• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TÜRKĐYE’DE SĐVĐL TOPLUM-DIŞ POLĐTĐKA ĐLĐŞKĐSĐ

2.3. Türk Dış Politikasının Bazı Güncel Alanlarına Sivil Toplum Kuruluşlarının

2.3.9. Türkiye’nin Avrupa Birliği Politikası ve Sivil Toplum Kuruluşları

Her ne kadar çalışmanın bir sonraki bölümünde Türkiye’nin AB politikasına yönelik STK’ların yaklaşımları derinlemesine incelenecek olsa da, o bölümde sadece seçilen örneklem çerçevesindeki STK’lara yer verileceği düşünülerek bu başlıkta daha genel bir çerçeveden bakılacaktır. Bu doğrultuda Türkiye’deki STK’ların AB politikasına yönelik yaklaşımları, sürece katkıları ve gerek Türkiye’deki karar vericiler üzerindeki etkileri gerekse Avrupa ülkelerinde Türkiye’nin üyeliği yönünde yaptıkları lobi faaliyetleri incelenecektir.

Türkiye’de toplumsal kesimlerin AB konusundaki zaman içerisinde tutumlarındaki bir takım değişiklikler kuşkusuz sivil toplum alanına da yansımıştır. Bu kesimler tarafından kurulan sivil toplum kuruluşlarının söylemlerinde bu durum açıkça görülmektedir. Örneğin 28 Şubat sürecinden sonra Hak-Đş, MÜSĐAD gibi muhafazakar kesimi temsil eden sivil toplum kuruluşlarından hızlı bir şekilde AB’ye üyelik yolunda değişimlerin olduğu gözlenmektedir. Ya da ADD, ÇYDD gibi Kemalist ulusalcı kesimin kuruluşlarının AB üyeliğine tümden karşı çıktıkları gözlenmiştir. Daha çok liberal kesimin temsilcileri olan TÜSĐAD gibi iş insanları dernekleri ise 1980 sonrası oluşan ortamda AB üyeliğini olmazsa olmaz bir koşul olarak politikalarına ve söylemlerine yerleştirmişlerdir.

Toplumsal kesimlerin ve onların uzantısı olan sivil toplum kuruluşlarının yaklaşımlarındaki bu değişikliklere karşın devlet kurumları açısından her zaman Batılaşmanın bir uzantısı olarak görülen AB’den yana bir politika izlendiğini söylemek mümkündür. Başa gelen siyasal iktidarlar zaman zaman AB’nin Türkiye’ye karşı izlediği politikalara tepki gösterseler de, AB ile ilişkileri tümüyle kesmekten kaçınmışlardır. Türkiye’nin AB ile ilişkilerine bakıldığında iktidara gelen her siyasal iradenin bu sürece bir şekilde katkı sağladığı görülmektedir13

Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde yaşanan tartışmalar göstermektedir ki, bu süreç ile Türkiye’nin demokratikleşmesi arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır. Devletin ve toplumun masaya yatırıldığı ve iç hesaplaşmada bulunulduğu bu tartışmaların odak noktasını STK’lar oluşturmaktadır. Türkiye’nin AB müktesebatına uyumunun sağlanmasında öncülüğü STK’lar yapmaktadır. STK’lar katılımcılık, sivillik ve şeffaflık gibi özellikleriyle AB normlarını topluma yayma ve politik toplumu bu normlar çerçevesinde denetleme şeklinde önemli bir misyon üstlenmektedirler. Dolayısıyla toplumun modernleşmesine de katkı sağlamaktadırlar (Bora ve Çağlar, 2002:340-341). Bu açıdan değerlendirildiğinde AB’ye tam üyelik sürecinin sadece devletler bazında ilerleyen bir süreç olmadığı, toplumsal yaşamın yeniden yapılandığı bu süreçte STK’lara da önemli görevler düştüğü görülmektedir.

AB sadece uluslararası bir örgüt değil, bireylerin hayatının her yönünü etkileyen bir entegrasyon projesidir. Bu sebeple bireylerin de entegrasyon sürecine katılımı çok önemlidir. Birliğe üyelik için tüm kriterlerin karşılanmasının yanı sıra Birliğin değerlerinin de özümsenmesi gerekmektedir. Bunun için de halklara ve onların temsilcisi olan STK’lara büyük rol düşmektedir. AB kendi içinde de dinamik bir sürece sahip olduğu için, entegrasyon sürecinin etkin bir şekilde ilerleyebilmesi için AB’nin kendi içindeki bu evriminin hem hükümet hem de STK’lar tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin en önemli projesi olan AB’ye katılım sürecinde devlet kurumları kuşkusuz önemli roller üstlenmektedirler. Avrupa Birliği’nin organlarıyla diyalog içerisine

