• Sonuç bulunamadı

2.4. Türkiye’de Sakin Kent Hareketi

3.1.1. Kamusal Alan Kavramı

II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da, ideal bir kamusal alanın varlığına yönelik tartışmalar ortaya çıkmıştır. Ancak kamusal alana yönelik literatürde görüş birliğine varılmış bir sınıflandırma ortaya çıkmamıştır. Dolaysıyla kamusal alan modelleri için de farklı sınıflandırmalar görülmektedir25. Bununla birlikte Batıdaki politik düşünce sürecinde oluşan yaklaşımların temelinde Benhabib tarafından geliştirilen üç farklı kamusal alan modeli öne çıkmaktadır: Arendt'in geliştirdiği Yarışmacı (Agnostik) Model, Liberal yaklaşımları kapsayan Yasalcı Model ve Habermas'ın geliştirdiği Söylemsel Model (Yükselbaba, 2008: 228, Özbek, 2015: 48). Liberal yaklaşım üzerine inşa edilen kamusal alan modeli -arasında farklılıklar olmakla birlikte- klasik liberal düşünürler Locke ve Mill ile çağdaş liberal düşünürler Hayek ve Rawls'ın kamusal alan üzerine yaklaşımlarıyla şekillenir (Karadağ, 2003: 179-185, Yükselbaba: 2008: 234- 249). Arendt’in Antik Yunan’da kamusal alanın yapısı ve Habermas’ın 18. yy sonlarında çıkan burjuva kamusal alanı üzerine ortaya koyduğu çalışmalar Arendtci ve Habermasçı yaklaşımlar olarak adlandırılarak literatürde çokça tartışılmıştır. Özellikle Habermas’ın 1962’de yayınladığı ‘Kamusallığın Yapısal Dönüşümü’ isimli çalışması yıllar içinde kamusal alana yönelik tartışmaları ileri boyutlara taşımıştır. Bu kapsamda,

25 Kamusal alanı farklı kamusal alan modelleri başlığında kategorize eden yaklaşımlar bulunmaktadır.

Örneğin Weintraub; Liberal Ekonomist, Cumhuriyetçi Erdem modelleri ile Sosyallik ve Feminist yaklaşımlı olmak üzere dört farklı kamusal alan modelini belirtir (Özbek, 2015: 46-47).

“acaba burjuva kamusal alanının karşısında etkili olabilecek karşıt kamusal alan biçimleri olabilir mi?” sorusu Negt ve Kluge’yi (2015: 133) proleter kamusal alan kavramına götürecektir.

Sivil ve cumhuriyetçi yaşam için erdemi temel alan yasalcı (agnostik) ve birleşimsel kamusal alan anlayışının önde gelen temsilcisi Arendt'tir (Karadağ, 2003: 174). Arendt, kamusal mekânın Habermas’ın belirttiğinin aksine ilk defa 18. yüzyılda değil, çok önceleri Antik Yunan’da tarih sahnesine çıkmış olduğunu vurgular (Dacheux, 2012: 20). Arendt’in kamusal alan anlayışında iki fenomen yer alır; bunlar, kamusal alanın bir görünme alanı olması ve herkes için ortak olan insan ürünü şeylerle ilgili olmasıdır (Karadağ, 2006: 12). Kamusalın herkese açık anlamı en çok Arendt'in kavramsallaştırmasında görülmektedir (Sarıbay, 2000: 5). Kısaca herkesin “görülür ve duyulur” olabildiği “ortak” (ya da ortak kullanıma izin verilen) alanlar kamusal alanlardır (Gürallar, 2009). Bununla birlikte Arendt’in kamusal alan modelinin temelinde özgürlük yer alır, özgürlük olmadan eylem ve siyaset mümkün değildir. Özgürlük de ancak kamusal alanda ortaya çıkmaktadır (Onat, 2013: 52-53).

Arendt’e göre kamusal alan, farklılıkların ortaya çıktığı, tartışma ve eylemin olduğu siyasetin alanıdır; özel alan ise insanların doğal alanı olarak siyaset öncesi alana karşılık gelir (Onat, 2013: 28-29-106). Arendt, kamusal ile özel arasında ayrıma Antik Yunan sitesi özelinde sıkça vurgu yapmaktadır zira kamusal alanların özel alanlardan ayrımı bu dönemin belirgin özelliğidir. Antik Yunan’da ev/özel olan (idion) ile kamusal olan (koinon) arasındaki fark keskindir; özgür yurttaş ancak evinden (idion olumsuz bir mana içerir ki idiot sözcüğü politikayla uğraşmayan anlamında buradan gelmektedir26) çıkarak siyaset ile eylemin yapıldığı kamusallığa adım atmaktadır.

Geç Orta Çağ Avrupa’sının feodal toplumuna gelindiğinde ise özel alandan ayrı biçimde kendi başına bir alan olarak kamudan bahsedilemez (Habermas, 2014: 64). Ancak tarihsel süreçte 17. yüzyıla gelindiğinde kamusal ve özel alan ayrımı (yeniden) belirginleşmeye başlamıştır. Kamusal alan herkesin denetimine açık olan alan; özel alan ise insanın kendisi, ailesi ve yakınları ile ilişkilerini sınırlayan bir yaşam alanı olarak değerlendirilmiştir (Onat, 2013: 10). Sonuçta burjuva toplumu, kamuoyu üretme hazırlığı içinde geçen yüzyılların ardından 17. ve 18. yüzyıllarda kendi tecrübe ve ideolojisinin görünür olduğu kamusal alanı meydana getirmiştir (Negt ve Kluge, 2015:

91). Dacheux (2012: 16) da Kant’a atıfta bulunarak Aydınlanma Çağında doğmuş olan modern kamusal alanın devlet ile yurttaşların siyasi sorunları müzakere edebildikleri bir aracılık mekânı olduğunu belirtmiştir. Ancak bu müzakerenin tıpkı Fransız İhtilalinde görüldüğü gibi burjuvazi ile devlet arasında gerçekleştiğini söylemek daha yerinde olacaktır.

