• Sonuç bulunamadı

İnsanın en büyük erdemi kent kurmaktır Eflatun Kent olgusu devasa konumu ile şaşırtıcıdır; karmaşık yapısı, bilgi araçlarının ve pratik eylem unsurlarının üzerine çıkmış bir durumdadır (Lefebvre, 2014: 47). Kentleri şekillendiren etkenlerin çeşitliliği, kentlerin karmaşık yapısını irdelemek için onu çok boyutlu biçimde ele almayı zorunlu kılar. Her ne kadar Sakin Kentler nispeten küçük ölçekli kentler olsalar da bu yaklaşımdan muaf değillerdir. Sakin Kentleri ve mekân olgusunu anlamlandırmak, öncelikle kent kavramından söz etmeyi gerekli kılar.

“Kent toplumuna farklı girişler, bu farklı başlangıç noktalarının içerdikleri ve sonuçları, kent olgusu veya ‘kent’ (urbaine) hakkındaki sorunsalın parçasını teşkil eder. ‘Şehir’ (ville) kelimesinden ziyade bu son kelimeleri kullanmak tercih edilmelidir, zira ‘şehir’ kelimesi tanımlı ve nihai bir nesneyi, bilimin sunduğu objektif bir nesneyi tanımlıyor gibidir, teorik çalışma ise öncelikle bu ‘nesne’nin eleştirilmesini ve virtüel ya da mümkün nesneden çok daha karmaşık bir kavramın oluşturulmasını gerektirir. Bir başka deyişle, bu perspektifte bir şehir bilimi (kent sosyolojisi, kent ekonomisi vb.) değil, küresel sürecin ve onun sonunun (amaç ve anlam) oluşumunun bilinmesi söz konusudur. Bu nedenle, (‘kent toplumu’nun kısaltması olarak) kent, şimdiki zamanın gerisinde olan tamamlanmış bir gerçeklik olarak değil, aksine bir ufuk, aydınlık bir

virtüellik olarak tanımlanır. Bir yönle tanımlanan, kendisine doğru giden bir yolun sonunda olan, mümkün olan şeydir. Ona ulaşmak, yani onu gerçekleştirmek için, onu imkânsız kılan engelleri ortadan kaldırmak gerekir” (Lefebvre, 2014: 20-21).

Geleceğe yönelik bir tasavvuru ifade eden kent olgusu geçmişi ile de bütünlük

taşımaktadır. Kentin50 tarihi uygarlık tarihi kadar eskidir51 ve uygarlık kentlerde var

olmuştur. Kuşkusuz Sakin Kentler de çoğunlukla geçmişi eskiye dayanan tarihi ve kültürel mirası olan kentlerdir. Kent sözcüğü akla öncelikle yer algısını getirse de daha ziyade kültürel anlamı yoğun olan bir kavramdır bu nedenle uygarlık olgusunun geliştiği mekân olarak düşünülebilir (Mutlu ve Batmaz, 2013: 13). Cansever’e (2013: 87) göre kentlerin kendisi de istisnai bir kültür ürünüdür. Kentleri var eden kültürü oluşturan unsurlar kentlerin kimliğini de doğrudan biçimlendirmektedir. Kent kimliğini oluşturan iki temel unsur ise toplumsal ve çevresel kimliktir. Toplumsal kimlik; inançlar, deneyimler, davranışlar gibi sosyo-kültürel yapıları içerirken çevresel kimlik ise doğal ve coğrafik etkilerden gelen yerin karakteri ile yapıların biçim, malzeme, simgesel etki gibi özelliklerle şekillendiği mekânın karakterinden oluşmaktadır (Mutlu ve Batmaz, 2013: 62).

Mekân ve kültür arasında çift taraflı bir etkileşim söz konusudur. Kentsel mekândaki değişim, kentsel kimlik ve kültürde değişime yol açtığı gibi kültürel değişim de kentsel mekânda değişime yol açabilmektedir (Yavuzçehre, 2010: 142). Dünyanın hızla dönen ve dönüşüm geçiren yapısında özellikle son 30-40 yılda insanlar ve mekânlar hiç olmadığı kadar fazla ve istisnai bir değişim geçirmektedir (Knox, 2005: 3). Bu değişimin en önemli sonucu da özgün kimliğini kaybeden kentler ve mekânlardır. Knox (2005: 6) Sakin Kenti, insanları ‘mekân kültürünü’ yeniden keşfetmeye iten bir hareket tarzı olarak örneklendirir. Geleceğe uzanan bir mefhuma sahip bu keşfin başlangıç noktası ise mekânın geçmişiyle kurulan bağdır. Sakin Kentler Birliği’nin eski başkanlarından ve aynı zamanda eski Orvieto Belediye Başkanı Stefano Cimicchi ideal kent için sosyal toplanma merkezi olarak işleve sahip kent meydanı ile Geç Orta Çağ ve Rönesans dönemlerinin bir model olduğunu belirtmiştir (Abbona ve