13

1959’da ilk müracaat Demokrat Parti döneminde yapılmış, 1963’te ortaklık anlaşması, CHP iktidarında imzalanmış, 1971’de katma protokolü Adalet Partisi iktidarında yapılmış, 1987’de üyelik müracaatı Anavatan Partisi’yle yapılmış , 1995’te gümrük birliği CHP-DYP koalisyonu döneminde başlamış, 1999’da Türkiye’nin AB katılımı sürecine adaylığı teyit edildi ve iktidarda

DSP-MHP-girerek gerekli mevzuat değişikliklerini gerçekleştirmekte ve yapısal uyumu sağlamayı hedeflemektedirler. Ancak, aldığı bütün kararlarda sivil toplumun görüş ve önerilerini dikkate alan AB, aday ülkelerin Birliğe katılım sürecinde de halkın katılımı prensibini esas tutmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin katılım sürecinde de STK’ların görüş ve önerilerinin dikkate alınmasına öncelik tanınmaktadır. STK’lar, AB’ye üyelik sürecinde kendi ilgi alanına giren konularda proje hazırlayıp uygulamaya koyarak özelde temsil ettikleri kitlelere genelde ise üyelik sürecine katkı sağlamaktadırlar (Öksüz, 2008:127). STK’ların Türkiye-AB ilişkilerinde daha fazla rol üstlenmelerinin Türkiye açısından iki olumlu etkisi vardır. Bunlardan ilki AB müktesebatına uyum sürecinde STK’ların da katılmasıyla daha etkin sonuçlar alınacak olması, diğeri de vatandaşların STK’lar aracılığıyla alınan kararlara katılabilme imkanına sahip olmalarıyla birlikte üyelik sürecinde ne gibi değişiklikler beklediklerini, hangi sorunlar yaşadıklarını ve ne gibi çözümler önerdiklerini belirtebilecekleri bir ortam oluşacak olmasıdır (Öner, 2009). Bu süreçte STK’ların rolü elbette sadece ülke içindeki hazırlıklar ile sınırlı değildir. Türkiye’nin üyeliği onay aşamasına geldiğinde AB kamuoyu son derece etkili olacaktır. Türkiye’nin üye olması için bazı ülkelerde yapılacak olan referandumlar bağlamında AB toplumları Türkiye’nin üyeliğine hazırlanmalıdır. Dolayısıyla AB ile ilgili alanlarda faaliyet gösteren STK’ların AB’deki muadilleri ve şemsiye örgütleri ile birlikte, ortak projeler üretme ve lobi çalışmaları yapma gibi roller üstlenmeleri gerekmektedir. Bu anlamda AB Komisyonu Ekim 2004 tarihli Đlerleme Raporu ile üye ülkeler arasında endişelerin ve görüşlerin açık bir şekilde tartışılacağı bir diyalogun geliştirilmesi gereğini vurgulayarak bunda da en önemli rolü AB’nin de desteğiyle sivil topluma vermiştir (Maç, 2006).

AB Komisyonu’nun 2005 yılının Haziran ayında kabul ettiği Sivil Toplum Diyalogu ile oluşturulan strateji “bilgi açığını azaltabilmek, karşılıklı anlayışı pekiştirmek ve böylece AB’nin genişlemesiyle ortaya çıkacak fırsat ve zorlukların daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla vatandaşlar ve farklı kültürler ile politik ve ekonomik sistemleri yakınlaştırmayı amaçlamaktadır” (http://www.abgs.gov.tr, 12.08.2010). Bu stratejilerle birlikte AB içinde Türkiye konusunda var olan derin görüş ayrılıklarının giderileceği düşünülmektedir. Böylece tarafların birbirine yaklaştırılacağı ve ortaya çıkan fırsat ve

zorluklar konusunda bilincin artacağı, karşılıklı anlayışın gelişeceği de beklenmektedir (Maç, 2006).