Habermas’ın liberal burjuva kamusal alanı olarak ifade ettiği kamusal alan kavramı 18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Öncesinde saraylara, bunların bahçelerine hapsolan kamusal iletişim; burjuva kamusal alanı olarak salonlara, müzelere, kahvehanelere, tiyatrolara yayılan bir akıl yürütme, tartışma ve iletişim kurma alanı olarak dönüşmüştür (Onat, 2013: 73-76-109). Bu noktada aleniyet vurgusu önemlidir:

“Şayet kapalı topluluklarınkinden farklı olarak herkese açık iseler toplantıları kamusal olarak adlandırıyoruz” (Habermas, 2014: 58).

Mekânlardaki iletişim ve etkileşimin yanında Habermas; burjuva kamusal alanının oluşumunda, bu çağda bilhassa etkin olan roman ile edebi gazeteciliği örnekler ve okuma topluluklarının yaygınlaşmasını birbirleri ile bağlantı kurarak aktarır (McCarthy, 2015: 91). Okuma etkinliklerinin artması ve basının giderek yaygınlaşması kamusallığın gelişimini beraberinde getirmiştir. Bu noktada Habermas (2015: 96) kamusal alan ve kamuoyu kavramlarının ilk defa 18. yüzyılda ortaya çıkmasının rastlantı olmadığını vurgular. Aynı şekilde kanaat (opinion) ve kamuoyu (public opinion) sözcüklerinin ayrışması da bu zamana denk düşmektedir.

Güney’in (2007) belirttiği üzere Habermas kamusal alanı her türlü çıkardan arınmış, devlet baskısı ile sermaye egemenliğinden bağımsız bir alan olarak tanımlar. Bu noktada kamuoyunun da her türlü etkiden bağımsız olması gerekmektedir. Ancak toplumun gittikçe devletleştirilmesi ve buna karşılık devletin de toplumsallaştırılması şeklinde gelişen diyalektik süreç devlet ile toplum arasındaki ayrışmayı (ki burjuva kamusunun temelidir) zamanla ortadan kaldırmıştır (Habermas, 2014: 252). Burjuva kamusal alanının ideal olduğu evre oldukça kısa bir dönemdir. Kitlesel basının ilk dönemlerine denk düşen burjuva kamusal alanının doğuşu, basının bizzat piyasanın çıkarına göre hareket eden bir yapıya dönmesi sonucu değişime uğramıştır (Çetin, 2006: 19). Sonuçta basın ve yayın organları da giderek kamusal bilgi ve tartışma için değil

daha ziyade toplumsal konsensüsü idare eden, tüketim kültürünü destekleyen bir yapıya dönüşmüştür (McCarthy, 2015: 92).

Negt ve Kluge (2015: 138) kamusal alan tartışmasının etrafında dönen kavramların (kamuoyu, kitle iletişim araçları, yasaların uygulanması, haber alma özgürlüğü vb.) kaynağına ve bunları kimin kendi yararına kullandığına yönelik bir sorgulamanın; kavramların içeriği hakkında filoloji ve düşünce tarihine yapılacak gezintilerden fazlasını söyleyeceğini belirtir. Bu noktada Negt ve Kluge’nin27 Habermas’ın çalışmalarına gönderme yaptıkları söylenebilir. Kamusal alana yönelik önceki modeller liberal perspektiften yükselirken, Negt ve Kluge'nin geliştirdiği proleter kamusal alan kavramı bunun karşıtlığı üzerine şekillenir ve nihayetinde kapitalist düzenin tasfiyesini amaçlamaktadır (Yükselbaba, 2008: 267).

Çetin (2006: 27); Negt ve Kluge’nin çalışmalarında kamusal alanı, işçi sınıfı için kullanım değeri ile egemen sınıfların bu alandan elde ettikleri kazancı değerlendirme üzerine ele aldıklarını belirtir. Bu kapsamda Negt ve Kluge’nin kamusal alan yaklaşımı; burjuva kamusal alanının içermediği ve kapitalist sistemce sömürülüp parçalanan toplumsal emek gücünün, yeniden güçlendirilmesiyle ortaya çıkaracağı devrimci bir potansiyel olduğu görüşüne dayanır (Coşkun, 2006: 147). Dolayısıyla proleter kamusal alanın doğrudan emek-sermaye çelişkisi üzerinde yükselen ve sınıf mücadelesini ön plana alan, antikapitalist, kurucu nitelikli politik eylem durumunun oluştuğu bir alan olduğu söylenebilir (Coşkun, 2006: 149).

20. yüzyılda Arendt, Habermas, Negt ve Kluge’nin kamusal alan ve modellerine yönelik çalışmaları; üzerinde çokça durulan ve farklı konulardaki tartışmalarla giderek çeşitlenen kamusal alan kavramına kuramsal altyapı oluşturmuştur. Günümüze değin güncelliğini sürdüren kamusal alana yönelik tartışmalar; özellikle 80’li yılların sonundan itibaren hem eski Doğu Bloğu ülkelerinde hem de Batılı kapitalist ülkelerde görülen toplumsal dönüşümler, mücadeleler ve politik meşruiyet tartışmalarıyla da bağlantılı olarak gittikçe önem kazanan bir konu haline gelmiştir (Özbek, 2015: 26).