazelenmesi mümkün değildir. Nefsâni hevâ ve istekler insanın hakiki iman kapısını kilitler. Yine

325 Mesnevî, 1: 986-991.

326 Konuk, a.g.e., 1: 319-320; Can, a.g.e., 1:83; Abidin Paşa, a.g.e., 1: 329.

âyet-i kerimede “Hevâsını ilâh kılan kimseyi görmedin mi? Halbuki Allah Teâla onu ilim üzerine şaşırttı” (Câsiye, 45/23) buyrulur.328

Netice olarak bu noktada insanın içi ve dışının bir olması gerekir diyebiliriz. Dışarıdan imanlı olduğunu söyleyen kişin kalbinde gizli gizli dünyaya meyil hevâ ve heves varsa o heves gün geçtikçe tazelenir, canlanır ve insanı tamamen etki altına alarak davranışlarına da yön verir. O halde insan gönlündeki geçici hevesleri çıkarıp, Allah’a yönelerek ibadet ve dua ile imanını diri ve canlı tutma çabasında olmalıdır.

Aşağıdaki beyitlerde ise insanın kalbini hevâ, gam gibi duygularla dolu olmasının nedenlerinden birinin, insandaki rızık endişesinden kaynaklandığı ifade edilmiştir. Kâinatta milyonlarca canlı yaşıyorken hiç birinin rızık endişesi taşımadığı sadece insanoğlunun bu endişeye sahip olduğu ifade edilmiştir.

“Bu âlemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir. Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlûkat Allah ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi.

Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, hevâ ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir.”329

Âlemde türlü türlü hayvan vardır ve bunların hiç birisi gelecek günler için yiyecek içecek endişesi taşımazlar; her vakit rızıklarını hakîki Rezzâk tarafından hazırlanmış bir halde bulurlar ve rahat rahat yaşarlar. Sivrisinekten file kadar bütün hayvanlar Allah’ın ailesidir ve Allah Teâlâ hazretleri öyle güzel bir aile sahibidir ki, hiç birisini aç bırakmaksızın hepsinin rızkını çeşitli sebepler karşılığında kendilerine verir. İnsanoğlunun ise rızkı için kalblerine musallat olan gamlar ve kederler, hep Hakk’ın varlığı karşısında kendi varlığını ve istiklâlini ispat etme çabasındandır. Bu varlık ve enâniyet fikri insanoğlunun dimağında nefsâni heves kasırgaları koparır, nefsâni sıfat tozlarını kaldırır ve böylece insanların kalb gözü, Hakk’ın varlığını ve Râzık’lığını görmez olur.330

Hz. Mevlâna aşağıdaki beyitlerde ise gönlünde hevâ ve heves barındıran kimsenin dünyaya meylederek gitgide hakiki aşktan uzaklaşıp maddi aşka yöneldiğini belirtir.

328 Konuk, a.g.e., 1: 343-344. Abidin Paşa, a.g.e., 1: 361-362.

329 Mesnevî, 1: 2291-2296.

Maddi aşka yönelen insan ise zamanla maddi güzellikler geçip gidince öylece kalakalır. Önemli olan bâki güzelliği görmek fâniye kapılmamaktır.

“Ey temiz ve saf kişi neden bir kerpice gönül veriyorsun? Ebedi olan bir aslı iste. Ey kendi aklına aşık olan ve kendisini surete tapanlardan üstün gören!

Hissine hâkim olan, akıl ziyasıdır. Bunu bakırın üstündeki altın bil.

İnsanlardaki güzellik, altın yaldızdır. Öyle olmasaydı nasıl olurdu da sevgilin kart bir eşek haline gelirdi?

Melek gibiyken Şeytana döndü ya. Elbette çünkü o güzellik ona ariyetti. O güzelliği yavaş yavaş alıyor, taze fidan gitgide kuruyor.

Var, ‘Yaşattıkça kuvvetlerini azaltır” ayetini oku da gönül iste, kemiğe gönül verme! Çünkü o gönül güzelliği, baki güzelliktir. O güzellik devleti, Ab-ı hayata sâkidir. …………..

Senin mana sandığın surettir, eğretidir. Sen kendince övünüp seviniyorsun. Mana odur ki seni senden alır; suretten müstağni kalır.”331

Konuk eserinde Allah aşkından uzaklaşan kişilerin kendi akıllarına âşık olduklarını ifade eder ve özetle şunları söyler. Oysa akılları da kendilerinin değildir ve geçip gidicidir bunun farkında değillerdir. İnsan gençliğinde diri ve güzeldir fakat ihtiyarlık geldi mi o güzellik ondan uzaklaşır gider. “Biz çok ömür verdiğimiz kimsenin gücünü kuvvetini alırız, akl etmezler mi” (Yâsîn, 36/68) ayetinden hareketle fani güzelliklere kapılmamalıdır. Gönlün güzelliği yok olmaz bunun için insan gönül güzelliğine meyletmeli geçici hevâ ve heveslere kapılmamalıdır.332

Hz. Mevlâna’ya göre kimi gönüller de hakîkî kalbin gölgeleri olan malın mülkün âşığıdırlar. Ya da çamurlu su gibi nefsâni arzularına mağlup olmuşlardır. Yahut onlar birtakım karanlık hayallere dalmış onlarla konuşurlar. Bunlar gönüllerini suret âleminin fücur taşlarıyla doldururlar. Tıpkı çocukların eteklerini topladıkları rengârenk cam ve taşlarla doldurmaları gibi. O gümüş ve altın hayali gerçek olmadığı için onların doğruluk hayalini yırtar ve gamlarını artırır. Nasıl ki çocuklar akıl mertebesine gelinceye kadar topladıkları cam parçalarının para olmadığını görmezler; bunun gibi ehl-i dünya olanlar

331 Mesnevî, 2: 709-720.

da akl-ı maad mertebesine gelinceye kadar hakikatleri anlayamaz sahte şeylerle avunurlar. Binaenaleyh aklı kâmil olan kimse pîr olur, yoksa ihtiyarlıktan saçı sakalı ağarmış fakat hakikatten bîhaber olan kimse değil.333

“Mala, mevkiye âşık olan gönül, ya bu toprağa zebundur, ya kara suya!

Yahut da karanlıkta hayallere kapılmıştır, dedikodu için o hayallere tapıp durmaktadır.

……….

Sen, eteğini cihandaki taşlarla, çocuklar gibi altın ve gümüş farzedilen taşlarla doldurdun.

Fakat hayâli altın ve gümüş hakîkî altın ve gümüşe benzemez. Onlar, senin doğruluk eteğini yırttı, derdini artırdı.

Akıl, el atıp da eteklerini tutmadıkça çocuklar, taşın taş olduğunu nasıl görürler? İnsan akılla pîr olur; saçı sakalı ağarmakla değil. O talihe, o devlete ümit kılı sığmaz, o devlet ümit ile rica ile bulunmaz!334

Sonuç olarak insandaki hevâ duygusu da kalbi çeşitli şekillerde yönlendirici bir etkiye sahiptir denilebilir. Her olumsuz duyguyu olduğu gibi hevâ, dünya hevesi gibi duyguları da kontrol altına alma çabası insanın kendisine düşen bir görevdir. İnsan kalbini geçici heveslerden sıyırıp hakîki aşka meyletmeli, dünyanın ve dünyadaki güzelliklerin fâniliğinin farkında olmalıdır. Aksi halde ömrünü boş hevesler uğruna tüketmekten başka bir şey yapamaz.

Belgede Mesnevî’de kalb/gönül (sayfa 90-95)