Komisyon, sivil toplum diyalogu için öngörülen faaliyetleri finansal açıdan desteklemek amacıyla katılım öncesi mali destek planlama belgesinin siyasi ve kültürel dayalog başlığı altında yer alan faaliyetlerdeki payını arttırmıştır. Türkiye için hazırlanan 2006 Birleşme Öncesi Yardım Programı dahilinde, “Avrupa Birliği ve Türkiye Arasındaki Sivil Toplum Diyalogu’nun Güçlendirilmesi” başlıklı bir proje hayata geçirilmiştir. Proje kapsamında kentler, belediyeler, meslek örgütleri, üniversiteler ve diyalog için gençlik girişimleri arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla 19.3 milyon Avro tutarında dört hibe programı öngörülmüştür (http://www.abgs.gov.tr, 13.08.2010). Türkiye’nin AB’ye yönelik izlediği politikalarda sivil toplum etki ve/veya katkısına bakılacak olursa akla gelen ilk önemli çalışma 2002 yılının Ağustos ayında AB’ye yönelik pek çok reformun yapılmasına öncülük eden Avrupa Hareketi 2002’dir. Avrupa Hareketi 2002, 2002 yılının Ocak ayında, Aralık ayında yapılacak olan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde (Kopenhag Zirvesi) müzakerelerin başlatılması amacıyla oluşturulmuş olan bir ad hoc yapıdır. 2001 yılının Avrupa Birliği (AB) reformları bakımından durgun geçmesinin ardından 2002 yılının başında AB Uzmanı Cengiz Aktar tarafından başlatılan bu girişim, kısa sürede geniş kitlelere ulaşmıştır. Hareket ilki yurtiçinde, ikincisi yurtdışında yapılan faaliyetler olmak üzere iki adımdan oluşmuştur. Cengiz Aktar, 1999 Helsinki kararı sonrasında adaylık sürecinin çok kötü gittiği, bu şekilde devam ederse 2002 sonunda istenen kararların çıkmayacağı ve bu duruma bir tepki göstererek harekete geçilmesi gerektiği yolunda bir belge kaleme alarak, bunu Ali Bayramoğlu, Mehmet Altan, Cengiz Çandar gibi gazeteci ve akademisyenlerle paylaşmıştır. 21 Ocak sonrasında tamamen gönüllülük temelinde, günlük siyasetle ve AB ile bire bir ilişkide bulunmayan kişilerin de aralarında bulunduğu bu hareket çalışmalara başlamıştır (Aktar, 2003).

Bu dönemde iktidarda Demokratik Sol Parti (DSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Anavatan Partisi’nden (ANAP) oluşan bir koalisyon hükümeti bulunmaktaydı. ANAP nispeten AB sürecine sahip çıkmaya çalışsa da, koalisyonunun küçük ortağı olması sebebiyle, çok fazla bir girişimde bulunamamıştı. Avrupa Hareketi tarafından başlatılan

farklı şahsiyetlerin oluşturduğu kırk bin imzacıdan gelen bu desteği diğer partnerlerine karşı kullanmıştır.

Kampanyanın ilk hedefi uyum yasalarının bir an önce meclisten çıkarılmasıydı. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tatil kararı almıştı. Meclisin tatil kararı almak için toplandığı, gazetelerde tam sayfa ilanlar yayınlanmıştır; “Sayın Milletvekilleri Tarihe Geçeceksiniz (Ama Nasıl?)” bunu “Türkiye Avrupa Birliği’ne Girmese de Olur” ve “Türk, Övün, Çalış, Güven ve Elini Çabuk Tut” başlıklı ilanlar izlemiştir. Türkiye’nin dört bir yanından yükselen tepkiler parlamentoyu AB konusunda sıkıştırmaya başlamıştır (http://www.abgs.gov.tr, 15.08.2010). Cumhuriyet tarihinin “Sürekli Aydınlık Đçin Bir Dakika Karanlık” kampanyasından sonra gördüğü bu etkin kampanya sonunda başarıya ulaşmış ve TBMM tatilden dönüp toplanma kararı almıştır. Kamuoyu baskısı, yasalar Meclis’te müzakere edilirken de sürmüştür. TBMM’nin hemen karşısına Kopenhag Zirvesi’ne kalan süreyi gösteren bir geri sayım saati asılarak kalan zaman üzerine dikkatler çekilmeye çalışılmıştır. (http://www.abgs.gov.tr, 20.08.2010). Đdam cezasının kaldırılması ve Türkçe dışında kalan dillerde yayın ve eğitim konusuyla ilgili yasalar Parlamento tarafından kabul edilmiştir. (Yeni Şafak, 2002,7 Temmuz). Ülkemizde geçmişte Avrupa Birliği’ne üyelik hedefi sadece devlet politikası olarak yürütülürken, bu hareket aracılığıyla artık vatandaşlar da süreci benimsemeye başlamış ve siyasal iktidarı alınacak kararlar noktasında etkilemişlerdir. Bu kararlar çıktıktan sonra hareket, bir anlamda içe dönük işlevlerini tamamlamış oldu. Çünkü amaç bu yasaların çıkmasıydı. Bundan sonra Avrupa Hareketi 2002, yüzünü daha çok Avrupa’ya dönmeye başlamıştır. Yurtiçinde yapılan işin bir de Avrupa’daki yansımasına bakmak gerekmekteydi. Bütün bu kararları, Avrupa’da yankılandırma amacıyla birtakım eylemler düşünülmüştür (www.ntvmsnbc.com, 23.09.2002, 02.12.2009) Türkiye ile ilgili 3 Ekim’de çıkacak olan raporla alakalı olarak Avrupa Komisyonu’yla birebir ilişki kurulmuştur. Daha sonra “Avrupa Hareketi 2002’den Haberler” gibi içerideki kamuoyunu bilgilendirmeye yönelik, ancak daha ağırlıklı olarak dışarıdaki karar vericileri etkileyecek girişimlerde bulunulmuştur. Hem işin mali yönünü finanse etmek hem de Türkiye’deki renkli kültür mozağini Avrupa’ya tanıtmak amacıyla 29 Ekim’de Sezen Aksu, içinde pek çok farklı sesin bulunduğu; Kürtler, Ermeniler, Yahudiler gibi “Anadolu Şarkıları- Türküleri” adlı bir program yapmış ve bu

