• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Müzeciliğin ve Müze Eğitiminin Tarihsel GeliĢimi

Türkiye‟de müzeciliği iki dönemde ele almak olasıdır. Bu dönemler, cumhuriyet öncesi, yani Osmanlı Dönemi ve Cumhuriyet Dönemidir. Bu dönemler daha ayrıntılı ele alındığında karĢımıza beĢ dönem çıkar. Bu dönemler ġiĢginoğlu (2012, s. 32)‟na göre Ģunlardır:

1. Osmanlı Öncesi Dönemi. 2. Osmanlı Dönemi.

3. Osman Hamdi Bey Dönemi

4. Cumhuriyet Dönemi (1950‟li yıllara kadar) 5. 1950 Sonrası Dönem.

Türkiye‟de ilk müzecilik giriĢimlerinin gerçek anlamda müze sayılmasa bile Buyurgan ve Mercin (2005) tarafından çok eskilere dayandığı söylenmektedir. Türk müzeciliğinin köklerinin çok eskilere dayandığı ve değerli görülen eĢyaların, saraylarda saklandığı ve belirli yerlerde korunduğu belirtilmektedir. Bu binalar gerçek anlamda müze olmasa bile müzecilik bakımından önemli bir giriĢime zemin oluĢturmaktadırlar.

Daha sonraları Osmanlı döneminde 1881'de, Osman Hamdi Bey'in müze müdürü olarak müzecilik çalıĢmalarına önem verdiği ve baĢlattığı görülür. Ancak, Damat Fethi Ahmet PaĢa'nın giriĢimiyle, gerçek anlamda bir müzecilik olmasa da, ilk müzecilik giriĢimlerinin daha önceki bir tarihte, 1846'da baĢladığı söylenir. Buyurgan ve Mercin (2005, s. 69), “Yıldız Sarayı‟nda Abdülhamit de kendine bir müze tesis etmiĢtir. Bu saraylarda toplanan kıymetli sanat eserleri müzelerin hususi bir Ģekli idi. Genel bir müze tesis etme Ģerefi ilk defa Fethi Ahmet PaĢa‟ya (1846) kısmet olmuĢtur” demektedir.

1857 yılında Fethi Ahmet PaĢa‟nın ölümüyle toplanan eserlerin kaybolduğu söylenir. “1869 yılında Tanzimat devrinin maarif nazırlarından Saffet PaĢa‟nın giriĢimleriyle Aya Ġrini‟deki eserlerle Müze-i Hümayun kurulmuĢ ve Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden Mr. Gold da 8 Temmuz 1869‟da müze müdürlüğüne getirilmiĢtir (Demirsar‟dan aktaran, Buyurgan, 2005, s. 70).

43

Müzeler türlerine göre eserleri toplar, satın alır ve bir koleksiyon oluĢturarak halkın beğenisine sunar. Toplanan eserlerin ısı ve ıĢıktan olduğu kadar zararlı etkilerden de korunması zordur. Eserlerin çalınması, bozulması gibi pek çok sorunla karĢılaĢılır. Bu sorunları gidermek ve eserlerin sağlıklı biçimde gelecek kuĢaklara aktarılması da müzelerin görevleri arasındadır. Buyurgan ve Mercin (2005, s. 88), “Her bir eser özelliğine göre önce konservasyon (bir onarım ya da tamamlama iĢlemine giriĢmeden yıpranmanın durdurulması), sonra da restorasyon (aslına sadık kalarak tamir etme, onarım) iĢlemine tabi tutulur” demektedirler.

Dünyada müzelerden eğitim amaçlı yararlanmak çok önceleri baĢlamıĢtır. Bizde de on dokuzuncu yüzyılın baĢlarında müzelerden eğitim amaçlı yararlanılmaya baĢlandığı görülmektedir. Buyurgan ve Mercin (2005) on dokuzuncu yüzyılın baĢında müzelerin kuruluĢ amaçlarından birinin eğitmek ve bilgilendirmek olduğunu söylemektedirler. Batı‟da halk müzelerinin yaygınlaĢması ve eğitim faaliyetlerinin baĢlaması ise yine bu çağda görülmektedir. “On dokuzuncu yüzyılın ortalarında halk müzesi çağı baĢladı. Daha önce gördüğümüz gibi, pek çok kiĢi tarafından çok çeĢitli düzeyde ve biçimde anlaĢılıp yorumlanan eğitim, müzelerin birincil iĢlevi olarak kabul ediliyordu” (Eilean Hooper- Greenhill, 1999, s. 37).

