• Sonuç bulunamadı

Gaflet-Cehâlet

Belgede Mesnevî’de kalb/gönül (sayfa 109-114)

BÖLÜM 2: MESNEVİ’DE KALB/GÖNÜL

2.4. Kalbin Sıfatları

2.4.2. Hasta Kalbler

2.4.2.1. Kalb Hastalıkları

2.4.2.1.8. Gaflet-Cehâlet

Dalgınlık, habersizlik, yanılma ve boş bulunma gibi anlamlara gelen gaflet, tasavvufta Hak’tan habersiz, gâfil olma gibi anlamlara gelir. Gâfil de kendini tanımayan, âlemi Allah’ın tecelli aynası olarak görmeyen kişiye denir.387

Cehâlet ise bilgisizlik anlamına gelir. Tasavvufta, yıllarca birçok ilim tahsil etmiş olsa bile gerçekleri kavrama yeteneğinden uzak gönüller için kullanılır.388

386 Konuk, 5: 105-108.

387 Cürcâni, a.g.e., “Gaflet”, 168.

İnsanın kalbinin, yaratılış gerçeğini görmesine, kâmil insan olma yolunda doğru bir biçimde ilerlemesine engel olan duygulardan biri de onun gaflet içinde olmasıdır. İnsanların birçoğu dünya hayatı boyunca uykudadır, gerçeklikten bîhaberdir. Her şey gözünün önünde olduğu halde insan birçok şeyin farkında değildir.

Cahil kimsenin gönül gözü kapalıdır ve dışarıdan nasıl bir etkide bulunulursa bulunulsun onun gönlüne işlemez. Dağa taşa ölüye konuşsan etkili olur, mermere konuşsan mermer ufalanır kuma döner ama gönül gözü kapalı olan kimse üzerinde hiçbir şeyin tesiri olmaz.389 Nitekim âyeti kerimede “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de perde gerilmiştir”(Bakara, 2/7) buyrulmuştur.

Tasavvufta gaflet (aldanma) dünya yüzünden ahiretten gafil olmak ve hem Allah’tan hem de ahiretten gafil olmak şeklinde iki çeşit olarak görülmüştür. Her durumda Allah’tan da ahiretten de gafil olmanın sebepleri bu dünyadaki nimetler, rahat yaşantı, dünyayı ahirete tercih etme ve ahiretin varlığını reddetme şeklinde sayılabilir.390

Mesnevî’de de muhtelif beyitlerde insanın cehaleti ve gafleti ele alınmış, insanların bir

çoğunun gaflet içinde gerçeklikten bîhaber olarak yaşadığı vurgulanmıştır..

Hz. Mevlâna’ya göre insan gaflet ve cehalet sebebiyle olayların ancak maddi boyutunu görür, karşısındaki suretlerin sırrını farkedemez. Aracı görür ama amacı göremez hatta aracı amaç zanneder. İnsan ancak gaflet ve cehaletinden dolayı eşyanın hakikatine vakıf olamaz.

Aşağıdaki beyitlerde bu hususa işaret olunmuştur:

“Gönül kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe.

Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur. O yiğit, atını kaybolmuş sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla koşturmuştur! O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar, sorar: “Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi şu uyluğunun altındaki mahlûk ne? Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel!391

389 Mesnevî, 3: 2586-2589.

390 el-Muhâsıbi, a.g.e., 509.

Maddi suretlere aldanıp, hikmetlerle dolu akıl deryasındaki manevi etkileri görmeyen insan, olayları maddi sebeplerle sınırlı düşünür. Hakikati suret vasıtasıyla idrake çalışan kimse, kendi ruhunun, külli ruhun cüz’ü, aklının ise külli aklın cüz’ü olup daima ona rakip olduğunu bilemez. Aradığı mana ve hakikat kendi vücudunda olduğu halde, gafletinden dolayı, onu dışarıda arar.392

