• Sonuç bulunamadı

2. KURSAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.6. Türkiye’de Üniversiteler ve Yükseköğretim

2.6.5. Türkiye’de Yükseköğretimin Sorunları

Türkiye’de cumhuriyetin ilk döneminden günümüze kadarki zaman dilimi içinde yükseköğretim alanında önemli gelişmelerin yaşandığı bir gerçektir. Dünyada yükseköğretimde gelişen eğilimlere paralel olarak Türkiye’de de yükseköğretime karşı oluşan talepte ciddi bir artış meydana gelmiştir. Bu talepleri karşılamada gerek yeni üniversitelerin açılması gerekse de bu kurumlarda çalışacak donanımlı akademik personelin yetiştirilmesi hususunda sorunlar yaşanmıştır. Yükseköğretim sistemimizin yaşadığı bu sorunların büyük kısmı arz ve talep dengesizliğinden kaynaklanıyor gibi görünse de sistemin yönetimi, finansmanı ve bilimsel bilgi üretme anlamında işleyişi gibi alanlarda da çok ciddi eksiklikleri bulunmaktadır. Türkiye’de üniversitelerin

107

toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmesi ve küresel dünyada bilgi oluşturma, yayma ve nitelikli insan yetiştirme görevini yerine getirebilmesi için bu eksiklikleri bir an önce gidermesi gerekmektedir.

Küçükcan ve Gür (2009: 36) yükseköğretim sitemimizde çok sayıda ciddi sorunun bulunduğuna ancak bu sorunların çözülmesinde siyasi çekişmeler nedeniyle sürekli ertelemenin yaşandığına işaret etmişlerdir. Bu sorunlar şöyle sıralanabilir:

1) Üniversitelerimiz toplumla bütünleşememiş ve toplumun ihtiyaçlarına kayıtsız kalmıştır,

2) Yükseköğretimin yönetimi demokratik katılımcılıktan uzak, aşırı merkeziyetçi ve mutlakıyetçi bir yapıdadır,

3) Kurumsal özerklik çok sınırlıdır,

4) Üniversiteler arasında nitelik yönünden önemli farklılıklar

5) Üniversitelerin bilimsel bilgiyi ortaya çıkarmada performansları yetersizdir, 6) Üniversiteler arasında rekabet yoktur.

7) Üniversitelerin altyapı eksikliği (kütüphane, laboratuar, spor salonu vb.) vardır.

Türkiye’de yükseköğretimde yaşanan sorunlardan birisini de yeni üniversite açma konusu olmuştur. OECD’nin 2012 yılı verilerine göre, tüm OECD ülkelerinde yükseköğretime giriş oranı % 62 civarındadır. Ancak bu oran Türkiye’de sadece % 40 civarında seyretmektedir. Bu göstergeler yükseköğretime giriş bakımından Türkiye’nin 36 ülke içinde 31. sırada yer bulmasına neden olmaktadır. Benzer bir başka önemli veriye göre 25-64 yaş arası okullaşma oranında OECD ortalaması % 31 iken bu oran Türkiye’de % 13’de kalmaktadır. Bu çerçevede, okullaşma oranının artırılmasını sağlayıcı yeni üniversiteler açılmasının, ülkemiz bakımında oldukça gerekli ve faydalı olduğu açıktır. Ancak üniversite sayılarının ve öğrenci kontenjanlarının artırılması konusundaki çalışmaların planlı hedefler doğrultusunda oluşturulduğunu söylemek zordur (Erdoğan, 2013: 63).

Balyer ve Güdüz’e (2011) göre hem devlet hem de vakıf üniversitelerinin sayısında meydana gelen artış nicel olarak olumlu kabul edilse de niteliğin ve standartların sağlanmasında soru işaretleri vardır. Burada eleştiri yapılan konu gerekli

108

planlama, hazırlıklar yapılmadan, öğretim üyesi yetiştirilmeden siyasal ve sosyal gruplarının baskıları ile hareket edilmesi olmuştur. Buna bağlı olarak üniversite açmak fiziksel olarak üniversite tabelasının asılması şeklinde algılanmıştır. Ayrıca özel üniversite statüsünde açılan vakıf üniversitelerinin, öğretim elemanı, araç, gereç ve çeşitli ihtiyaçlarını gidermek için, kamu kaynaklarının seferber edilmesi eleştirilen konulardan birisidir (Balyer ve Güdüz, 2011).

Üniversite sayısının artırılmasında gösterilen başarı ne yazık ki öğretim üyesi sayısının artırılmasında yakalanamamıştır. Yasal düzenlemelerdeki eksiklikler kullanılarak akademik kadrolar gerekli yeterliliği taşımayan kişilerce doldurulmuş, atama ve yükseltme işlemlerinde haksız uygulamalar meydana gelmiştir. Tüm bu yaşananlar yükseköğretim kalitesini olumsuz etkilemiş ve öğrencilerin bazı yeterlilikleri kazanamadan mezun olmalarına sebep olmuştur (Ölmez-Kıyıcı, 2012: 21). Yeni açılan üniversitelere akademisyen yetiştirme sorununa çözüm için YÖK bazı uygulamalar yürürlüğe koymuştur. Bunlardan birisi de Öğretim Üyesi Yetirme (ÖYP) programlarıdır. Şu bilinmektedir ki bir akademisyenin yetiştirilip akademik anlamda yetkinliğe ve olgunluğa kavuşması uzun bir zaman dilimini gerektirmektedir. Bu nedenle yeni açılan üniversitelerin akademik personel ihtiyacı kısa vadede aşılacak bir sorun değildir.