Ülkemizde de geliĢen teknoloji ve eğitim olanakları ile müzelerde eğitim amaçlı çalıĢmalar ve programlar yapılmaya ve önem kazanmaya baĢlamıĢtır. Buyurgan ve Mercin (2005, s. 91), Türkiye‟de ilk kurulan okul müzesinin 1868‟de Galatasaray Lisesi‟nde „Tarihi Tabiiye Müzesi‟ kurulduğunu ve 1923 yılında cumhuriyetin ilanıyla okul müzelerinin kurulmasının öngörüldüğünü, müze eğitiminin de bununla baĢladığını söylerler. 1982‟de düzenlenen Birinci Milli kültür ġurası‟nda „müzede eğitim‟ yapmanın önemi vurgulanır, büyük müzelerde ayrıca bir de çocuk müzesi kurulması önerilir. 1986‟da ise, Milli Eğitim Bakanlığı‟nın okul müzeleriyle ilgili yönergesi yayınlanır. 1992‟de ve 1995‟te yeniden okul müzeleriyle ilgili yönergelerin yayınlandığı görülmüĢtür.

Ülkemizde 1883‟te Güzel Sanatlar Akademisi, 1925‟te Ankara-Mamak Konservatuar Binası ve 1926‟da kurulan Gazi Eğitim Enstitüsü ilk sanat eğitimi kurumu özelliğini taĢımaktadır. Osmanlı‟da ve cumhuriyetin ilk yıllarında bu konudaki duyarlılık dikkat çekicidir. Ġstanbul Üniversitesi, Arkeoloji Müzesi, Çapa Muallim Mektebi, Akademi; Cumhuriyetin kuruluĢ günlerinde Atatürk‟ün emri ile inĢa edilen Ankara Türk Ocağı

44

Binaları, Gazi Eğitim, Mamak Musiki Muallim, Ġstanbul‟da 1937‟de açılan Resim Heykel Müzesi bu alanda örnek eserler durumundadır.

Son yıllarda alandan gelen veya alana yakınlık duyan bazı eğitimcilerin çabaları ile ülkemizin pek çok üniversitesinde Güzel Sanatlar Fakülteleri, kendileri için inĢa edilen ama mimari kimlikleri tartıĢmalı binalarda eğitim vermeye baĢlamıĢlardır.

Müzeler, sanat merkezleri, fakülteler gibi güzel sanatlar eğitimi veren kurumlar, sergiler, gösteriler, konferanslar, sunumlarla ve benzer etkinliklerle her zaman toplumun yanında olmalıdır. Cinsiyeti, eğitimi, toplumun içindeki yeri ne olursa olsun insan, düĢünen, sorgulayan ve hisseden bir canlıdır.

Toplumsal yapının bir parçası olan sanat, duyarlı bir toplumsal yapının da ana kuralı, temel aracıdır. Toplumsal yapıyı oluĢturan ve çağın gereklerini iyi özümseyen insan, sanat ve sanatçıyı her zaman artı değer olarak görmekte ve onlara gereken değeri vermektedir. Türkiye‟de her üniversitenin güzel sanatlara önem vermesi, bir eğitim kurumu olmanın sorumluluğu gereğidir. Bu nedenle, Güzel Sanatlar Fakülteleri‟nin fakülte ve müze binalarının yanı sıra açık alanlarda, bahçelerde, caddelerde, galerilerde ve eğitim verilebilecek her yerde eğitim verebilme gerçeği tartıĢılmalıdır.

