• Sonuç bulunamadı

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında. Nazım Hikmet Ran Kamu, kamusallık ve kamusal alan kavramlarının tartışmalı olduğu Türkiye toplumunda kamusal mekânın tarihsel gelişimi de hatları net çizilmiş bir olgu değildir. Gerek eldeki veri ve araştırmaların görece azlığı gerekse de kentleşme düzeyinin az olması nedeniyle Osmanlı Dönemi öncesi Türk toplumunda kamusal mekânın gelişimi hakkındaki literatür neredeyse yoktur. Bununla birlikte eldeki çalışmalar genellikle Osmanlı Devletinin klasik çağı denen 16. yüzyıldan günümüze uzanan bir süreçte Türk

42 Benzer şekilde Paris Komününü örnek göstermektedir. Nitekim Komünün de kısa süreli ömrünü (iki ay

sürmüştür) farklı bilinç odakları arasındaki bocalayışlar ve bunun getirdiği tutarsızlık olduğunu belirtmektedir (Şengül, 2001: 28).

toplum yaşamı içinde ve günümüz Türkiye’sinde yer alan kentlerdeki kamusal mekânlar hakkında bazı bilgiler sunmaktadır.

Osmanlı toplumunda burjuva sınıfının olmayışı ve 19. yüzyılın ortalarına kadar gazete/basın olmayışı kamuoyu ve kamusal alan gibi kavramların ortaya çıkmadığı yorumuna yol açabilir (Ercins, 2013, 305) ancak; kamuyu bir ortaklık ve siyasi varoluş alanı olarak tanımlarsak (Gürallar, 2009) bunların var olduğu alanların Osmanlı toplumunda tezahürleri olduğu görülebilir. Bu kapsamda Osmanlı toplumunda camiler ve avluları, kahvehaneler ve hatta hamamlar kamusal mekânlardır (Gürallar, 2009). Özellikle camiler her gün pek çok insanın bir araya geldiği kamusal mekânlar olmuşlardır. Herkese her zaman açık olan camiler ve avlularında bir araya gelen insanlar gündelik hayat ve siyaset hakkında sohbet etmiş ve tartışmışlardır (Papila, 2011: 73). Benzer biçimde kahvehaneler, hamamlar ise birer kamusal mekân ve siyasi arenadır. İnsanların toplandığı ve iktidara yönelik dedikoduların, tartışmaların döndüğü yerler olarak tarihsel açıdan önemli gelişmelerin çıkış noktası olmuşlardır. Örneğin Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması ile birlikte tekinsiz mekânlar olarak görülen yeniçerilerin toplandığı kahvehaneler ve berber dükkânları ortadan kaldırılmıştır (Gürallar, 2009). Benzer biçimde Habermas (2014: 137) 1700’lü yıllarda kahvehanelerin İngiliz otoritelerince de siyasal huzursuzluk kaynağı olarak görüldüklerini ve bunlara karşı çeşitli beyannamelerin çıkartıldığını belirtir. Kahvehaneler43 sokağın dışında (kent meydanları da dâhil edilebilir) kalan dolaysız yüzleşme ve karşılaşma noktasıdır ve bu noktada hem bütünleşme hem de bir dışarıda bırakma yeridir (Paquot, 2012: 60). Günümüzde Türkiye toplumunda kahvehaneler (her ne kadar kadınları içermese de) büyük kentlerin geleneksel yaşam tarzının hâkim olduğu mahallelerinde ve küçük kentlerde önemli bir toplanma mekânıdır44.