50 Kent (=şehir Farsçadan gelen eş anlamlısı) sözcüğünün Türkçedeki tanımı; nüfusunun çoğu ticaret,

sanayi, hizmet veya yönetimle ilgili işlerle uğraşan, genellikle tarımsal etkinliklerin olmadığı yerleşim alanı anlamına gelmektedir (TDK, 2015).

51 Tekeli’nin belirttiği üzere, kentlerin ortaya çıkışı Milattan Önceleri 2500-3000’e kadar gitmektedir,

zamanla Çin, Hindistan, Mısır ve Mezopotamya’da ilk büyük kentler ortaya çıkmıştır. Ancak sanayi öncesi döneme kadar imparatorluk başkentleri hariç yüksek nüfuslu kentlere rast gelmek güçtür, kentler genelde 5000-10000 nüfuslu yerleşmelerdir (Arslan, 2014: 8).

Nano, 2002). Bu konuya atıfta bulunan Cimicchi “amacımız Komünler Çağına geri dönmek değil fakat hatırlamak önemli” şeklinde görüşünü ifade etmiştir (Miele, 2008: 137). Sanayi Devrimi sonrası süreçte parçalı bir yapıya bürünen kentsel mekânlar ve ortaya çıkardığı değişen mekân anlayışı giderek modernitenin de bir unsuru haline getirilmiştir. Bu nedenle farklı bir kentleşme ve mekân anlayışı geliştirmek için modernizm öncesi dönemin dikkate alınmasının tutarlı bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Bu noktada Avrupa’nın kentleşme geçmişinde oldukça önemli bir aşama olan Orta Çağ Komün kentlerinin, kent sakinleri lehine sağladığı serbestlik ve kent kimliği oluşumundaki rolünün; günümüzdeki ana akım kentleşme anlayışına alternatif açıdan bakan Sakin Kentler ve taşıdığı mekân kültürü için bir tecrübe olduğu ortaya konabilir.

4.1.1. Orta Çağ Avrupa’sında Komün Kentleri

Sakin Kentler Tüzüğünün giriş kısmında, simgesinin modern ve tarihi binaları sırtında taşıyan bir salyangoz olduğu vurgulanır. Sakin Kentlerin eskinin geleneksel kent yapısını halen içinde barındıran kentler olması nedeniyle, modernliğin yanında tarihe de vurgu yapılması tabiidir. İtalya’da ortaya çıkmış ve çoğu Avrupa’da olan Sakin Kentlerin, kıtadaki kentleşme geçmişi günümüzdeki durumlarına ışık tutmaktadır. Cimicchi’ye göre özellikle Avrupa’da kentlerin şekillenmeye başladığı Geç Orta Çağ dönemindeki kentsel kültür de Sakin Kentlere kalan miras açısından önemlidir (Abbona ve Nano, 2002). Bu dönemde oluşmaya başlayan tarihi kent meydanları, bugün bir kısmı araç trafiğine kapalı sokaklar, meydanlarda yer alan pazaryeri ve kiliseler, çoğu modern öncesi dönemde kurulmuş geleneksel pazar kentleri olan Avrupa’daki Sakin Kentlere geçmişten kalan mirastır (Mayer ve Knox, 2010: 1546).

Şekil 4.1. 16. Yüzyılda ve Günümüzde Orvieto

Kaynak: sanderusmaps.com ve wikipedia.org sitelerinden derlenmiştir52.