2.3.1. Osmanlı Döneminde Müzeciliğin GeliĢimi

Osmanlı döneminde, değerli bazı eĢyaların sergilendiği ancak, Türk müzeciliğinin aslında çok daha eskilere dayandığı da söylenmektedir. Buyurgan ve Mercin (2005), 1723 yılında Osmanlı Devleti‟nin cephanelik olarak kullanmak amacıyla Aya Ġrini Kilisesi‟nde bazı tadilatlar yapmıĢ olduğunu ve bazı değerli eĢyaları burada teĢhir etmeye baĢladıklarını belirtmiĢlerdir.

Türkiye‟de müzeciliğin kurumsallaĢmaya baĢlaması Tanzimat Dönemi‟nde gerçekleĢir. “Tanzimat dönemi Türkiye‟de müzeciliğin kurumsallaĢmaya baĢladığı bir dönemdir. Tanzimat bürokrasisi eski eserlerin değerlendirilmesi ve söz konusu alanda belirli bir görüĢ sahibidir. 1847‟da Kudüs mutasarrıfı, Gazze sancağında bir kabartmanın eskizlerini çizdirerek, Ġstanbul‟a yollamıĢtı” (Ortaylı‟dan aktaran Ata, 2002, s. 37).

45

Osmanlı döneminde padiĢahların da saraylarda hazine daireleri vardı. Avrupa‟da olduğu gibi değerli eĢyaların sarayda korunduğu anlaĢılmaktadır. Aynı kaynaktan öğrendiğimize göre;

Fatih Sultan Mehmet döneminde, Topkapı Sarayı‟nın birinci avlusundaki Bizans‟tan kalma Aya Ġrini (Hagia Eirene) kilisesine, “Cebehane” adı verilerek, savaĢlarda ele geçirilen silah ve savaĢ aletleri burada depolanmıĢ, III. Ahmed zamanında 1726‟da bir takım değiĢikliklerle Cebehane, Dârü‟l- Esliha‟ya dönüĢtürülmüĢ ve böylece bugünkü askerî müzenin temelleri atılmıĢtı (Eralp,1981:1604;Eyice,1981:1596 Akt. Ata, B.). Üstelik Tanzimat döneminde Mustafa Sami Efendi(1996:25) de Osmanlı'da kalıntı eserlere önem verildiğini göstermek için Fatih Sultan Mehmet tarafından Ayasofya camii içindeki çok yerlerindeki dikili taĢlar ve benzeri Ģeylere "ezzaman-ı atiyka'dan" kalmıĢ diyerek yıkılmamasını ve değiĢtirilmemesini örnek göstermiĢtir (Ata, 2002, s. 35).

Sultan Abdülaziz Avrupa‟ya gidip oradaki müzeleri görünce, yurda döndükten sonra Türk müzeciliğinde yeni bir oluĢum baĢlatmıĢtır. Bu oluĢum ilk olarak müzenin, Mecma-i Asar-ı Atika olan adının Müze-i Hümayun olarak değiĢtirilmesine neden olmuĢtur. “1869 yılında Sadrazam Ali PaĢa, Mecma-i Asar-ı Atika‟nın adını Müze-i Hümayun olarak değiĢtirmiĢtir. Bu değiĢim, aslında müzelerin ilk anlamı içerisinde Batı‟daki gibi müze olmayan ve içerisinde eğitim boyutunu taĢımayan bir anlamdan (Müze-i Hümayun), eğitim boyutunun da dahil edildiği bir anlama doğru yönelimin göstergesi olmuĢtur (Shaw‟dan aktaran Buyurgan, Mercin, 2005, s. 70).

Osmanlı Ġmparatorlarının, saraylarının hazinelerinde biriktirdikleri değerli yapıtları özenle saklamakta oldukları söylenmektedir. Buyurgan ve Mercin (2005) tarafından yapılan araĢtırmada Türk sanatının Ģaheserlerinin 17. yüzyıla yani III. Murat‟a kadar Yedikule‟de saklandığı ancak bu dönem sonrası Topkapı Sarayı‟na nakledildiği söylenmiĢtir.