Üniversitelerimizin yaşadığı sorunlardan birisini de özerklik konusu oluşturmaktadır. Özerklik stratejik amaçları belirleme, akademisyenlerin seçiminde ölçütler belirleme, toplumun farklı kesimleriyle özgürce etkileşim, gelir kaynaklarını sağlama, araştırma içerik ve yöntemlerine karar verme konularını kapsamaktadır (Küçükcan ve Gür, 2009:49). Türkiye’de üniversitelere devletin getirdiği bağlayıcı düzenlemeler kurumsal işleyişte bazı sınırlamalarla karşılaşılmasına sebep olmaktadır. Sadece akademik yapının ve ders içeriklerinin hazırlanması, akademik personelin işten çıkarılması ve öğrenci kayıtlarına karar verilmesi noktalarında kısmi özerkliğe sahip olan Türkiye yükseköğretimi, 2003 yılında özerklik konusunda oldukça alt sıralarda derecelendirilmiştir (TÜSİAD, 2008: 18). Vakıf ve devlet üniversitelerinin özerklik konusundaki karşılaştırması yapılırsa vakıf üniversitelerinin daha avantajlı olduğu görülmektedir. YÖK’ün mevcut görev ve sorumlulukları itibariyle üniversite özerkliğinin önündeki en önemli engel olduğu belirtilmektedir.

109

Üniversiteyi yönetecek rektör seçimi de mevcut sistemin sorunlu yönlerindendir. Devlet üniversitelerinde rektörlük için yapılan seçimde en çok oy alan 6 aday arasından 3 kişinin ismi YÖK tarafından belirlenerek cumhurbaşkanlığına gönderilmektedir. YÖK, bazı üniversitelerde aday sıralarını belirlerken en çok oy alan kimi adayları ikinci veya üçüncü sıraya indirerek daha az oy alanları liste başı yapmış veya cumhurbaşkanına gönderilen 3 kişilik listede onlara yer vermemiştir. Durumun daha tehlikeli boyutu seçilen rektörün kendisine oy vermeyen dekan veya yöneticileri görevden alarak bir nevi cezalandırma yoluna gitmesidir (Doğramacı, 2007: 27). Bu durum bilim adamları arasında ayrılıkların, kamplaşmanın ve düşmanlığın oluşmasına zemin oluşturarak onların enerjilerini boşa harcamalarına sebep olabilmektedir.

Yükseköğretimin sorunlarını üniversite personeli çerçevesinden ele alındığında akademik personelin özlük haklarının son derece yetersiz olması nedeniyle devlet üniversitelerindeki personelin vakıf üniversitelerini tercih ettiği görülmekte bu durum ise devlet üniversitelerinin içini boşalmasına neden olmaktadır. Bir başka önemli konu üniversitelerimizde çalışanlara kurum kimliği (aidiyet) verilememesidir. Bu durum verimi düşürmektedir. Ayrıca akademik ve idari kadrolar için gerçek performans ölçümleri ve buna göre ödüllendirme yetersizdir (Erkal (2010). Performans ölçümlerinin yetersizliği ve bu ölçüm sonuçlarına göre ödüllendirme sisteminin bulunmaması özveriyle çalışan, nitelikli akademik personelin motivasyonu olumsuz etkilemektedir. Erkal’ın belirttiği bu sorunlar daha çok devlet üniversitelerimizin yaşadığı sorunlardır. Özellikle performans ölçümü ve ödüllendirme sistemi vakıf üniversitelerinde daha yoğun kullanılmaktadır.

Ülkemizde yükseköğretim sisteminin organize bir kalite güvence yapılanması yoktur. Türkiye’de, yükseköğretimde kalite güvence konusu son on yıl içinde değişik şekillerde gündemde olmasına karşın, son zamanlara kadar ulusal boyutta, yurt dışındaki bu alanda yaşanan yeni oluşumlara ve gelişmelere paralel sistematik bir yapılanma içinde ele alınmamıştır (Altınöz, 2011). Atılan adımlar sadece resmi kurumlarca oluşturulan yazılı metinlerle sınırlı kalmıştır. Bu durum üniversiteler arasında standartların ortaya konması, korunması ve sürdürülmesinde sorunlara sebep olmaktadır.

110

Görüldüğü üzere bilgi çağında yükseköğretim sistemiz pek çok sorunla karşı karşıyadır. Üniversitelerimizin temel işlevlerini yetirmesini engelleyen bu sorunların çözümü için köklü reformların yapılması gerektiği açıktır. Dünyada yaşanan gelişmelere paralel, ülkemiz şartlarına uygun yeni bir yükseköğretim yapısı ve stratejisi için üniversitelerimizin zaman kaybetmeye tahammülü olmamalıdır. Devlet Planlama Teşkilatı (2013) raporunda da hedeflendiği üzere yükseköğretim sistemi en kısa zamanda, hesap verebilirlik temelinde özerklik, performans odaklılık, ihtisaslaşma ve çeşitlilik ilkeleri çerçevesinde kalite odaklı rekabetçi bir yapıya dönüştürülmelidir.