Kentlerin tarihi yerleşim yeri olarak kendine özgüdür ve köylerden ayrışmış durumdadır. Kent ve köy arasındaki temel fark köyün kendi kendine yetebilir olması iken kentin çevresi bağımlı oluşudur; bir köy aylarca mahsur kalsa yaşamını sürdürürken aynı durum kent için olanaksızdır, kentler dış dünyaya bağımlıdır (Ortaylı, 2012: 70). Bu nedenle kentler kırsaldan gelen artı ürüne ihtiyaç duyan bir yapıdadır. Geleneksel kent yapısında bu görevi yerine getiren pazaryerleri (marcetus); kırsaldan gelen tarım ürünlerinin kentlilerin ihtiyacını karşılamak üzere satıldığı mekânlardır (Pirenne, 2014: 33). Türkçede market anlamına gelen pazar sözcüğü Farsçadan dilimize geçmiştir, eski Avrupa kentlerindeki pazar veya market meydanı (markt-Almanca, market-İngilizce, mercado-İspanyolca) olarak adlandırılan yerler oldukça yaygındır. Bu meydanlar çoğunlukla günümüze değin ulaşan ve halen eski kent bölgelerinin merkezinde yer alan yerlerdir.

Tarihsel süreçte kentler ticaretle var olan ve gelişen bir yapıdadır. Pirenne (2014: 100-101) Avrupa’da kentlerin büyüyüp yayılmasında ticaretin önemi vurgular ve özellikle İtalya ve Hollanda başta olmak üzere ticaret yolları boyunca ilk kentlerin belirdiğini belirtir. Zamanla, Avrupa’da ticaret kentlerinin işbirliğine dayanan büyük

52 https://www.sanderusmaps.com/detail.cfm?c=7411 ve

ticaret ligleri/birlikleri ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en büyükleri Sakin Kentlerin doğduğu ülke olan İtalya’daki Venedik Birliği, Ceneviz Birliği, öteki ise Kuzey Avrupa’daki Hansa Birliği’dir. Zaman içerisinde ticaretle güçlenen kentler imparatorla bir komün antlaşması (carta comune) yaparak serbest kentler konumuna geçmişlerdir (Ortaylı, 2012: 87). Almanya’da buna bağlı ortaya çıkan serbest kentler (freistadt) meşhur olan “kent havası insanı özgürleştirir” deyişinin ortaya çıktığı yerlerdir zira kent hayatı yurttaşların özgür bir biçimde toplumda yerine almasına öncülük etmiştir (Pirenne, 2014: 142).

Komünler Avrupa tarihine ve Orta Çağ kent yapısına 10-13. yüzyıllarda hâkim olmuş özellikle İtalya, Almanya, Fransa ve Benelüks ülkelerinde oldukça yaygınlaşmışlardır. Avrupa’da Geç Orta Çağ döneminde ortaya çıkmış olan Komünler kentleşme tarihi ve yerel yönetimlerin tarihsel gelişimi açısında önemli bir dönemdir. Belirli bir mekânda yaşayan topluluğun, ortak yaşamdan kaynaklı sorunlarını çözmek ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla oluşturduğu birlik ya da örgütlere komün denmektedir. Geçmişi modern devletin tarihinden daha eski olan komünler yerel yönetim geleneğinin tarihidir (Ertan, 2004: 207). Sorunlarını kendi içinde çözen kent sisteminin inşasında kentte yaşayan insanların ihtiyaçlarına göre bir yapılanma mekân üzerinden de bir ortaklığa ve kamusallığa ortam sağlamıştır. Habermas (1997: 63) eski Cermen hukuk geleneğindeki özel-cemaate ilişkin, umumi-tekil ifadelerin karşılığını belirtirken, komüne ait olup da işlenen toprağın kamusal (publica); çeşme, pazaryeri gibi yerlerin ortak kullanıma açık kamusal (loci publici) olduğunu ifade etmektedir.

Komünler kendi dönemlerinde yerel özgürlüklerin temelinin atıldığı birimlerdir, günümüzdeki belediye yönetim sisteminde de komün geleneğinin izlerini bulmak mümkündür (Ertan, 2004: 208-211). Ortaylı (2012: 504) idareye kitlelerin katılmasının ilk basamağının belediye demokrasisi olduğunu belirtirken Avrupa medeniyetinin belediye demokrasisi olduğundan bahsetmektedir. İtalya toprakları komün geleneğinin Avrupa’da ilk ortaya çıktığı yer olduğu gibi en güçlü olduğu yerlerden biridir (Pirenne, 2014: 130-132). Bugün bile tıpkı Fransa, İsveç, Norveç gibi ülkelerde olduğu gibi İtalya’daki belediye idaresinin adı comune olarak geçmektedir.