Mecma-ı Âsâr-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu), günümüzde Ġstanbul‟da bulunan ve Arkeoloji Müzeleri'nin temelini oluĢturan Türkiye'deki ilk müze oluĢumudur. PadiĢah Abdülmecit, Bizans yazıtlarını Ġstanbul'a getirtmiĢ ve Ahmet Fethi Paşa bu yazıtları 1846 yılında saray deposu olarak kullanılan Aya Ġrini'de toplatmıĢtır. Koleksiyon, Sadrazam Ali PaĢa döneminde düzenlenmiĢ, 1869 yılında ilk müze müdürü olarak Galatasaray Lisesi‟nin öğretmenlerinden olan Dr. Good müzede görevlendirilmiĢ, ayrıca vilayetlere bir genelge gönderilerek çevrelerindeki bütün tarihi yapıtların zarar görmeden müzeye iletilmesi ve korunması sağlanmıĢtır.

Gerçek bir müze binası olmaktan çok uzak olduğu söylenen bu ilk müzenin bir baĢlangıcı oluĢturmakta önemli bir görev üstlendiği ve Topkapı Sarayı‟nın önündeki

46

meydanlıkta, Saray Ġçi denilen yerde (Harbiye Ambarı), Bizanslılardan kalma „Sent Ġren‟ anıtının olduğu, bu binanında ilk defa genel askeri müze olarak kurulduğu belirtilmektedir (Mecma-ı_Asar-ı_Atika_Müzesi, 2014).

2.3.2. Osman Hamdi Bey

30 Aralık 1842‟de Ġstanbul‟da doğan ve 24 ġubat 1910‟da Ġstanbul‟da ölen Osman Hamdi Bey, aynı zamanda Kadıköy'ün de ilk belediye baĢkanı olarak görev yapmıĢtır. Osmanlı sadrazamlarından Ġbrahim Ethem PaĢa‟nın oğlu, müzeci Halil Ethem Bey ve Ġsmail Galip Bey‟in de ağabeyidir. En önemli arkeolojik kazısının, 1887- 1888‟de Lübnan‟da gerçekleĢtirdiği Sayda Kral Mezarlığı kazıları olduğu söylenmektedir. ÇağdaĢ Türk müzeciliğinin kurucusu olan Osman Hamdi Bey‟in, bu kazılar sırasında dünyaca ünlü Ġskender Lahdi‟ni bulduğu ve Ġstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurmuĢ olduğu bilinmektedir. 29 yıl müdürlüğünü yaptığı bu müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına sokmuĢtur. Günümüzde varlığını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak sürdüren Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'nin kurucusudur. Ġlk Türk ressamlarından biri olan Osman Hamdi Bey, Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiĢtir (Osman_Hamdi_Bey, 2014).

Sanay-i Nefise, Asar-ı Atika Müzesi, Düyun-u Umumiye gibi birçok kurumu kurmak ve yönetmek görevini üstlenen Osman Hamdi Bey, Osmanlıdaki eski eserlerin yurt dıĢına izinli ya da izinsiz çıkarıldığının, bu durumun ciddiyetinin ve sonlandırılmasının gerekliliğini biliyordu. Bu amaçla, yeni bir oluĢum ve müzecilik alanında yeni giriĢimlere önderlik etti. “Türkiye doğumlu bir yabancı mimar olan Alexander Vallaury‟nin projeleriyle önce Asar-ı Atika Müzesi (Ġstanbul Arkeoloji Müzesi) yapısının (1881) ardından, Sanayii Nefise Mektebi Âlisi (Eski ġark Eserleri Müzesi) adını taĢıyan okul yapısının (1883) gerçekleĢmesinde büyük çabalar göstermiĢtir” (Tansuğ, 1986, s. 104).

Osman Hamdi Bey‟in müzecilik alanında baĢlatmıĢ olduğu çalıĢmalar yasalarla da korunma altına alınmıĢ, 1884‟de çıkardığı yeni bir nizamname ile ülke dıĢına çıkarılan eserlerin azalmasına neden olmuĢtur. Ayrıca müzecilik alanında yenilikler yine onun döneminde baĢlamıĢtır. “Osman Hamdi Bey bu göreve geldikten sonra mevcut müzenin onarılması, Ġmparatorluk için Türklerin de kazı yapmaları gerektiği, müzelerde sistemli kayıt tutulmasının zorunlu olduğu ve vilayet müzelerinin kurulması

47

gerektiği konularında önemli giriĢimlerde bulunmuĢtur” (Buyurgan ve Mercin, 2005, s. 72).