Üstüne bindiği atın farkında olmayan gafil suret-perest, şuna buna “Benim atım nerededir, kim çaldı?” dediği vakit; o gafilin halini farkeden birisi de; “Atın çalındı ise, şu üstüne bindiğin şey nedir?” der. İşte kendi ruhu ve aklı ile hareket eden adamın, acaba ruh ve akıl âlemi nasıldır diye şuna buna sorması, tamamıyla atını arayan adamın hali gibidir. Ruhu ve aklı anlamak isteyen bir kimseye, bir hakiki ârif çıkıp “Efendi sen, ruh ve akıl âlemi içindesin, senin ruhun ve aklın vardır ama ben o ruhu ve aklı görmek ve anlamak isterim. Kendine gel; bu sersemlikten vazgeç; halinin farkına var, ruh ve akıl âlemini hariçte değil, kendi vücudunda zevkan müşahede et! Zira senin kalbin donmuş, katılaşmış hareketin ruhun ile idrakin ise aklın iledir; binaenaleyh senin senliğin ancak ruhun ve aklın iledir”, der393

Hz. Mevlâna başka bir yerde de insandaki gafletve cehaletin etkilerini canlıların gıda ihtiyacının farklı olmasından yola çıkarak anlatır. İnsanın yiyeceği farklıdır, öküzün yiyeceği farklı, ikisinin yiyeceğinin bir diğerine faydası olmaz. İşte gönlün gıdası da farklıdır, onu doğru gıda ile beslemek gerekir. Gönlün gıdası ancak Allah’ı anmak, O’na yönelmektir fakat bazı insanlar zaman zaman gaflet ve cehalet gibi gönül hastalıkları nedeniyle gönle yanlış gıdalar verirler ya da yanlış verilen gıdaların sonucunda gaflet ve cehâlet gibi gönül hastalıkları da ortaya çıkar.

Mesnevî’de yer alan aşağıdaki beyitlerde uzunca bu konuya işaret edilmiştir:

“Şekerden öküze, eşeğe ne fayda var? Her canın başka bir gıdası vardır.

Fakat o gıda, gıdalanan kişiye arızî ise ona nasihat etmek de onu doğru yola getirmek demektir.

Birisi hastalık dolayısıyla toprak yemeği sevse toprağı, kendisine gıda sanır ama, Asıl gıdasını unutmuş, hastalık yüzünden alıştığı gıdaya yüz tutmuştur.

………

392 Abidin Paşa, 1: 374; Konuk, 1: 353.

İnsanın aslî gıdası Allah nurudur; ona hayvan gıdası layık değil!

Fakat gönül, hastalık yüzünden bu gıdaya düşmüştür; gece gündüz bu suyu içmekte bu toprağı yemektedir.

Bu gıdayı yiyen kişinin yüzü sapsarıdır. Ayağı tutmaz kalbi heyecana uğrar. Nerede yol yol olan göklerin gıdası, nerede bu?

……..

Güneşin gıdası, Arş nurundandır. Hasetçinin, şeytanın gıdası ferş dumanındandır. ………..

Gönül her dosttan bir gıda ile gıdalanır, her bilgiden bir lezzet alır. ………

İnsan, yeşilliğe baksa gönlü hoşlanır, gamı gider neşelenir. Canımız neşelenirse bizden iyilikler, ihsanlar doğar.”394

Konuk ve Tâhiru’l-Mevlevî şerhlerinden derlediğimiz bilgiler doğrultusunda yukarıdaki beyitler hakkında özetle aşağıdaki ifadeler kullanılmıştır.

Her canlının gıdası farklıdır. Hayvanların gıdası kendilerine göre olduğu gibi insanların gıdası da kendine göredir. İnsanın gıdası maddi ve manevi olarak iki şekildedir. Maddi gıda bedeni, manevi gıda kalbi besler. Böyleyken bazen insanlar yanlış gıdayla beslenebilirler. Bu kimseler kendilerini dünyanın malına mülküne ve fani güzelliğine kaptırmış, Hak nurundan olan asli gıdalarını unutmuşlardır. Böyle kimselere nasihat etmek riyazettir.