43 Kahvehanelerin Avrupa'daki kamusal alandaki rolü için Habermas (2014: 100-101).

44 Örneğin Seferihisar’ın ve Vize’nin Sakin Kent adaylık sürecinde kahvehane toplantıları Sakin Kent

Şekil 3.4. Haliç’te Bir Kahvehane, Auguste Mayer (1856) Kaynak: sosyalbilim.com45

“Kent; burjuva toplumu için sadece ekonomik hayatın merkezi değildir, her şeyden önce ‘saray’ın kültürel-siyasal karşıtı olarak kahvehanelerde, salonlarda ve yemek davetlerinde kurumlaşan ilk edebi kamuyu da tanımlar” (Habermas, 2014: 96- 97). Osmanlı toplumunda burjuva kesimi olmasa da kent hayatında insanların bir araya geldiği ortamlarda; yeri geldiğinde yöneticilerin de hicvedildiği karagöz, meddah, orta oyunu gibi sözlü ve yazılı edebiyat, şiir atışmaları gibi unsurlar saray karşıtı olmasa da kısıtlı bir edebi kamusallık oluşturmuşlardır.

Avrupa’da 18. yy öncesi dönemde gerçekleşen ‘temsili kamuyu’ betimlerken Habermas (2014: 69) barok şölenlerini örnek verir; turnuva, dans ve tiyatro gibi etkinliklerin kamusal alanlardan dışarıya kapalı bahçelere caddelerden sarayların salonlarına çekildiğini ifade eder. Gürallar’a (2009) göre Topkapı Sarayı’nın avluları; siyasi ve askerî nitelikte bir takım törenlerin gerçekleştiği “temsili kamusal” alanlardı. Benzer biçimde camiler de, devletin temsil edildiği mekânlar olarak törensel cuma namazları ile temsilî kamunun gerçekleştiği yerdir.

Avrupa’da burjuvazinin yaptığı devrime paralel biçimde modern kamusal alan kavramı ortaya çıkarken Osmanlı toplumu bu süreçten ayrı düşecektir. Bir bakıma kendiliğinden çıkmayan bu toplumsal dönüşüm süreci devlet eliyle Tanzimat

Dönemi’nden itibaren tepeden tabana yayılmak istenmiş ve kamusallık kavramı da bu yeni koşullara göre şekillenmiştir.

19. yüzyılda sanayileşen ve göçle büyüyen Avrupa kentlerinin aksine günümüz Türkiye kentleri bu süreci II. Dünya Savaşı sonrası dönemde tecrübe etmiştir. Ancak İstanbul’da ilk modern belediyenin kurulması ve mahalle ölçeğinde çeşitli mekânsal planlı düzenlemeler bir takım gelişmeler görülmüştür. 1864 yılında İstanbul’da Divan Yolu Caddesi Osmanlı başkentindeki Batılı tarzda ve merkezi otoritenin iradesiyle inşa edilen ilk kaldırımlı caddelerden biri olmuştur. Bizzat Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa’nın takip ettiği bu genişletme çalışmasında yerli esnaf ve çeşitli gruplardan tepkiler gelmiştir. Yol tamamlandıktan sonra nüktedan sadrazam; “bu yolu bize atılan taşlardan yaptık46” diyecektir. Ahmet Vefik Paşa47 Bursa Valiliğinde bulunduğu 1879-1882 yıllarında Batı tarzında bir imar planı uygulamış, kentte geniş yollar ve meydanlar açtırarak kent yapısında düzenlemeler yaptırmıştır. Ayrıca ülkenin farklı bölgelerinde yangın sonucu kentsel tahribata uğrayan bazı yerler özellikle ızgara tarzlı planla yeniden düzenlenmiştir; Edirne’deki Kaleiçi, İstanbul’daki Aksaray bu yerlere örnektir (Özcan, 2006: 163-173). Bununla birlikte, 19. yy Osmanlı kentleri dünyadaki kapitalist üretim sürecine İstanbul ve bazı liman kentleri dışında eklemlenmiş değildi. Bu nedenle Avrupa’daki gibi büyük çapta kentsel tasarım ve imar faaliyetleri görülmemektedir. Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni kurulan devlet yeni başkent Ankara’yı merkezi idarenin inisiyatifi altında planlı bir şekilde imar etme yoluna gitmiş ve bu durum Türkiye tarihinde ilk planlı kent imarının doğmasını sağlamıştır. Ayrıca bu dönemde pek çok Anadolu kentinde kentsel planlama dâhilinde çeşitli mekânsal değişimler olmuştur.