Anadolu'da ilk müzelerin Osman Hamdi Bey'in Müze-i Hümayun müdürü olduğu dönemlerde kurulmaya baĢladığı görülür. Ata,“1.Eylül.1904 yılında Bursa Ġdadisinin kimyahanesinde „Müze-i Hümayun ġubesi‟ kuruldu. Bu müzeyi Cumhuriyet'e kadar, idadinin öğretmen ve memurları fahri olarak idare etti. 1929 yılında müze müdürlüğü ihdas edilmiĢti” (Zeren‟den aktaran Ata, 2002, s. 40) demektedir.

Osman Hamdi Bey, çok yönlü kiĢiliği ile müze müdürlüğü görevinde bulunurken yalnızca müze binası ile ilgili çalıĢmalar yapmamıĢ, aynı zamanda arkeolojik kazılara da katılmıĢ ve baĢka kentlerde de müzelerin oluĢumuna katkı sağlamıĢ, Sanayi-i Nefise Mektebi‟nin açılıĢında önder olmuĢtur.

2.3. Cumhuriyet Döneminde Müzeciliğin ve Müze Eğitiminin GeliĢimi

Cumhuriyet döneminde milli kültürümüzün sergilendiği müzelerin çoğalması ve yaygınlaĢması, 1920‟li yıllardan sonra Atatürk‟ün bu konuya verdiği önemin sonucudur. Atatürk‟ün geniĢ bir dünya görüĢüne sahip olması, müzeciliğin ve müze eğitiminin geliĢimi, onun bu kültürel yaklaĢımı ve bakıĢ açısı ile daha sonra yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin kültür politikasında müzelerin önemli bir yer kazanmasını sağlamıĢtır. Atatürk‟ün ülkesini tanıtmak adına Sofya‟da bir balo davetine giderken Ģöyle yaptığı Ata (Özalp‟den aktaran Ata. 2002, s. 41) tarafından nakledilmektedir.

1913 yılında Atatürk Sofya‟da ateĢemiliter iken Bulgarların ulusal bayramlarının kutlama gününde düzenledikleri bir kostümlü baloya davet edilmiĢti. Bu baloya gitmek için askeri müze komutanına bir mektup yazarak komutandan çok gösteriĢli bir yeniçeri kıyafeti istemiĢtir. Harbiye Nazırı Enver PaĢa‟nın izniyle müzeden bir yeniçeri elbisesi sonradan iade edilmek üzere kendisine verildi. Atatürk, Kazım Özalp PaĢa‟ya yazdığı mektupta; „Baloda hemen herkesin kıyafeti ile ilgilendiğini, kendisine sorular sorduklarını, yeniçeri tarihînden ve Türk zaferlerinden geniĢ bilgiler vermek fırsatını bulduğunu belirtmiĢti.

Genç cumhuriyet, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çağdaĢ bir anlayıĢla okullarda yeni bir resim-iĢ eğitimi uygulamalarına baĢlamıĢ ve yenilikçi adımlar atmıĢtır. “Mustafa Necati 1926-1929 döneminin Milli Eğitim Bakanıdır, bu dönemde resim eğitimi açısından önemli uygulamalar gerçekleĢtirilir. Yurt dıĢına öğrenci gönderilir, Mektep Müzesi, Sanayi-i Nefise Encümeni kurulur. Mektep müzesi 1926‟da „Levazım

48

ve Ders Araçları Müzesi‟ adıyla kurulmuĢ ve müdürlüğüne Ġsmail Hakkı Tonguç getirilmiĢtir” (Etike, 1995, s. 60).