çalışma Brüksel’de bir konserle tüm Avrupa’ya duyurulmuştur (http://www.radikal.com.tr, 20.05.2010)

Görüldüğü gibi Avrupa Hareketi 2002 tam da yukarıda bahsedildiği gibi sivil toplumun iki farklı işlevini bir arada yürütmüştür. Bunlardan birincisi ülke içinde karar vericileri istenilen politikaların izlenmesi yolunda harekete geçirmekken, diğeri de Avrupa ülkelerinde Türkiye’nin tanıtımına yönelik olarak lobi faaliyetleri yapmak ve Türkiye’nin lehine olacak kararların çıkmasını sağlamaktır. Bu girişim sonucunda her ne kadar 12-13 Aralık 2002 tarihinde yapılan zirveden Türkiye lehine bir karar çıkmamışsa da, hareket en azından yurtiçindeki amaçlarını gerçekleştirme konusunda başarıya ulaşmış ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde son derece önemli olan reformlar çıkartılmıştır.

3 Kasım 2002 seçimleriyle beraber iktidara gelen AK Parti Hükümeti de 2002 yılının sonunda yapılacak zirve için kısa zamanda da olsa çalışmalar yapmış ancak yukarıda da belirtildiği gibi zirveden beklenen sonuç çıkmamıştır. Bundan sonra 2002 ve 2004 yılları arasında AK Parti Hükümeti sivil toplum kuruluşlarını pek çok platformda yanına alarak yurtdışı geziler yapmış ve STK’ların görüş ve önerilerini dikkate alarak reformlar gerçekleştirmiştir. Bu reformlar sonucunda da 2004 yılının Aralık ayında yapılan Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye ile AB arasında 2005 yılının Ekim ayı itibariyle müzakerelere başlanmasına karar verilmiştir. Bu süreç zarfında STK’larla Hükümet arasında sıkı bir diyalog mekanizması işletilmiş ve reformlar STK’ların da desteğiyle gerçekleşmiştir (Kişisel Görüşme, 2009a-1,2,3,6,7,8). Hatta 2004 yılının Aralık ayındaki Zirve sonrası Başbakan Recep Tayyip Erdoğan STK’lara sürece verdikleri destekten ötürü teşekkürlerini iletmiş ve sürecin bundan sonraki kısmında da kendilerine büyük işler düşeceğini ifade etmiştir (Hürriyet, 2004, 18 Aralık).

3 Ekim 2005 tarihi itibariyle Türkiye ile AB arasında katılım müzakereleri başlamıştır. Bu süreçte öncelikle “tarama süreci” yapılmıştır. Tarama sürecindeki toplantılarda STK’lar da sürece katılmışlar, kendilerinden istendiği ölçüde görüş ve önerilerini iletmişlerdir. Ancak tarama sürecinin tamamlanıp, müzakerelere geçilmesiyle beraber

Türk iç siyasetinde ortaya çıkan bir takım gelişmeler14 sonucu Hükümetin AB konusunu önceki yıllara nazaran daha geri planda bırakmaya başlamasıyla birlikte sivil toplumla diyalog konusu da zayıf kalmaya başlamıştır (Kişisel Görüşme, 2009).

14 2008 yılında AK Parti’ye yönelik açılan parti kapatma davası, 11. Cumhurbaşkanının seçimi sürecinde yaşanan sıkıntılar, 2007 ve 2009 yıllarında yapılan genel ve yerel seçimler, Ergenekon davası gibi iç siyasal gelişmeler.

BÖLÜM 3: TÜRKĐYE’DEKĐ SĐVĐL TOPLUM KURULUŞLARININ