• Sonuç bulunamadı

Türk toplumu gerek hüküm sürdüğü coğrafyalar, gerekse içinde barındırdığı zengin ve köklü toplumsal mozaiği ile gün geçtikçe büyümüş ve zamanla Batı’ya doğru ilerlemiştir. Türk toplumunun ilerlediği rotalardaki diğer toplulukları da içine alması ve özüne katması sebebiyle, sahip olduğu kültürel altyapısı da birleştiği, bütünleştiği veya karşılaştığı kültürler ile sentez içine girmiştir. Bu sentez sürecinde, Batı kültürü önemli bir yer almaktadır.

“Türkler öteden beri Batı’yla ilişki ve Batı’ya doğru belirgin bir yöneliş, açılış ve yürüyüş içindedir. Bu süreçte Türklerin Avrupa’yla genel kültürel ve müziksel ilişkilerinin belirli bir tarihsel derinliği vardır. Bu derinliğin bilinen ilk anlamlı kökleri yaklaşık 2500 yıl öncelerine dayanır” (Uçan, 2006:55).

Osmanlı imparatorluğu, II. Mehmet, II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerini yükselme devri olarak yaşamıştır. Bu devirde Đmparatorluk sınırları Avrupa’nın ortalarına kadar genişlemiştir. Gerek imparatorluk sınırları içine katılan toprakların kültürel etkileşimi gerekse, devlet katında Avrupa ile kurulan ilişkiler, Osmanlı Türkiye’sinin Batı müziği ile ilişkilerini arttırmıştır.

“Osmanlı Türkiye’si döneminde çoksesli batı müziği ile ilk ciddi ilişki ve resmi tanışma, eldeki bilgilere göre 16. Yüzyıl’da Fransa Kralının Kanuni Sultan Süleyman’a seçkin bir çalgı topluluğu göndermesiyle başlamıştır. Sonraları Đngiltere Kraliçesi, Sultan II. Mehmet’e bir org armağan etmiştir” (Uçan, 2000:50).

Avrupa ve Osmanlı Türkiye’si arasında kurulan ilişkiler tek taraflı değil, iki tarafın da birbirinin kültürel değerlerinden etkilenmesi sonucunda karşılıklı olmuştur.

Türkiye, 14. yüzyılda ilk adımları atılan, 15. 16. ve 17 yüzyıllarda artan şekilde Avrupa’yla köklü bir ilişki, yoğun bir etkileşim ve geniş kapsamlı bir işbirliği ortamı içinde bulunmuştur. Bu bağlamda 18. Yüzyılda III. Selim’in Nizamı Cedit programı ile belirginleşen yenileşme ve Avrupa’da Alla Turcalaşma, 19. Yüzyılda II Mahmut’un Islahat ve Abdülmecit’in Tanzimat hareketleri ile belirginleşen batılılaşma ve Türkiye’de Alla Frangalaşma, 20. Yüzyılda Atatürk’ün Cumhuriyet devrimi ile iyice belirginleşen çağcıllaşma-çağdaşlaşma süreçleri bu ortamın oluşup gelişmesinde çok etkin ve belirleyici olmuştur (Uçan, 2006:56).

Sultan II. Mahmut’un ıslahat hareketleriyle hızlanan batılılaşma süreci, 19. Yüzyılda zirveye ulaşarak, müzik hayatının dönüm noktalarından biri haline gelmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Şehzade ve Sultanlar, Batı Müziği ile çok yakından ilgilenmiş, keman, piyano gibi batı müziği çalgılarını öğrenerek çalmışlardır. Bu dönemde birçok Şehzade ve Sultan da çoksesli batı müziğinden etkilenerek marş, polka ve vals gibi formlarda eserler bestelemişlerdir. Bu dönemlerde opera, operet, oda müziği gibi türler de talep görmüştür.

II. Mahmut döneminde aynı zamanda batı çalgıları fasıl heyetlerinin içine girmeye başlamıştır. Fasıl toplulukları bu noktada Fasl-ı Cedit, Fasl-ı Atik diye iki gruba ayrılmıştır. Fasl-ı Atik geleneksel fasıl düzeni ile devam ederken; Fasl-ı Cedit, ney, flüt, ud ve mandolinin bir araya geldiği bir grup oluşturmuştur. Bu çalgıların haricinde, keman, viyolonsel, lavta, gitar, trombon ve kastanyet gibi batı çalgıları da fasıl içinde kullanılmaya başlanmıştır (Gedikli,1999:126).