Türkiye tarihinde devlet otoritesinin kamusal mekân üzerinden temsili yapı ve simgeler ile iktidarını gösterme çabası eskiye dayanan bir olgudur. Bu örneklerden biri de II. Abdülhamit döneminde yaptırılan saat kuleleridir. Tahta çıkışının 25. yıldönümünde (1901) II. Abdülhamit, vilayetlere ferman göndererek kent merkezlerine saat kulesi yapılmasını emretmiştir. (Halaç ve İlhan, 2014: 191). Bunun üzerine İstanbul başta olmak üzere ülkenin farklı yerlerinde bazıları günümüze de kalan saat kuleleri inşa edilmiştir. Saat kulelerinin; yangın gözetleme, yön tayini gibi pratik işlevlerinin yanında devlet dairelerinde ezani saatin yerine Batıda olduğu gibi güneş saati düzenine

46 Detaylı bilgi için bkz. http://www.fuatpasa.com.tr/default.asp?bol=1&icerik=16 (erişim 17.11.2015). 47 Paris’te Elçilik yaptığı sırada Haussmann tarafından uygulanan dönüşüme tanık olmuştur.

geçilmesine aracı olmak gibi işlevleri olmuştur (Halaç ve İlhan, 2014: 192). Devletin mekândaki görünürlüğü olan saat kuleleri; Güntan’a göre imparatorluk armaları, saltanat simgeleriyle iktidarın yerel düzeyde açığa vurulmasını ifade etmekteydi. (Halaç ve İlhan, 2014: 191).

Fotoğraf 3.5. II. Abdülhamit Dönemi’nde Yaptırılan Saat Kuleleri (İzmit, Balıkesir, İstanbul, Muğla)

Kaynak: O. Donat Arşivi (2015)

Cumhuriyetin kurulması ile Türkiye tarihinde başlayan yeni dönem kamusal alan üzerinden dönüşümünü hissettirmiştir. Bu dönemin en belirgin niteliği kamusal alanın; müzakere, iletişim ve mekân boyutları kapsamında bir iktidar alanına dönüşmüş olmasıdır (Karadağ, 2006: 3). Tanzimat ile başlayan modernleşme çalışmalarının bu dönemde devlet eliyle topyekun bir modernleşme projesine evrildiği görülmektedir. Bu noktada önceki dönemden kalan kamusallığın içinde yer alan bir takım sosyal gruplar, kamusal alanın dışına alınarak bu alan devletin denetimine alınmıştır (Ercins, 2013, 307). Siyasi iktidarın kendi eliyle kurduğu kamusal alan, Göle’nin ifade ettiği gibi bireylerin rasyonel ve eleştiri tartışma yaptıkları bir alandan çok modernist pratiklerin hayata geçirildiği bir alan olmuştur (Ercins, 2013: 308).

Türkiye’de devletin kamusal alanın inşasında aktif şekilde yer alması sonucu kamusal alanda bir parsellenmişlik söz konusu olmuştur. Toplumun devlete uzak ve yakın biçimde ayrışması güçlü bir cemaat kültürünü ve bunun kapsamadığı bir kamusal alan anlayışını beraberinde getirmiştir (Bayhan, 2006: 89). 1950’den sonra gelişen süreçte Türkiye dünya ekonomisine eklemlenmeye başlamış, kamusal mekânlar yalnız devlet eliyle değil giderek ekonomik ihtiyaçlar, siyasi ve sosyo-kültürel değişimler doğrultusunda şekillenmeye başlamıştır. Bu dönemde kırsaldan kente göç olgusu

kentsel nüfusta artışlara neden olmuş ve kentsel mekân giderek parçalı bir yapıya bürünmüştür. Bu dönemde ortaya çıkan imar planları48 kamusal mekân üzerinde önemli rol oynayan bir gelişme olmuştur.