Yine, Atatürk‟ün emriyle çeĢitli kentlerde de yeni müzeler açılmıĢ ve halkın hizmetine sunulmuĢtur. Atatürk Ankara‟da bir Hitit Müzesi‟nin açılmasını ister Ankara‟da ilk müze, Kültür Müdürü Mübarek Galip Bey tarafından 1921 yılında kalenin Akkale olarak isimlendirilen burcunda kurulmuĢtur. Bu müzenin yanısıra Augustus Mabedi ile Roma Hamamı‟nda da eserler toplanmıĢtır. Atatürk‟ün emriyle merkezde bir “Eti Müzesi” kurma fikrinden yola çıkarak diğer bölgelerdeki Hitit eserleri de Ankara‟da toplanmaya baĢlanınca geniĢ mekanları olan bir müze binası gerekli görülmüĢtür. O zamanki Kültür (Hars) Müdürü Hamit Zübeyr KoĢay tarafından, devrin Maarif Vekili Saffet Arıkan‟a harap halde bulunan Mahmut PaĢa Bedesteni ve KurĢunlu Han‟ın onarılarak müze binası olarak kullanılması önerilmiĢtir. 1938 yılından 1968‟e süren restorasyon çalıĢması sonrasında eserler, Alman Arkeolog H. G. Guterbock baĢkanlığındaki bir heyet tarafından yerleĢtirilmeye baĢlanmıĢtır. 1943 yılında binaların onarımı devam ederken, orta bölüm ziyarete açılmıĢtır. 1948 yılında Müze Ġdaresi Akkale‟yi depo olarak bırakmıĢ, KurĢunlu Han‟ın onarımı tamamlanan dört odasına yerleĢmiĢtir (anadolumedeniyetlerimuzesi, 2014).

S. Buyurgan ve U. Buyurgan (2012) tarafından yapılmıĢ olan çalıĢmada, Anadolu Medeniyetleri Müzesinin tarihi binaları, eĢsiz koleksiyonları, eserlerin korunması, sergilenmesi, bahçesi, kütüphanesi, idare Ģekli, uzman personeli ve eğitim aktiviteleri ile Avrupa müzeleri arasında yarıĢmıĢ ve aldığı gurur verici ödül ile Türk müzeciliğinin geldiği noktayı göstermiĢ ve diğer müzelerimize de bu konuda örnek olmuĢtur demektedirler.

Cumhuriyet döneminde, yeni oluĢturulan müzeler dıĢında ülkemizdeki önemli mimari eserler de müzeye çevrilmiĢtir. Bunlardan biri olan Topkapı Sarayı‟nın 1924 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müze olmasına karar verilmiĢ, saray, yapılan onarım ve yapıtların düzenlenmesinden sonra 1927 yılında ziyarete açılmıĢtır.

1934 yılında ise Bakanlar Kurulu kararıyla müze olmasına karar verilen bir baĢka yapıt, o tarihe kadar cami olarak kullanılan Ayasofya‟dır.

Sonradan camiye dönüĢtürülmüĢ olan baĢka bir Bizans kilisesi de Edirnekapı‟daki Kariye Camii‟dir. Burası, 1935 yılında müzeye dönüĢtürülmüĢ ve

49

Ayasofya Müzesi‟ne bağlanmıĢtır. Daha sonra bazı müzelik değere sahip eserler toplanarak, yeni kurulan müzelere taĢınmıĢtır. Bu eserlerin bir bölümü, Ankara‟ya getirilmiĢ ve Ankara Etnografya Müzesi‟nin oluĢumu sağlanmıĢtır.

1925 yılında yapımına baĢlanan Ankara Etnografya Müzesi, cumhuriyet döneminde inĢa edilen ilk müze binasıdır ve 1930 yılında ziyarete açılmıĢtır. Kapatılan tekke, türbe ve zaviyelerden yalnızca Konya Mevlana Dergahı ve Türbesi‟nin eĢyaları Atatürk‟ün isteği ile aynen korunarak 1927 yılında müze niteliğine kavuĢturulmuĢtur. Ülkemizin ilk güzel sanatlar müzesi, Atatürk‟ün emriyle 20 Eylül 1937 tarihinde Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi‟nde açılan Ġstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi‟dir (guzelsanatmuzecilik, 2013).