Bu arızî hâl, hastalığından dolayı toprak yiyen, toprağı kendisine gıda sanan kimselerin hâline benzer. O kimse tabii gıdasını unutmuş, yüzünü alışageldiği toprağa çevirmiştir. Oysa insanların asli gıdası yukarıda da bahsedildiği gibi nur-ı ilahidir, hayvanların gıdası ona layık değildir. Lâkin insan manevi hastalığı dolayısıyla gece, gündüz bu çamur mahsulünden yemeye mecbur olmuştur. O manevi hastalık Allah’tan gaflettir.

Sudan ve çamurdan elde edilmiş gıdaya müptela olmuş kişinin yüzü sapsarıdır evliyanın huzurunda utanmıştır, ayağı zayıftır Hak yolunda yürüyemez ve kalbi hafiftir İlahi mârifet yükünü taşıyamaz. Semavi gıdayla böyle bir gıda karşılaştırılabilir mi?

394 Mesnevî, 2: 1078-1096.

Allah’ın veli kullarının gıdası hakîkat-i Muhammediyye’den nazil olan ulûm-i ledüniyyedir; hasudların ve şeytanların gıdası ise arzın buharından ve rutubetinden meydana gelen şeylerdir.

Gönül her bir yar ve refîkten bir gıda yani bir huy kapar; her ilimden bir safa alır. Şayet refîk sâlih ise, gönül ondan güzel huylar alır; fâsık ise ondan fenâ tabiatlara meyleder. Tıpkı insanın akarsu kenarındaki yeşilliklerden oluşan bir manzara karşısında gönlünün şenlenmesi böylelikle kendisinden güzelliklerin doğması gibi.395

Peygamberler: “Gönülde bir gaflet hastalığı vardır ki, insan o illet yüzünden Hak ve hakikatin düşmanıdır” dediler. Bundan dolayı bütün nimetler onda illet olur. Hastalıkta yenen yemek insana nasıl kuvvet verir? Ey cahil ve inatçı kimse, sana gelen nimetlerin hepsi kötüleşti, saf olanlar bile bulandı. Elini neye atsan, kalbindeki düşmanlık sebebiyle nahoş bir hale getirdin. Sevgisizlik seni şükürsüz bir hale getirdi. Senin için tanıdık ve dost kim varsa hepsi gözüne hor görünürken yabancılar sende değerli hale geldi, gözünde yüceldi. Bunların hepsi senin kalbindeki o gaflet hastalığından kaynaklandı ve o hastalık bütün uzuvlarına sirayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Âdemoğlunun bedeninde bir et parçası vardır. O iyi olunca bütün beden iyidir, bozulunca da bütün beden bozulur. Haberin olsun ki o et parçası kalptir”396 buyurmuştur. Bütün bunlardan dolayı vücuttaki o illeti (gaflet hastalığını) çabucak defetmek gerekir. Çünkü o illet sebebiyle şeker bile insana zehir gibi gelir. Âbı hayat suyu bile ateş olur.397

Başka bir yerde de Hz. Mevlâna gafletin sebebinin Hak yolunda tembellik etmekten kanlandığını ifade eder. Konuyla ilgili beyitler şu şekildedir:

Gaflet, dert, tembellik ve gönül karanlığı gibi ne varsa hepsi de yere mensup ve aşağılık bir şey olan tenden ileri gelir

“Gaflet tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür.”398 Hakikatten gaflet, Hak yolunda çaba ve gayret hususundaki tembellik hep cismin yoğun olarak varlığından kaynaklanır; bu durum riyazat ve mücahedat ile muattal olur ve

395 Konuk, 3: 301-307, Tâhir-ul-Mevlevî, 4: 355-361, Mesnevî, 2: 1078-1096.

396 Buhârî, Îman, 39; Müslim, Müsâkât, 107,108.

397 Mesnevî, 3: 2677-2685; Konuk, 6: 79-81; Tâhir-ul-Mevlevî, 10: 697-699.

böylece varlık perdesi kalkar, ruhun gözü gaybın sırlarını müşahede eder. Bu müşahede artık zaruri bir hal sayılır.399

Belgede Mesnevî’de kalb/gönül (sayfa 109-114)