80’li yıllardan itibaren hızla yükselen neo-liberal politikalar ve küreselleşme olgusu ile ulusal ve uluslararası sermayenin kentsel mekâna olan ilgisi giderek artmıştır. Özellikle büyük kentler rantiye mekânlarına dönüşmüş, konut ve ticaret mekânlarında ciddi dönüşümler ve büyük çaplı proje uygulamaları görülmüştür. Kentsel dönüşüm kavramı da bu dönemde planlama literatürüne girmiştir. Büyük kentler başta olmak üzere kentlerin gecekondu alanları, tarihi kent merkezleri gibi mekânlarında kapsamlı kentsel dönüşüm projeleri görülmüştür (Yavuzçehre, 2010: 33). Gelinen süreçte dünyadaki gelişmelerle benzer biçimde, mekân üzerinde belirleyici temel etken sermaye hareketleri olmuştur. Tüm bu gelişmelere dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çoğu yerel nitelikte olmak üzere çeşitli tepkiler görülmüştür. Bu kapsamda kamusal mekânı yeniden kazanmak için Türkiye'de son yıllarda yaşanmış en çarpıcı deneyim 2013 Haziran'ın da yaşanan Gezi Parkı eylemleridir. Bunun yanında, öncesinde Ankara Kızılay'daki TEKEL işçilerinin eylemleri sebebiyle 78 gün boyunca bir bölümü kapatılan Sakarya Caddesi (Kara, 2015: 556) gibi ‘işgal et’ (occupy) eylemleri ile benzerlik taşıyan kamusal mekânı kapsayan çeşitli eylemler olmuştur. Gezi Parkı eylemlerinin, zamanla çıkış nedenlerinin ötesinde Türkiye geneline yayılan hükümet karşıtı geniş protesto gösterilerine dönüşmesine karşın, başlangıcı olan Taksim'de yaşanan süreç kamusal mekân ve kent hakkı üzerine önemli bir gelişmedir. Eylemin çıkış noktası; erişim ve kullanımı herkese açık bir kamusal mekânın devlet otoritesince özel bir kamusal mekâna dönüştürülmek istenmesine yönelik tepki olmuştur. Önce Gezi Parkı sonra tüm Taksim Meydanı ve çevresine açılan caddelerin eylemciler tarafından devlet otoritesinin elinden alınması ile 15 gün kadar süren istisnai bir süreç yaşanmış, eylemciler tarafından el konulan Gezi Parkı ve çevresi Taksim Komünü olarak da adlandırılmıştır (Fırat, 2015: 570).

48 Türkiye’nin önde gelen mimarlarından Cansever (2013: 89) bu isimleştirmeyi eleştirir: “Bütün dünyada

şehir planlarına ‘şehir planı’ denirken Türkiye’de ‘imar planı’ deniyor. Sanki daha evvel mamur değilmiş de(?) sonra mamur olacakmış gibi”.

Fotoğraf 3.6. Semt Bizim Ev Kira… Kaynak: uludağsozluk.com49

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SAKİN KENTLERDE KAMUSAL MEKÂN

Kamusal mekânlar kentlerin ve kent toplumunun yapısında büyük bir öneme sahiptir bu nedenle, Sakin Kent anlayışında ve kriterlerinde kamusal mekânlara yönelik çeşitli yaklaşımlar yer almaktadır. Çalışmanın bu bölümünde öncelikle kent kavramı ele alınarak Sakin Kentlerdeki kamusal mekânların nitelikleri ve yapısı ile bu unsurları etkileyen faktörler irdelenmektedir. Bununla birlikte Sakin Kent anlayışında kamusal mekâna yaklaşımı şekillendiren unsurlar ortaya konmaktadır. Devamında ise Sakin Kent kriterlerinde kamusal mekân ile ilgili maddeler ve atıflara değinilerek dünyadaki Sakin Kentlerde bu doğrultuda ortaya konan örnek düzenlemelere yer verilmektedir.