Etkileşim süreci ile başlayıp bilinçli bir yeniden yapılanmaya dönüşen müzik değişim hareketleri, farklı kişiler tarafından olumlu anlamda; batılılaşma, çağdaşlaşma, müzik devrimi, müzik reformu, müzikte gelişim hareketleri, olumsuz anlamda; müzikte yozlaşma, batıyı taklit etme, dejenerasyon gibi farklı şekillerde tanımlanmış ve yorumlanmıştır. Şüphesiz bu yorumların her biri, müzikte oluşmaya başlayan değişimi yorumlayan kişilerin bakış açıları ve düşüncelerine göre değişiklik göstermiştir.

Türkiye’nin müzik hayatında yaşanan değişiklik ve geçiş döneminde en büyük rolü olan etkenlerden birisi de, müzik eğitimi almaları için yurtdışına gönderilen sanatçılar, müzik eğitimcileri ve öğrencilerdir.

“Bu kapsamda Osmanlı döneminde 1860’da Dikran Çuhacıyan Milano’ya, 1886’da Saffet Bey Paris’e, 1910’da Musa Süreyya Bey Berlin’e gönderilmiştir.

Cumhuriyet Döneminde ise 1924’de Musiki Muallim Mektebinin kurulmasıyla birçok öğrenci müzik eğitimi almaları için Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gönderilmiştir” (Uçan, 2006:60).

Cumhuriyet döneminde, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses, Hasan Ferit Anlar, Halil Bedi Yönetken, Ekrem Zeki Ün gibi besteciler ve müzisyenler yurtdışına gönderilerek eğitim almaları sağlanmıştır.

“Cumhuriyet döneminde Avrupa’ya giderek müzik eğitimi alan müzikçilerimiz, “ulusal müziğimizi” oluşturma amacına yönelik, Türk Halk Müziği ezgilerime, motiflerine ve müzikal sistemine dayalı, yeni Türk Müziği armonisinin kurallarını ortaya koyan çalışmalar ve buna uygun besteler üreterek, yeni bir ekol çabası içine girmeye başlamışlardır” (Küçüköncü, 2006:267–268).

Avrupa’ya giderek müzik eğitimi alan ve Türkiye’ye döndüklerinde, Türk müzik hayatının değişiminde en önemli rollerden birini oynayan besteci ve müzik eğitimcilerinin çalışmaları, Türkiye’de belki de en uzun soluklu ve hararetli müzik tartışmasına başlamasına sebep olmuştur. Bu dönemde ortaya çıkarılan fikirler, eserler ve kuramlar çoğu müzik ve politika çevrelerinde tartışılmış, bu tartışma müzik eğitimi veren kurumlara da yansıyarak yıllar boyunca hararetli şekilde sürmüştür.

“Bu doğrultuda ülkemizde geleneksel müziğimizin çok seslendirilmesi çalışmaları sırasında farklı yöntemler kullanılmış, besteciler kendi müzik anlayışları doğrultusunda çözümler üretmiştir. Fakat bu süreç içerisinde, özgün çoksesli bir eser yazmayla, geleneksel bir ezgiyi çok seslendirmenin çok farklı şeyler olduğu gözden kaçırılmıştır” (Gedikli, 1999:71)

Paşaoğlu’nun Batı müziği ve evrensellik eksenindeki düşünceleri şöyledir; “Batı Avrupa kökenli sanat müziğinin “evrensel” olarak nitelenebilmesi için: Dünya üzerinde varlık gösteren tüm etnik grup ve toplulukların kültürel miras içeriklerini, müzikal kültürel kimliklerini olduğu gibi yansıtan bir müzik türü olabilmesi gerekmektedir. Oysa bu doğal olarak olanaksızdır. Bu nedenle, yalnız Batı Avrupa sanat müziği ya da klasik müzik değil, hiçbir müzik türü “evrensel” olarak nitelendirilmemeli tanımlanmamalıdır” (2006:51).

Türkiye’de hem eğitim hayatında hem de sosyal hayatta büyük ölçüde yer kaplayan batı etkisi, müzik alanında da geçmişten günümüze kadar taşınmıştır. Bu etkileşim sürecinde Türk toplumunun sosyal ve kültürel yapısı tüm coğrafi bölgeleri ve yaşam standartları dikkate alınarak çok iyi değerlendirilmeli, bu doğrultudaki çözümlemeler yapıldıktan sonra ülkemizin eğitim sistemine ve sosyo-kültürel politikalarında doğru şekilde yön verilmelidir.